Genç Werther’in Acıları’nı bilseniz de, okumamış olabilirsiniz. Hele hele ilkgençlik yıllarınızda okumadıysanız, hayıflanmalısınız kendinize.
Bazı kitapların, kimi yazarların buluşma çağları vardır. Eğer bunu kaçırdıysanız, eksikliğini hayatınızın bir yerinde mutlaka hissedersiniz.
O söz, o düşünce, o duygu atlasından geçememek ruhunuzda çizikler, düşüncenizde eksiklikler, duygularınızda açıklıklar gösterir. İster farkına varın, isterseniz varmayın; hayatın bir yerinde süzülerek kendini hissettirir her biri.
Yaşam dengesinde bocalarken, bilme/öğrenme sıkıntısı çekerken, sevdiğinize sevmenizi anlatamazken ya da sevmeyi aşkı bilemezken hiç farkında olmaksızın bunların eksikliği sizi yoklar aslında.
Bir kusur olmasa da bir eksiklik, çöldeki yalnızlıktır böylesi ulu orta kalmak.
Yani şunu mu demek istiyorum; okumalısınız. Yaşınıza göre okumanız gerekenleri kaçırmamalısınız. Çünkü hayat öyle sandığınız kadar çok uzun değil.
Bir yazar, bir kitabıyla size dokundu mu; bırakmayın yakasını, diğer kitaplarına gidin. Sevdiğiniz bir adama, tutkusundan eridiğiniz bir kadına gider gibi gidin. Kendinizi verin, bir öğrenci gibi, ders çalışırcasına okuyun onu. Gözleriniz yoruluncaya kadar… Didikleyin, merak edin, başkalarının bakışlarına/sözlerine gidin; onu anlamaya, onunla yaşamaya, hatta didişmeye kadar vardırın bu okuma tutkunuzu.
Sevdiğiniz bir insana sadakatiniz gibi sadakat gösterin tutulduğunuz yazara.
Hele sizi deri değiştirmeye hazırlayan, gözeneklerinizi açan, heyecanlandıran, yeni şeyler söyleyen, ruhunuzun taşlarını yerinden oynatan biriyse o; daha fazlasını isteyin ondan.
Öğrenmek, bilmek, keşfetmek başka nasıl gerçekleşebilir ki sevgili okurum.
Sevmek gibidir, aşk gibidir okumak. Yazmak ise bunun dervişi kesilmektir. Bir tür ayindir yazmak. Bir zaman sonra onsuz edemeyeceğinizi görürsünüz. Hatırlayın Sait Faik’in o sözlerini…
Yazmak isteyen insan için her zaman bir kâğıt, yontacağı bir kalem ve yazabileceği bir masa vardır mutlaka. Yeter ki siz bir yerden başlayın, bir yazar tutsun sizin elinizden.
Goethe karşılaşması
Nice yıllar sonra, Goethe’ye dönünce sevgili okurum; iyi ki Genç Werther’in Istırapları’nı (1967, Recai Bilgin çevirisi, Remzi Kitabevi) o ilk aşkın esintilerine tutulduğum gençlik yıllarımda okumuşum, diyordum kendime. Sonra mektupları ve Faust… Bunu da salt anlamak için okumuştum. “Ne demek istiyor şimdi?” sorusu yetmiyordu başka şeyler de öğrenmek gerektiğini hissettiriyordu Goethe size.
Şimdi, bir sevdiğime söz verdim; ‘bu kez sizin için baştan sona okuyacağım Goethe’yi’ diye.
Böyle bir yazarla karşılaşmak her dem heyecanlandırır beni.
Hatırlarım, Frankfurt’taki müze-evini ilk gezdiğimde Goethe önce bakışlarıma, sonra da ruhuma ve düşüncelerime dokunmuştu. Bir sonraki gidişimde ise dayanamamış Faust’un Almancasını alıp, yakındaki bir cafede oturup Türkçesiyle karşılaştırarak okumaya çalışmıştım. Almancayı bilmiyordum, ama Goethe’nin kendi dilindeki enerjisinin ruhuma sinmesini istiyordum. Yazarak okuyordum. Ona tutunarak bu dili öğrenebileceğime inandırmıştı beni sevdiğim kadın.
“Yalnızca benim dilimde benimle konuşmak yetmez, Goethe’yi de okumalısın,” demişti o günlerde.
Gene de dilden dile geçen enerjiye inanırım.
İtalya yolculuğumda Goethe’nin İtalya Seyahati’ni Venedik yakınlarında, 1743’te inşa edilmiş olan Villa Condulmer’de okumaya vermiştim kendimi. O zamanı yaşarcasına, Goethe ile yolculuk edercesine Venedik lagünü bende derin izler bırakmıştı.
Henüz Montaigne’nin İtalya’ya yolculuk günlüğünü okumamıştım. Ama onun yolculuk üzerine ettiği sözler neredeyse ezberimdeydi. Öyle ki; o da beni alıp taşımıştı yazı ve yaşam yurdu Bordeaux’ya. Kapandığı şatosuna kadar gitmiş, ayine dururcasına masasına dokunmuş, yattığı odasının kerevetlerine kazıttığı Latince sözleri sökmeye çalışmış, adımladığı merdivenlerden usu usul çıkıp, inmiştim. Eğer o tutkulu okuma yolculukları olmasaydı, yazabilir miydim Montaigne: Gölgesi Kalemimim Ucunda’yı?!
Salâh Birsel’le Goethe’ye merakını çok konuşmuştuk. (Onun bu konuda bir kitabı da vardır: Goethe: Seçmeler, 1972, Milliyet Yayınları)
“Romantizmi, özellikle de Alman romantizmini bilmeden yazı yazılamaz; hele deneme ve roman hiç yazılamaz,” demişti bir gün. “Peki, şiir,” diye sorduğumda ise; “Şiir duygu işi değil, zeka işidir, akıl işidir,” diye yanıtlamıştı beni.
Şiire, yazıda, yeni bir beğeni yaratmak için bu kaçınılmazdır, diyen biridir Birsel. Öğrenme merakıdır onu denemede bu denli zengin içerikte yazmaya yönelten.
Goethe’nin yaşama/sanat yoluna, yolculuklarına yolunuzu düşürmek kadar zengin bir şey yoktur. Benzersiz bir dünya ile karşılaşırsınız onunla geçen her ânınızda.
Yardımcısı Johann Peter Eckermann’ın onunla yaptığı söyleşilerin yansımalarını içeren kitabı okuyunca o dünyaya daha da yakınlaşıyorsunuz. Elbette ki Georg Lukacs’ın Goethe ve Çağı başlı başına bir Goethe okuma/kavrama kılavuzudur benim gözümde.
Demem o ki sevgili okur; eğer Goethe’yi hâlâ okumadıysanız; Goethe ile Konuşmalar’dan başlayabilirsiniz, yanına da onun Gönül Yakınlıkları ile Thomas Mann’ın Lotte Weimar’da’sını alın…
Bu kitaplar sizi başka okuma adalarına çıkaracakları gibi, Goethe ile yolculuğunuz yaşamınızda neleri görmeden/hissetmeden yaşadığınızı da gösterecektir. Ne kadar yoksul/yoksun olduğunuzu daha iyi hissedeceksiniz…
Söylemesi benden.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (7 Şubat 2017)