Ödüller, ödünler
Ödüller üzerine yazmak, ödülleri sorgulamak netamelidir her zaman. Kimse pek yanaşmaz buna. Aman ürkütmeyeyim birilerini, ne olur olmaz mantığı! Edebiyat ortamımızda, birçok alanda olduğu gibi, bazı şeylerin çivisi çıktı iyice! Edebiyat ödüllerini de bu açıdan sorgulamak gerektiği kanısındayım.
Ödül aylarındayız. Ardı ardına açıklanan ödüllerin seyrini yıllardır izleyen biri olarak, her ödül zamanında aklımdan şu soru geçer; ödül verenlerle ödül alanlar paradoksunu insanlar bilse acaba ne derler verilen her ödüle?
Birçok ödül alan, aynı zamanda ödül seçici kurullarında bulunan biri olarak ülkemizdeki ödül mekanizmasının iyi işlemediğini, hatta kurumlaşamadığını söylemek zorundayım.
Giderek ödül enflasyonu yaşandığı gibi, seçici kurulların niteliği/seçimleri tartışılır düzeyde. Bu nedenledir ki birçok seçici kurul üyeliğinden ayrıldım, bazı önerileri ise gerekçeli olarak kabul etmedim. Edebiyatımıza yeni değerler kazandırdığına inandığım iki gençlik ödülünün seçici kurulundayım yalnızca.
Şunca ödül alarak ödüllere olan inancımı yitirdim diyemem, ama işleyişin tersliği ve giderek ödüllerin inandırıcılığını yitirmesi; hatta hatta ödülün ödüne dönüşmesi, insan kayırılması, popülerliğin gözetilmesi, seçici kurulların okuyup etmemeleri, “yapıt”a mı “kişi”ye mi yoksa “ihtiyacı olan”a mı gibi kategorilerin birbirine karışması ise tiksindirici gelmeye başladı.
Bir de her önüne gelen kişi/kuruluş/yerel yönetimin edebiyat ödülü vermeye soyunması ödül mekanizmasını gösteri toplumunun bir parçasına dönüştürdü. Bu da, ister istemez, ödünleri getirdi.
Bir edebiyat ödülünün yapıta/yazara ne kattığını düşünürüm hep.
Kabul görme, onanma, yaptığının değerli bulunması; evet, bunu anlarım. Yapıtının yayımlanması veya “çok satılması”, bunun artık bir geçerliliği yok. Ün ya da para getirmesi… İşte burada biraz durmak gerekir. Çünkü ödüllerle okurun hiç ilgisi yoktur. Neden mi? Çünkü artık bizde ödül bir “kayırma” kurumuna dönüşmüştür. Seçici kurullara bakın ne demek istediğimi anlarsınız. Nobel’i, bunun verilme biçimini, hatta seçici kurulunu eleştiren bir toplum kendi ödüllerinin seyrini görmezden geliyor; sorgulamıyor, itiraz etmiyor. Üstüne üstlük okur olarak seçiminde zaman zaman bunun popülerliğini gözetmesine karşın!
Muhafazakâr kesimde yer alan, çok değer verdiğim, yazdığı öykülerin niteliğine inandığım usta bir öykücümüzle, yakın zamanda bir gün Cağaloğlu Yokuşu’nda karşılaşmıştık. Çıkan yeni öykü kitabını okumuş, hatta bir de yazı yazmıştım. Kendisine, “Bu kitabı gelin Sait Faik Hikâye Armağanı’na gönderin, nicedir bu ödül sizin hakkınız” demiştim. Gülümseyerek olumsuzlamıştı. Kinayeli değil, çok gerçekçi sözler etmişti. Gene de ben; ”Öyleyse ben gönderirim, neden vermediklerini kendileri açıklasın o zaman” dememe rağmen, bu konuşma öylece kalmıştı aramızda.
O yılın öncesi ve sonrasında ödül kazanan yazarlar/yapıtları bu öykücümüzün yanından bile geçemezdi.
Siz bir ödülü ve seçici kurulunu eleştirdiğinizde nasıl haklı gerekçeler öne sürerseniz, ödül seçici kurulları da (yazar ve yapıt bağlamındaki) gerekçelerini birer raporla açıklamak zorundadırlar. Ama ne yazık ki böyle bir gelenek yok bizde. “Verdim” denir, her şey oldubittiye getirilir. Oysa gerekçesi sağlam ödüller her zaman seçici kurulunu da gözde kılar, inandırıcılığı artırır, ödüle güvenli bir boyut katar.
Ödüllerin kurumsallaşması ancak böyle sağlanabilir. Yoksa yıllara ve ödülün adına, seçici kurulda şu bu vara göre değil.
Ödüller konusunda kişisel anılarıma/gözlem ve deneyimlerime girmek istemem. Uzun hikâyedir bunlar. Hem bu, birçok kişiyi gönendireceği kadar incitebilir de. Gördüğüm bir şey var ki ödüller edebiyatın cansuyu olma özelliğini giderek yitirmektedir. En çok bunun neden/niçinlerinin sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Birçok önemli yayınevinin, kültür kurumunun ödüllere kapı aralaması gerekirken, aklına esenin bir ödülle ortaya çıkmasını da anlamış değilim. Üstelik bunlara seçici kurul üyesi olarak adlarını veren yazarları, kültür insanlarını anlamak ise daha güç!
Thomas Bernhard’ın ödül konuşma metinlerini bir araya getirdiği Ödüllerim kitabını okurken dikkatimi çeken birçok noktayı okuma günlüğüme not ederken, kendi ödül konuşma/konuşamama metinlerimi düşünmüştüm bir ânda… Bazılarını yayımladım, bazıları ise dosyamda durur… Ödül çelişkisi kadar ödül eleştirisi de vardır bunların içinde. Tıpkı Bernhard’ın yaptığı gibi, ben de –ileriki aşamalarda- neden bu ödül verildi sorusunu sormuştum kendime çoğu kez! Çünkü yeterli/inandırıcı bir gerekçe yoktu karşımda. Bir plaket, bazen küçücük bir para veya A4 kâğıda yazılmış bir “kazandınız” ifadesi…
Galiba biz hiçbir şeyi ciddiye alarak yapmıyoruz, iğretiyiz. Bu yüzden de çoğunlukla inandırıcı değiliz. Özü, dostlar alışverişte görsün! Bir gün, bu yanını eleştirdiğim için, Orhan Kemal Roman Armağanı seçici kurul üyeliğinden ayrılmıştım. Artık babası adına kitaplarını imzalayan Işık Öğütçü farkında bile değildi bu eleştirimin ya da görmek istememişti bazı şeyleri! Sonrasını siz düşünün derim…
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (18 Haziran 2013)