Hangisidir “entelektüel” kavramını gerçek anlamda tanımlayan?… “Aklı (kendisinin aklını) izleyebilen kimse” diyen Albert Camus mu? “Entelektüel faaliyet ile entelektüel yaşamın birbirinden çok farklı olduklarını” ifade eden Noam Chomsky mi? “Entelektüel, basit bir şeyi karmaşık söyleyebilen kişidir.” diyen Bukowski mi?…
Bir de Edward Said var ki; “Sürgün, marjinal, yabancı, amatör olarak iktidara karşı hakikati söylemeye çalışan bir dilin müellifi” şeklinde modern entelektüeli tanımlayan…
Edward Said “Entelektüel” adlı kitabında bu kavramın geçmişten günümüze yüklendiği anlamları ayrıntılı bir şekilde inceliyor. Entelektüellik bir sürgünlük hali ona göre, çünkü; “Sürgün içinde yaşadığı toplumun (ve hatta dünyanın) yerlilerinden olmamayı, orada hep tedirgin, rahatsız ve başkalarını da rahatsız eden bir yabancı olmayı içeren bir konum…”
Eser boyunca entelektüel bireyin, aynı zamanda her türlü şart ve durum karşısında doğruluk standartlarından şaşmama çabasını vurgularken onun ideal insan, ideal toplum üyesi görüntüsünde olması gerektiğini savunuyor. Her türlü baskıya karşı çıkarak meydan okuyan ve bağımsızlığını koruyan bireyin entelektüel hayatın romansına adanmış ilgi çekici yaşamı, yazarı etkileyen özelliklerin başında geliyor.
Said, kitabında toplumdaki entelektüelleri ikiye ayırarak sınıflandıran Gramsci’ye de yer veriyor ve onun öğretmenler, din adamları ve idarecileri “geleneksel entelektüeller”, daha fazla denetim gücü elde etmek için çabalayanları ise “organik entelektüeller” olarak nitelendirdiğini belirtiyor. Bu durumda, bilginin üretilmesi ve yayılmasında katkısı olan herkesin geleneksel entelektüel şablonuna sokulduğunu görüyoruz.
Sayfalar ilerledikçe Benda’nın kitabında, başta İsa ve Sokrat olmak üzere Voltaire, Spinoza gibi şahsiyetlerin başlıca entelektüeller olarak karşımıza çıkıyor. Benda’ya göre gerçek entelektüeller, simgesel şahsiyetlerdir; güçlü kişilikleri ve her daim muhalafet konumunda bulunmalarıyla dikkati çekerler.
İnandıkları düşünceleri tek başlarına dile getirme cesareti gösterenlerin başında Jean-Paul Sartre, Bertrand Russell’i örnek verirken yazar, entelektüelin tanımını bir kez daha cesur ve farklı düşünce tarzıyla eşleştirmiş oluyor.
Edward Said’e göre düşünceleriyle yabancılığını ve yalnızlığını benimsemek durumunda kalan entelektüelin en büyük bireysel kazancı özgürlüğünü koruması ve devamlı olarak bilgisini arttırmasıdır. Bu arada elbette dili de mükemmel kullanmak mecburiyetindedir. O, daima zayıfın, görmezden gelinenin yanında olmakla mükelleftir. Bu durumda işi zordur fakat bu işin sıradan olmaması nedeniyle de her daim canlıdır. Entelektüelin özgür olması, elbette her aklına geleni yapması demek değildir; aksine bunun doğru olmadığını halka yansıtmakla görevlidir.
Entelektüellerin dilleri birbirinden farklı ve millî olsa da evrensel olmak zorundalardır. Ünlü sosyolog Edward Shils’in klasik entelektüellik tanımı kulağa hiç yabancı gelmez: “Her toplumda… kutsal olana yönelik sıradışı bir duyarlığa sahip, içinde bulundukları evrenin doğası ve toplumlarını yönlendiren kurallar hakkında birçok insandan daha fazla düşünen insanlar vardır.” Dolayısıyla entelektüel, azınlıktır ve statükoculuktan uzaktadır.
Misal, bir topluluğun çektiği eziyeti ve acıyı bir diğerininkiyle aynı bağlamda ele almak gibi meselelerin entelektüelin görevlerinden biri olduğu düşünüldüğünde, entelektüelin kendini popüler ve üstün görme gibi bir talihsizliğe düşmesi de mümkün olabilir. Bu da kitapta, entelektüelliğin handikaplarından biri olarak karşımıza çıkar.
Yazarın, entelektüele yüklediği özelliklerden biri de huzursuzluk ve mutsuzluk ifade eden sürgündür: “Sürgün, fikrî bir cüzzamlı, toplumsal ve ahlâki anlamda bir parya olmaktan duyulan korku ile bağlantılı olmuştur her zaman.” Bu nedenle sürgün, ne tam bağlıdır ne de tamamen ayrıksıdır. Belki de arafta bir yerlerde yaşamaktır entelektüelin kaderi. Bir parça hüzünlüdür. Yazar, sürgünün olumlu yanlarına da değinir. Sürgünlük ve marjinallik, bireye birtakım hazlar, eksantrik bakış açıları ve ayrıcalıklar da kazandırır: “Sorumsuzca ya da uçarı gibi görünebilen marjinallik durumu, adımlarını her zaman dikkatli atmak zorunda olmaktan, pişmiş aşa su katmaktan korkmaktan, sizinle aynı gruba dahil arkadaşlarınızı kırma endişesinden kurtarır sizi.”
Aslında her birey bir şekilde toplumun baskısı altında yaşamını sürdürmektedir. Entelektüel, toplum yaşamında her ne kadar farklılık yaratsa da yazarın deyişiyle; “Yegâne seçenekler topyekûn atalet ya da topyekûn isyan değildir.” Değildir elbette fakat Russell Jacoby’e göre de aslında; “kimseden medet ummayan, iflah olmaz ölçüde bağımsız bir ruh”, olması gereken entelektüelin yerini günümüzde, ceketlerinin önü ilikli, düşündüğünü söylemekten çekinen, nesnel insanlar almıştır. Dolayısıyla günümüzde entelektüelin yok oluşuna duyulan üzüntü dikkati çekmektedir. Toplumun farklı tavırlar sergileyerek entelektüelin arkasında durmaması da kaçınılmaz sonucu hazırlayan nedenlerden biridir.
Yazara göre günümüzde entelektüel, amatör bir ruh taşımalıdır ki her konuda ahlâki meseleleri gündeme getirme sorumluluğunu alabilsin, gerektiğinde toplumu, profesyonel rutinin dışına çıkartmayı başarabilsin. Yazar, bu konuda sözünü ettiği amatörizmi de özellikle açıklama gereği duyarak konuyu örnekliyor; “…bilirkişilerin ve profesyonellerin denetimindeki dışa kapalı bir lonca alanındansa kamusal alanın rizikolarını ve belirsiz sonuçlarını –geniş ve sınırsız bir dolaşımı olacak bir konferans vermeyi, bir kitap ya da makale yazmayı- tercih etmek demektir amatörizm.”
Gerek İslam gerekse Yahudi ve Hristiyan dünyasındakiler için olsun, bir entelektüelin düşünce ve ifade özgürlüğünden ödün vermemesi gerektiğinin de altını çizen yazar, bu konuda ödün vermenin, işine ihanet etmek demek olduğu görüşünü belirtiyor. Tutkulu bir entelektüelin politik olmaktan uzak durması gerektiğini söylerken Said, onun ideal ahlâki normlara uygun davranması görüşüne tekrar dönmüş oluyor.
Sonuç olarak gerek ülkemizde gerekse dünyada idealist entelektüelin gitgide tarihe karışma riski düşünüldüğünde Edward Said’in “Entelektüel”i önemli bir kaynak, bir başucu kitabı olarak kitaplıklarımızda yerini almalıdır.
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (18 Ekim 2018)