“Bir kuzgun neden çalışma masasını andırır?..”
Patti Smith’in 2010 yılında yayımlanan Çoluk Çocuk adlı otobiyografisinin devamı olarak okuyacağımız M Treni, Smith’in hiçbir şey hakkında yazmanın o kadar da kolay olmadığını düşünerek tasarladığı bir özyaşam öyküsü metni. Çoluk Çocuk, kitabın adının da bu minvalde çağrışımlara açık olduğu üzere gençliğin, yolun başında duran ve öylece yaşama dair kurguladığı düşlerin peşinden gidecek gücü duyumsayan insanların şiirsel bir anlatısı idi. Bununla birlikte düşünce ve fikirleriyle tüm dünyayı etkileyen, herkesin aynı rüyayı görmeyi umduğu restorasyondöneminin de izlerini sürmenin mümkün olduğu gençliğe dair bir metindi. M Treni ise, bu tecrübeleri takip etmekle birlikte çok şey yaşamış, deneyimlemiş ve yaşamı hep kendi kelimeleriyle yeniden üretmiş olan yetişkin bir kadının belki de “hiçbir şey hakkında” yüksek cümleler kurmaya gereksinim duymaksızın yazmayı arzuladığı anıların toplamı. Başka bir deyişle, ölümlülüğün yaşattığı o garip telaşı aşma kaygısı… Bir yerlerde var olmuş, yaşamış olan bir kadının dünyayı kucaklama tutkusu. Bu sebeple olsa gerek metin, Smith’in Namibya çöllerinden Tanca’ya, Japonya’dan Paris’e ve diğer başka yerlere uzanan seyahatlerinin de seyir defteri bir yerde.
“Daktilosunun başında otururdu; şeridi öylesine eskimişti ki bazen sayfalara sadece sözcüklerin izleri çıkardı…”
M Treni, okurun da fark edeceği üzere mekânın hafızasını metnin izleğine yerleştirmiş olan bir günce. Patti Smith kitabın ana hafızasına mekânın tanıklık ettiği tecrübeleri kaydeder. Çoluk Çocuk, onun fotoğraf sanatçısı Robert Mapplethorpe’la yaşadığı aşkın etrafında şekillenirken M Treni, 1980’lerin başında evlendiği Fred Sonic Smith ile olan ilişkisi üzerinden yoğrulmuş bir özyaşam öyküsü. 1994’de Fred’in ölümüyle yaşam, başka ve büyük bir boşlukla Patti’nin dünyasını dönüştürür. Onun yarattığı kayıp, başka üretimlerle müzisyenin hayatına yeni bir yön verir. Her kayıp Smith için yeni ve hüzünlü bir kavuşmadır aslında. Kendi yaralarının gösterdiği işaretleri sil baştan tercüme ederek, kendine yeniden kavuşmaktır bu kayıplar bir anlamda. Ancak hayat önlenemez biçimde değişip, dönüşmektedir. Her şey kendi yolunun, kendi büyüme hikâyesinin peşine düşmektedir.“Oğlan büyüdü, baba öldü, kız benden uzun, kötü bir rüyadan dolayı ağlıyor. Lütfen sonsuza dek kalın, diyorum tanıdığım şeylere. Gitmeyin. Büyümeyin.” Patti Smith’in okuruyla bağ kuracağı en önemli duygu, onun bu özleminin, endişesinin kelimeleri arasında gezinmektedir. Her şey baş döndürücü bir hızla değişirken hayatın azalttığı, eksilttiği sevilen şeylerin yitip gitmesi ve ardında bıraktığı yalnızlıktır esas olan. M Treni, bu derin yalnızlık duygusunun bir kazanca, ilhama ve üretime dönüşme tutkusunu görünür kılan, bir yanıyla kederli bir metin.
Smith güncelerini peçetelere, defterlere kaydediyor. Sürekli listelerle gezen biri o. Okuma listeleri, seyahat listeleri, seyahat bavulu listeleri… Yaşama kök salmayı, onu güçlendiren şeyleri korumak istiyor. Tek hayali kendi kafesini açabilmek. Bunu da yine çoğunlukla okumalarını yaptığı ve kahvesini çok sevdiğiCafé ‘Ino’da tasarlıyor. Orada, her zamanki masasında sevdiği yazarların mezarlarında ve hatta onların hoşlandığı yerlerde dolaşmayı planlıyor. Bu bir çeşit vefa ama aynı zamanda yaşamla bağını kuvvetlendirecek bir dil kurma gayreti Patti Smith için. Geçen yıl İf İstanbul Film Festivalinde gösterime giren Frieder Schlaich’in 7 dakikalık Jean Genet İçin Üç Taş çalışması, Smith’in M Treni’nde söz ettiği, yazar Jean Genet için topladığı ve uzun yıllar bir sigara kutusunda sakladığı üç taşı, söz verdiği üzere Tanca’da Larache’de bulunan mezarına götürme hikâyesini filme dönüştürüyor. Albert Camus, Haruki Murakami, Roberto Bolaῆo, Akira Korosawa, YasujiroOzu, Setsuko Hara onun şefkatle peşinden gittiği diğer isimler… Edebiyatın, sinemanın, fotoğrafın Patti Smith’in yaşamında birer şifa kaynağı olduğu, metnin her sayfasında imleniyor şüphesiz. Bununla birlikte çağdaş bir metin okuduğumuz için, okurların büyük çoğunluğunun yakından takip ettiği televizyon dizilerine de referanslar veriyor punk şairimiz. Law and Order, CSI Miami, Forbydelsen ve The Killing gibi. Ancak Patti’yi en çok etkileyen The Killing (2011-2014) dizisindeki dedektif Sarah Linden ve StephenHolder karakterleri. Linden’ın hem oyunculuk hem de bedensel olanakları onu adeta büyülüyor. Belki de Linden’ın karanlığındaki çocukluk yaraları ona tanıdık bir şeyleri çağrıştırıyor. Kitabın pek çok bölümünde Linden’ı neredeyse bir metin karakteri olarak yeniden üretiyor Patti Smith.
“Yazdığı her şeye sahip olma arzusu ancak kendi yazacaklarımla bastırılabilir…”
Metinde okura dokunaklı gelen bir şeylerin varlığından söz ettik. Bir şairin düşüncelerinden ya da anılarından bahsettiğimiz vakit, romantik var oluş sancılarını da dile getirmek kaçınılmaz. Çoluk Çocuk’la başlayan büyüme hikâyesi, artık olgunlaşmanın farkında olan ve sevdiği şeylerin yitip gitmesiyle, bir yanı kırık ama hâlâ güçlü cümleleri kovalayan boyun eğmez Patti Smith tavrını, M Treni’nde okurunu da yolculuğuna dâhil eden bir yaşam serüvenine evriliyor. Geçmişin sesine kulak vererek her defasında yeniden üretilen…
M Treni, Domingo Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Seda Ersavcı’nın güzel çevirisiyle okuruna keyifli bir okuma pratiği vadediyor. Patti Smith’in yazma tutkusunun ilhamıyla okur belki Horses albümüyle punk rock’ın doruklarında düşler kurmayı deneyimleyebilir yeniden…
Esra Ertan – edebiyathaber.net (3 Aralık 2015)