Milan Kundera, “kuşak” kavramını “sürüleşme” olarak nitelendirse de; onun bunu söylediği çağlar bugün çok gerilerde kaldı.
Günümüzde edebiyat artık kuşaklar ekseninde oluşup gelişmiyor.
Kanonik yapı daha önemsenir, benimsenir düzeyde.
Örneğin; “iyi edebiyat” denilince ister istemez bunu bir kanon altında toparlayabiliyoruz. Tematik başlıklar da çıkararak birtakım ayrımlar yapılabiliyor.
Yazılan her kitabı, yazarını ille de bir “kuşak”la ilişkilendirmek de gerekmiyor günümüzde.
Gerçi şu her 10 yıllık dönemsel bakış/değerlendirme tarihsel ve sosyolojik olarak halen geçerliliğini korusa da; edebiyatı bu 10’ar yıllık dönemlerle anmak da 2000’lerden sonra pek mümkün değil.
Bir bakıma “anonimleşme” bunun göstergesi.
Yeni yazanlar kuşak/gelenek içinden gelmiyor. O izler, etkiler, bağlar, esinlerden pek beslenmiyor. Çünkü, dünyada kütlesel bir dönüşüm var. Her şey her yerde; her zaman o hızlı dönüşümde bir etki/izleme ivmesi yakalıyor; benzerini üretiyorsunuz.
“Kuşak” kavramı biraz da yerle/yerlilikle, aidiyetle ilgili. Bunlar bir araya getirici unsurlardır.
Şu da bir gerçek ki; ülkemiz tarihsel seyirde her dönem edebiyatını var etmiş; ama bir edebiyat çağını kuramamıştır.
Bundan şunu anlamalıyız: Roman okurunu öykü okurunu, şiir okurunu, deneme ve eleştiri okurunu pek yetiştiremedik.
Bunu yalnızca okuryazarlık için söylemiyorum, yazarlar için de aynı şey geçerli.
Geçen gün, bir toplantı molasında bir araya gelen şair yazarlarla konuşurken, kitapları da olan namlı birinin Yaşar Kemal üzerine ettiği sözleri işitince; ya hiç okumadığını ya da okuduklarını yeterince anlayıp yorumlayamadığını düşünmüştüm.
Avrupa toplumunu “roman toplumu” olarak tanımlayan Cioran yerinde bir tespit yapmıştır.
Roman toplumu kuramadığınızda edebiyatın gelişmişliğinden, “kuşak”ların gücü/etkisinden, hatta yetişmiş “birey”den söz edemezsiniz. Çünkü roman; insana insanı ve toplumu anlatır; eğitir, öğretir, gösterir, düşündürür, dönüştürür.
Edebiyat seminerlerimde “bir yazarınız olmalı/edebî akrabalarımız” temasının altını çizme nedenim de biraz budur; biraz da günümüz okuru/yazarı başka bağlar/bağlantılarla kendi okurluğunu, yazarlığını kurup biçimleyebilmesine kapı aralamaktır.
Örneğin; iyi bir Italo Calvino okuru olmak size çok şey kazandırır. Tutkulu bir Milan Kundera okuruysanız eğer; romana, deneme yazmaya neden yönelmeyesiniz… Carlos Fuentes de en az bir Tanpınar kadar ufuk açabilir sizde. Marquez’le Yaşar Kemal’i yan yana okumanız zenginliğiniz olabilir. Salâh Birsel’le Borges’i yan yana getirmenizin hiçbir engeli yoktur.
Evet, bence, artık günümüzde “kuşak” kavramı parçalanmıştır.
Siz, bugün, Küçük İskender’i şiiriyle hangi kuşak içine sığdırabilirsiniz? Ya Latife Tekin’i, Orhan Pamuk’u?
Bunu düşünüp tartışalım derim.
Zamansız düşler
Susan Sontag’la yapılmış uzun bir söyleşiyi okurken yeniden onun yazı evrenine döndüm. Nasıl yaşadığını hissettiren biri, ama nasıl düşündüğünün izlerini denemelerinde sürmek bana daha çekici geliyor. Jonathan Cott’un yaptığı söyleşide de bunu görmek size de “bilincin kapısını aralatıyor.” İyi yazarlar öyledir, duygu iklimlerini de nasıl anlatacaklarını bilirler; nasıl yaşadıklarını, nasıl okuyup yazdıklarını da…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (9 Aralık 2014)