Edebiyat Cadıları serisi ikinci dalyasını yaptı ve yirminci sayısına ulaştı. Seriye başlarken istediğim tek şey vardı: Okuduğum romanlar, öyküler arasında beni en fazla heyecanlandıran farklı, yaratıcı, tuhaf, cesur ve yenilikçi eserler hakkında gönlümce ve özgürce yorumlar yapabilmek. Bu isteğimi Edebiyat Haber sayesinde hayata geçirebildiğim için pek mutluyum. Ancak seriye başlar başlamaz fark ettim ki sadece yazdıklarıyla değil yaşadıklarıyla da sıra dışı insanlar benim yazarlarım. Dönemlerinin çok ötesinde düşünen, hisseden, üreten ve yaşayan rengârenk yazarlar. Bu sebepten onlara ‘Edebiyat Cadıları’ ismini verdim ve şöyle tanımladım: Süpürge yerine kalemini kullanan, sözcükleri nefesiyle havalandıran, başkasının kanını değil kendi kanını akıta akıta yazan bilgeler.
Bu bölümde, yazdıkları ve yaşadıklarıyla bu cadıların (belki) en sıra dışısı olan Anais Nin’den bahsetmenin sevincini yaşıyorum. Diğer edebiyat cadıları gibi Anais Nin de kendine verili, biçili, sunulu hayatı reddedenlerden. Fakat o bir adım daha ileri giderek birden fazla hayatları, tek bir yaşama sığdırmayı başarmış. Kendine sürekli yeni kabuklar inşa edip onları yeni bir elbise giyer gibi geçirmiş üstüne. Durağanlığın kusursuz dehşetinde yaşamak değil cehennem ateşlerinde kavrulup yanmak istemiş. Romanının ve belki de hayatının başkahramanı Henry Miller ise onun kundakçısı, bedenini ve beynini yakıp yıkan dâhisi olmuş. İkisi de sıradan mutluluktan değil çelişkiden, karmaşadan ve acının hazzından beslenmişler. Dünyayla kesintisiz bir iletişim halinde olmak değil amaçları, o karmaşık şölen masasının başında hiç doymamak üzere oturup oburca yiyip içebilmek.
Edebiyatın en Erotik cadısı Anais Nin’in tutku dolu romanı Henry ve June’dan önce, onun ilginç ve renkli hayatından bahsetmemek olmaz. 1903 yılında Paris’te doğmuş yazarımız. Babası Kübalı, annesi ise Fransız Danimarkalı bir melez. Baba müzisyen, anne şarkıcı. Bu yüzden Anais’in çocukluğu Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde geçmiş. Babası onları bir başka kadın için terk edince hayatları alt üst olmuş -ki günlüklerinde apaçık görünüyor. Bu zamansız terk edişin ardından annesi onu ve iki erkek kardeşini alıp Amerika’ya yerleşmiş. Burada ressamlara modellik etmiş Anais. İlk evliliğini 1923 yılında, yirmi yaşındayken bankacı Hugh Parker ile yapmış. 1955-1966 yılları arasında ise -Hugh Parker’le evliyken- ikinci izdivacını gerçekleştirmiş! Anais’in bu gizli ikili yaşamı 1966’da ortaya çıkmış ama cadımız ölümüne kadar Rubert Pole ile ilişkisini sürdürmüş. Yazarımızın karmaşık aşk hayatı salt ikisiyle sınırlı kalmamış elbet. Yeniyetme dönemlerinden beri hayallerini süsleyen bir sürü aşığı, sevgilisi, cinsel ve beyinsel tutkularını sınırsız yaşayabildiği ilişkileri olmuş.
Anais Nin’in ilk kitabı hayranı ve âşığı olduğu D.H Lawrence üzerine bir incelemedir ve 1930’larda yayımlanır. Düz yazı-şiiri Ensest Evi’ni (1936) üçleme romanı Winter of Artiftce izler. “İçsel Kentler” ana başlığında kaleme aldığı beş romanı 1940’larla 1960’lar arasında Amerika ‘da yayımlanır. 1940’larda isimsiz bir müşteri için erotik yazılar yazmaya başlar ve bunları Venüs üçgeni ile Little Birds kitaplarında toplar. (Bu kitapların her ikisi de ölümünden sonra yayımlanmıştır.) Henry Miller ve Karısı June Mansfield’a olan tutkulu bağlılığını (bu yazıya konu olan) Henry ile June başlıklı otobiyografik romanında anlatır. Kitapları yirmi altı dile çevrilir. Yaşamının son yıllarında, Amerika’daki çeşitli üniversitelerde dersler verir. 1973’te Anals Nine Philadelphia Sanat Üniversitesi tarafından fahri doktora unvanını alır. 1974’te Ulusal Sanat ve Edebiyat Enstitüsü’ne kabul edilir. 14 Ocak 1977’de Los Angeles’ta cadılar âlemine göç eder.
Anais Nin, babasının onları terk etmesinin ardından, on bir yaşında yazmaya başladığı günlükleri hiç bırakmaz ve 45 yıl boyunca sürekli yazar defterlere. Yaklaşık 35.000 sayfalık günlükler şu an UCLA Üniversitesi, Özel Koleksiyonlar Bölümü’nde korunmaktadır. Tabii bu günlükler ona çılgın duygularını ve sınırsız deneyimlerini sansürsüz ifade edebilmesinin yanı sıra müthiş bir gözlem yeteneği ve parlak bir edebi dil kazandırır.
Her edebiyat cadısı gibi içinden taşan önlenemez bir güçle kaleme alır günlüklerini Anais Nin. Uzun bir dönem yazdıklarını kimseyle paylaşmaz, salt kendisine saklar. 1931 yılında Henry Miller ile tanıştıktan ve günlüklerin bazı bölümlerini ona okuttuktan sonra cesaretlenir ve yayımlamaya karar verir. Tabii bunda Henry Miller’ın yazdıklarını beğenmesi ve yayımlatmaya teşvik etmesi de önemli rol oynar. “Günce benim bir parçacığım gibi, her türlü düzenbazlığımı, hilemi hurdamı paylaşıyor,” der her zamanki açık sözlülüğüyle.
Kocası Hugh Parker, onun sayesinde sanata ilgi duyar ve sonraki yıllarda deneysel filmler çeker. 1931 yılında Paris’e yerleşirler. Parker üst düzey bir bankacı olduğundan, evin geçimini üstlenir ve bolca para kazanır. Anais Nin ise bir yandan lüks yaşamını sürerken bir yandan da günlüklere içini dökmeye devam eder. Aynı yıl Paris’te Henry Miller ile karşılaşır ve günlüğüne şöyle yazar: “Henry Miller’la tanıştım. Hayatın sarhoş ettiği bir adam bu diye düşündüm. Tıpkı benim gibi.” S:15
Yazmaya ve yaşamaya delicesine tutkun bu iki sıra dışı kişiliğin elbette birbirine âşık olmaları da kaçınılmazdır. Ancak yavaş yavaş gerçekleşir bu. Öncesinde Henry’nin karısı June’a âşık olur cadımız. Ve günlüklerine şöyle geçirir: “June’a sahip olmak istiyorum. Kendimi ona nüfuz eden, içine giren erkeklerle özdeşleştiriyorum.” S: 70
Fakat June ondan çok farklıdır. Her şeyden önce müthiş güzeldir (Anais kendini güzel bulmaz ve sık sık günlüklerinde dile getirir). Bunun farkındalığıyla June, istediği ne varsa elde etmeye alışmıştır. Çıkarı için karşısındakine yalan söyler, olmadı baskı kurar, bu da yeterli gelmezse ezer geçer. Henry’le evliyken Jean isimli bir kadın sevgilisi vardır ve bu sebepten Henry öfkeli kıskançlık nöbetleri geçirir. June, Anais’in henüz gerçekleştiremediği fantezilerinin vücut bulmuş halidir. Onun bu ulaşılmazlığı Anais’i büyüler ve anında âşık olur June’a. “Kapana kısıldım; June’un güzelliğiyle Henry’nin dehası arasında sıkışıp kaldım. Farklı biçimlerde her ikisine de tutkunum; bir parçam her ikisine de uzanıyor. Ama June’a delicesine, mantıksızca aşığım. Henry bana yaşam veriyor, June ölüm veriyor. Seçmek zorundayım fakat yapamıyorum.” S:49
Gün geçtikçe June’a olan hayranlığı Henry’e yönelir ve June ile aralarındaki ilişki bir çeşit rekabete dönüşür. Bir süre sonra June, Jean’le yaşamak için Amerika’ya gider. Bundan sonrası ise kaçınılmaz olandır. Anais’in tüm ilgisi ve tutkusu Henry’dedir artık. Tabii Henry’nin de onda. “Henry’nin hayal gücü, yaşama karşı hayvansı bir sezgisi, müthiş bir dışavurum gücü var; bugüne kadar rastladığım en gerçek deha onda.” S:10 Üstelik Henry Miller’ın henüz tek kitabı dahi basılmamışken söyler bunları. Beş parasızdır Henry, geçici işlerde çalışır, eline geçen parayı orospularla yer ve hararetle romanı Yengeç Dönencesi’ni yazmaya uğraşır. Kendine ait bir evi yoktur, arkadaşlarının evinde kalarak yaşamını sürdürür.
Böylece ikili arasında aşkın, tutkunun, cinselliğin, şiddetin ve elbette edebiyatın, sanatın olduğu hummalı bir ilişki başlar. Başları bulutlarda gezen İki sevgili Paris’in kafelerinde, barlarında buluşup sohbetler ederek sarhoş olurlar. Geceleri ucuz otellerde, Henry’nin arkadaşlarının evlerinde kalıp birbirlerinin bedeninde kösnül arzularla erirler. Arada Anais ve Hugh’un yaşadığı (Kocanın sık iş seyahatlerini fırsat bilerek) büyük çiftlik evinde kalırlar. Bazen yataktan çıkmayıp gün boyu sevişirler bazen de saatlerce yazarak tutkulu ilişkilerini sürdürürler. Görüşmedikleri günler, onlar için dayanılmaz bir işkencedir. Bu anlarda telefonla hasret gidermeye çalışırlar ve neredeyse her gün mektuplaşarak aşklarını körüklerler. Anais için Henry sadece doymak bilmez ateşli sevgili değildir, aynı zamanda hoyrat babasıdır, uslanmaz çocuğudur, yetenekli ustasıdır, maddi manevi desteğini esirgemediği arkadaşı ve bütün sırlarını paylaştığı yegâne dostudur.
Elbette bu olağanüstü yaratıcı ve bir o kadar da yıkıcı aşk, doğası gereği, uzun sürmez ve bir yıldan sonra ateş yavaş yavaş sönmeye başlar. Giderek aşkları biter ama ilişkileri, uzun yıllara yayılan vazgeçilmez dostluğa ve edebiyat üzerine yazılan paha biçilmez mektup arkadaşlığına dönüşür.
Anais’in Henry’e duyduğu karşı konulamaz çekim, salt cinsel arzularla açıklanamaz elbet. Her şeyden önce onları bir araya getiren edebiyatın olağanüstü gücüdür. Bir arada olduklarında doymaksızın sevişmelerin yanı sıra yazdıkları metinler ve hayran oldukları yazarlar hakkında uzun uzun konuşup tartışırlar. Proust, D.H. Lawrance, Dostoyevski ve daha niceleri. Sinema, resim ve müzik de ortak ilgi alanlarıdır.
Çünkü Anais’in bedenine değil ama kalbine ulaşmak için salt sevişmek yetmez. Şöyle yazar günlüğüne: “Henry Bana ulaşmanın iki yolu var: Biri öpücükler yoluyla, diğeri de hayal gücüyle. Ama bir hiyerarşi var; öpücükler tek başına işe yaramaz.” S:17
Henry ve June romanı, salt ikili arasındaki yapıcı, yakıcı ve dibine kadar şehvet dolu ilişkinin hikâyesi değildir. Henry’le beraber Anais’in hayatındaki diğer insanlar da yer alır. Kocası Hugo, Henry’nin karısı June, ilk aşkı olan kuzeni Eduardo, cilveleştiği psikanalisti Allendy, cinsel çekim duyduğu diğer kadınlar ve erkekler…
Tamamen günlüklerden oluşan romanda kocası için şöyle yazar Anais: “Beni bir tek Hugo elinde tutuyor hâlâ; o delice, şuursuz aşkıyla, sıcacık insan sevgisiyle, olgunluğuyla.” S:53 Böyle der ama kocasıyla aynı yataktayken Henry ile yaşadıklarını günlüğüne geçirmekten hiç çekinmez.
İlk aşkı kuzeni Eduardo’yla bir buluşmasında şunları söyler: “Yaşamımda yer bol. Hugo’yu seviyorum, üstelik her zamankinden de çok, Henry ile June’u seviyorum, eğer istiyorsan seni de seviyorum.” S:75
Psikanilisti Allendy ise bir seansta ona, “Evet. Ayartıcı hallerin, tavırların, daha ilk görüşte gözüme çarptı. Yalnızca güvensiz insanlar baştan çıkarıcı tavırlar sergiler,” der. S: 144
Başlarda Allendy’i etkilemek, onu da cinsel cazibesine sürüklemek için gittiği seanlar, sonrasında kendi hakkında derin analizler yapmasına neden olur. Beğendiği her erkeğe duyduğu cinsel çekimin ve doymak bilmez bir oburlukla onları elde etme arzusunun köklerinin babasına kadar gittiğini fark eder Anais. Çünkü asıl sevgisini kazanmak istediği, onu çocukken terk edip giden babasıdır.
Henry ve June, işte bu delicesine aşktan doğan coşkulu, tutkulu, içtenlikli ve edebiyatta pek rastlanmayan otobiyografik cüretkârlıkla dolu bir günlük-roman. Everest Yayınları, 2011 yılında Püren Özgören’in müthiş çeviriyle yayınlar eseri. 2016 yılında ise İthaki Yayınları, ‘Edebi Bir Tutku: Anais Nin ve Henry Miller’ın Mektupları’ başlığı altında Yağız Ali Diri’in tertemiz Türkçesiyle 644 sayfalık, dev metni yayımlar.
Tam da mektupların başlığında yazıldığı gibi, onları ömür boyu bir arada tutan, aşktan da öte, işte bu sonsuz edebi tutkudur.
edebiyathaber.net (22 Mayıs 2023)