Editör de neymiş? Kendini kitaba bırakmadan okuyan kimse. Kimse artık? Nasıl başarıyorsa bunu! Ya da bırakamadan okuyan. Ya da bırakmadan okuyabilen. Zaten kendini okuduğu kitaba kaptıranlardansa, zor! Editör, okuduğu metinleri çoğaltandır olsa olsa. Çoğalttığıysa, metni kitap nesnesine dönüştürmek için kendinden kattıklarıdır belki de. Ama çoğu zaman kitabın o dikdörtgeninin içinde kendine yer bulamaz. Kapak, metin, yazar ve çevirmenden ona yer kalmaz. Bırakılmaz.
Peki ya, kitaplarla haşır neşir pek çok insanın bile tam olarak bilmediği bir mesleği, kalkıp çocuklara anlatmak. Bu da bir editöre düşmüş. İşte bu yüzden Kašmir Huseinović’in yazdığı ve Andrea Pertlik Huseinović’in resimlediği Editör Yako çocuklara meslekleri anlatan çeşit çeşit kitap arasında farklı bir yerde duruyor bence. Kendi mesleğini, yayıncılıkla ilgili tüm sorunları, metinlerdeki sorunları, kitap okuma sevgisini kitabın karşısına geçip gözlerini kocaman açmış çocuklara anlatmayı çok iyi başarıyor. Kitapları onların gözünde daha değerli “oyuncaklara” çevireceği kesin. Çocuk gerçekliğinde kitapların nasıl ortaya çıktığının, işte editör gözünden hikâyesi.
Yazarı Kašmir Huseinović, 1961, Bosna Hersek doğumlu. Kendisi bir yayınevi sahibi: Kaşmir Ticaret. Aynı zamanda kendi yayımladığı çocuk kitaplarının yazarı. Ülkesindeki bir çocuk dergisinde köşe yazarlığı da yapıyor. Üstelik o bir editör. Muhtemelen kendi kitabını da kendisi çeviriyor İngilizceye. Biyografisinde şöyle yazıyor: “Huseinović, 1998’de üçüncü bilgisayarını satın aldı ve o zamanlar bilgisayar alan herkes gibi, bir yayınevi kurdu.”
Sakinlerinin kitap kurdu olduğu bir şehir düşünün. İnsanların okumak için kitap bulamadığı bir şehir. Bu şehrin belediyesinin ayırdığı bütçeden faydalanarak kitap basmak isteyen pek çok yayınevi peyda oluyor tabii. Bu defa da kitap sayıları arttıkça artıyor. Ama bunlar niteliksiz kitaplar çünkü çabucak hazırlanıyor, hemencecik matbaayı boyluyorlar. İşte yayıncılığın sorunlarıyla böylelikle tanışıyor çocuklar.
“Anlamadım! Sekiz cüceler mi? Ben onları yedi tane sanıyordum!”
“Bu hikâyede bir yanlışlık var. Dışarısı kapkaranlıkken gökyüzünde güneş parlayamaz!”
“Özel isimler büyük harfle başlar!”
Üstelik bu şehrin okurları çok dikkatliler. Kitaplar az ama özken, gerçekten bu hatalara rastlamamış olmalılar. Şimdi neredeydi o eskilerin doğru düzgün yayımlanan kitapları? Şehrin sakinlerini kitap okumaktan soğutur bu kitaplar.
Sonra, günlerden bir gün Yako’nun yolu işte bu şehre düşüyor. Hikâyenin kahramanı, yaşadığı şehirde gerçekten de tüm kitapların kahramanı Yako, bir editör. Onun işi bir metinde, yani henüz kitap olamamış bir metindeki düzeltmeleri yapmak. Henüz bir metin bile olamamış taslakları okuyup değerlendirmek, kitapları yayına hazırlamak. Kesinlikle şu değil ama: “Ne güzel bütün gün kitap okuyorsun!” Hiç kimse ona böyle bir şey söylemiyor. Zaten Yako mesleğini yayıncıların kitap yetiştiremediği bir şehirde icra ediyor.
Yako, daha küçük bir çocukken editör olmaya karar vermesinde yanlış yazılan kelimelerin ne kadar kötü sonuçlanacağını deneyimlemek yatıyor. Demek ailesinde editörlük mesleğini meslekten sayan biri var ya da ona editörlüğü anlatan. Kim bilir Yako kitapların künyelerini okuyan bir çocuktu ve itfaiyeci olmaktansa editör olmanın daha çok cesaret gerektirdiğine kanaat getirmişti.
Büyüdüğünde aldığı her işi zamanında teslim eden –ki bu çok önemlidir gerçekten– aynı zamanda elinden nitelikli kitaplar çıkan bir editör oluyor. Gece gündüz demeden çalışıyor. Uykusunda bile. “Rüyasında satır aralarına girip, uzun satırlarda koşarak tüm hataları düzeltmeye çalışıyordu.” Serbest editör o. Hep evde! Hep! Bir gün yeter artık, dediğinde yayıncısı ona dizüstü bilgisayar veriyor. Yako yine çok çalışsa da ama artık parkta çalışabildiğine seviniyor. Hak ettiğini kazanıyor mu peki Yako? Kendine vakit ayırmak onun için yine kitaplar mı demek, mecburen? Bu kitabı okuduğunuz çocuk ya da okuyan çocuk şöyle de sorabilir: “Ama Yako yine gece gündüz çalışıyor. Ne değişti?” Bilgisayar kullanıp kısa zamanda daha çok iş çıkaracak ve başka bir kitap gelecek, sonra başka bir kitap.
İşte editörün hali, çevirmenin vay haline! Bu kitap önce büyüklere. Kitaplara bayılırım diyen ama editörleri anmayan büyüklere.
Sima Özkan Yıldırım – edebiyathaber.net (15 Ağustos 2014)