Yüzyıl öncesiyle karşılaştırdığımızda daha çok okuyor ve yazıyoruz. Nüfus ve eğitim oranlarındaki artışın yanı sıra internet devrimi bu süreci destekliyor. E-postalar, mesajlaşma uygulamaları, ağ günlükleri, dijital medya derken sözcükler sanki bir makineli tüfekten üstümüze yağıyor, biz de elimizdeki çata pat tabancayla karşılık vermeye çalışıyoruz.
Günümüzde yayıncıların basmayı en çok istedikleri kitapların başında yazarların okuma ve yazma süreçlerini anlatanlar geliyor. Okurlar da böyle bir kitapla karşılaştığında sanki ellerinde mikroskop varmış gibi davranıyor; pür dikkat odalarının şeklini, kütüphanelerinin büyüklüğünü, masalarının boyutunu, defterlerinin, kalemlerinin markalarını öğrenmek istiyor, çarçabuk bir şeyler kapmaya çalışıyor. O meşhur aşk romanları yazarının stetoskopla kalp ritmini dinlemeyi kim istemez? Dokunaklı satırlarını kaleme aldığı sırada hiç göz yaşı dökmüş müdür? Hangi renkler, tatlar, kokular romancımıza heyecan verir? Üzgünüm, henüz o teknolojik aşamaya gelemedik.
Dostoyevski ya da Tolstoy mezarlarından kalkıp bize bir edebiyat atölyesi açsalar ne iyi olurdu! Kalkıp gitmemize bile gerek yok, yirmi kişilik grubumuzla bilgisayar başında oturarak katılabiliriz: “Steplerden Saraylara Rus Edebiyatı!” İkişer saatten dört derste … Ya da kaleme kâğıda sarılıp nasıl yazdıklarını anlatan kitaplar yayınlasalar emin olun Suç ve Ceza ya da Anna Karenina kadar satış rakamlarına ulaşırlar. Karamazov Kardeşler’i Nasıl Yazdım? başlıklı bir kitabın kutsal kitaplar kadar talep göreceğine bahse girebilirim.
Peki neden böyle davranıyoruz? Çünkü metin yazma işini; parçaları, vidaları, contaları ayrı ayrı paketlenmiş modüler bir masayı birleştirmekten ibaret sanıyoruz. İşin başına geçtiğinizde, elinizde kurulum şeması varsa istediğiniz sonuca ulaşmanız neredeyse kesin gibi. Öyleyse yazmak konulu iki üç kitabı devirdikten sonra aynı neticeye ulaşabileceğinizi varsayabilirsiniz. Gerisi ilham perilerine kalmış.
Nitekim okurlardaki ilgiyi gören yayıncılar, harıl harıl böyle metinler basmak peşindeler. Kitapçılardaki yazmak konulu külliyat, borsada nasıl zengin olunacağını anlatanlara yetişmiş durumda. Maalesef işler hiç o kadar basit değil. Kaç yaşında olursanız olun yüz metreyi koşabilseniz de yalnızca on saniyenin altında derece yapanlara atlet denildiğini herkes bilir. İkisi başka şeyler. Herhangi bir işte uzmanlaşmak için çalışılması gereken süreyi anlatan on bin saat kuralını duymuşsunuzdur. Yazmanın on bin saati masada dirsek çürütmektir.
Elimizde yukarıda anlatılanlardan farklı, çok farklı bir kitap var. Edebiyat kuramcısı, profesör Joseph Hillis Miller, dilimize Edebiyatın Otoritesi (On Literature) başlığıyla çevrilen eserinde, çocukluk yıllarından itibaren etkilendiği kitaplar ve akademik yaşamı boyunca okuduklarını harmanlayarak bizi bir yolculuğa çıkarıyor. Canlı örnekler veren Miller, şiirlerle, romanlarla, teorik eserlerle, Shakespeare’den Coeetze’ye Platon’dan Derrida’ya uzanarak, edebiyat nedir, neden edebiyat okumalıyız, edebiyat nasıl okunmalıdır gibi bir çok soruyu kendi bakış açısıyla cevaplıyor.
Miller’ın tanımına göre, edebiyat, içinde bulunduğumuz kültüre ve alternatif kültürlere giriş kapısıdır. Kilitli kapının anahtarı kişinin ana dilidir ve dili öğrendikçe o kapı aralanır. Sadece Türkçe bilenin İngilizcenin evinde yaşayamayacağını dolayısıyla ilk yapmamız gerekenin dili iyi öğrenmek olduğunu vurguluyor.
Miller, başka önemli sorular da soruyor: Herkes edebiyat okumak zorunda mıdır, herhangi bir kültüre nüfuz etmek için edebiyatını bilmek şart mıdır? Bir taraftan evet öyle. Yazılı kültür, son iki yüzyıl içerisinde toplumsal alandan, siyasete kadar dünyayı egemenliği altına almıştır. Oysa günümüzde edebiyatın otoritesi sarsılmaktadır, içinde yaşanılan ortak kültürü ve diğer kültürleri televizyondan, sinemadan, dizilerden hatta bilgisayar oyunlarından öğrenmek mümkündür. O hâlde yeni medya, güçten düşmüş edebiyatın yerini almaya adaydır. Sunduğu olanaklar adım adım edebiyatı geriletmiş hatta yerine bile geçmiştir. Diğer taraftan hayır. Basılı çalışmaların kültürel güçlerini koruyacaklarını ümit etmek gerekir. Edebiyatın filmi, dizisi, çoğunlukla izleyeni tatmin etmeyen bir şeydir, çünkü senaryo, romanın kopyası değildir, metin her okuyanın hayalinde başka bir pencere açar. Edebiyat dünyevi bir sihirbazlık, mecazi bir dildir, pandoranın kutusundan ne çıkacağı bilinemez. Viktorya dönemi İngiltere’sinde yazılmış roman bugün Senegal’de orta okula giden çocuğu heyecanlandırabilir. Miller’a göre genç kuşaklar, cahil, barbar veya kolaycı oldukları için kitaplardan kaçmazlar. Çağımız hız ve tüketim çağıdır, ringe çıkan nicelik, niteliği bir güzel pataklamış ama nakavt edememiştir. Rikkat ve dikkat tekrar ayağa kalkabilir.
Miller, Alis Harikalar Diyarı’nı on yaşında merakla eline almış, sonuncusu altmış beş yıl sonra olmak üzere defalarca okumuş, neredeyse hatmetmiş. Aynı metinde farklı şeyler görmüş. İsviçreli Robinson Ailesi’ni, uyku tulumlarının olmadığı o günün dünyasında diğer çocuklarla battaniyesine sarılarak, balsam kokusu koklayarak ve sönmekte olan kamp ateşi etrafında oturan yetişkinlerin mırıltılarını dinleyerek okumuş. Çocuk gözüyle kendisine yeni bir dünya yaratmış. Sonrasında tüm meslek hayatını o dünya içerisine inşa etmiş.
Miller’a göre kitapların “her biri gerçekleşmemiş alternatif olasılıktır, eşsiz değerdeki gerçek dünya tamamlayıcısıdır.” Romanlar kendi örnek uzayı içerisinde sonsuz ihtimal barındırır. İlk cümlede açılan parantez, son cümlede kapandığında, okurun biri esen yeli, düşen yaprağı, diğeri sevgilinin elini, yanağa konan buseyi hatırlar. Yaşadığımız toplum, kültürel değerlerimiz, duygu durumumuz, mevsimler bile yaratılan atmosferde etkilidir.
Klişe olacak ama işte edebiyat sırlarla doludur! Hikâye kendi rasyonalitesini kurar ve okura dayatır. Kahramanlar çevrelerini oluşturur, yaşamlarını sürdürür. Gerçek hayatta olabilecek her şey romanda karşımıza çıkabilir. Deprem olabilir, yangın çıkabilir, çığ düşebilir, bomba patlayabilir. Böyle şeyler bizim başımıza hiç gelmemiş olabilir ama bunların başkalarının başına gelebileceğini biliriz. Ucu bucağı olmayan ormana benzeyen edebi şahitliği, bodur çalılardan oluşan gerçek şahitliğe herkes tercih eder.
Kendi deneyimlerini bize sunan Miller’e teşekkürler. Okuma yazma zirvesine tırmanmak isteyen, patikayı bulmak zorunda!
Kaynak: Edebiyatın Otoritesi, Joseph Hillis Miller, çeviren: Orhan Tuncay, İlk baskı yılı 2021, Ketebe Yayınları.
edebiyathaber.net (28 Mart 2023)