Edebiyat teorisi-eleştirisi çalışmalarıyla ve Edebiyat Ne İşe Yarar’ıyla tanıdığımız Rita Felski’nin yeni kitabı: Eleştirinin Sınırları. Eleştiri ve sınır deyince çizgileri belirlemek hayli zor; fakat bu yazıda o sınır edebiyat eleştirisinin kendisi olacaktır. Edebiyatın malzemesi dil, ortaya konulan sanat eseri kitaplardır; dolayısıyla edebiyat eleştirisi metinler üzerinden yapılır. Yazar, okur ve dönem odaklı eleştiriler bile en nihayetinde metinlerden geçer. Fakat eseri bırakıp eylemlerden bahsetmek, edebiyatın değil şahıs ve kurumların çıkarlarını gözetmek edebiyat eleştirisi değildir, eleştiri bile değildir; onun ne olduğunu tanımlamaya çalışmakla vakit kaybetmeye gerek yoktur. Bu zaruri açıklamadan sonra şunu da belirtmeye gerek var: Eleştiri deyince akıllarda olumsuz bir yargı oluşsa da edebiyat eleştirisi yapmak demek, metnin bütün olumsuz özelliklerini sayıp dökmek değildir. Metni her açıdan ele almak, incelemek, derinlerine inmek, ilişkilendirmek, bağ kurmak, yorumlamak, görünmeyeni göstermek ve eleştirmen görüşünü de katarak metni bir adım öne taşımaktır.
“Günümüzde toplumsal eleştirmenin görevi, gizli gerçekleri açığa çıkarmak ve başkalarının göremediği kötü niyetli, mantık dışı anlamları ortaya dökmektir. Modern çağ, militan okumanın yeni bir biçimini müjdeliyor: Ricoeur’ün şüphenin hermenötiği şeklinde adlandırdığı şey” diyerek amacının bu düşünce biçimini yeniden betimlemek, yorumlamak ve değiştirmek olduğunu vurguluyor Felski. Şüphenin yorumunun yorumu, tavuğun suyunun suyu gibi algılanabilir, kendisi de zaten “eleştirinin labirenti boyunca kılavuz olarak Ricoeur’ün ifadesine olan güvenim bazı okuyuculara yanlış gelebilir” diyerek bu önyargıyı destekliyor. Bununla birlikte eleştirinin sınırları var mıdır, varsa bu sınır nasıl bir alana tekabül eder? Yoksa eleştirinin sınırlarından kast edilen, eleştiri yapmayı güçleştiren şeyler midir, o hâlde bunlar nelerdir? Kitap boyunca “Eleştiri sınırsız değil sınırlı olsaydı; sonlu ve yanılabilir olsaydı; eleştirinin bazı şeyleri iyi, bazı şeyleri kötü yaptığını ya da hiç yapmadığını kabullenmek zorunda olsaydık?” gibi sorularla aslında eleştirinin sonsuzluğuna ve onu sınırlandıran şeyler üzerine kafa yoran Felski eleştirinin her zaman en iyi araç olmadığını kabul etmemiz gerektiğini belirterek henüz yolun başındayken terimin kendisine bile şüpheyle yaklaşmayı savunuyor. Kitabı bölümlerden hareketle incelediğimizde şöyle bir kuşbakışı çıkıyor:
1. Şüphenin taşıdığı riskler
Felski öncelikle Ricoeur’ün şüphenin hermenötiği kavramını yorumluyor. Yorumlama bir şeyin ne anlama geldiği ve neden önem taşıdığına gönderme yapar ama şüpheci yorumlama bunu aşan bir şeydir. Hem bu bölümde hem de kitabın genelinde şüphe, anahtar kelime. Dolayısıyla okuduğumuz her şeye biz de şüpheyle yaklaşıyoruz. Zaten edebiyat araştırmalarında eleştirmenin bürüneceği ilk ruh hâli şüphe duymaktır diyor Felski. Bir metot olarak metne şüpheyle yaklaşmak, eleştirinin ve edebiyat biliminin ilk adımı.
2. Derinlere inmek ve uzaklaşmak
Şüpheci okuma pratiğini destekleyen mekânsal metaforların ele alındığı bu bölümde metni kazmak mı yoksa onun yüzeyinde kayıp sıçramak mı sorusu ön planda. Cevap ise net: Bir eleştirmen tıpkı arkeolog gibi o çok değerli nesneye ulaşabilmek için mücadele vermeli, derine inerek okumalıdır. Çünkü metinler söylediklerinden çok daha fazlasını kast ederler; eleştirmenin görevi metnin görünen anlamlarını çoğaltmak değil, üstlenmeyi reddettiği şeyleri bile ortaya sererek söylenmemiş olanı bulmaktır. Eleştirinin sınırları bir açıdan eleştirmenin sınırlarıyla doğru orantılıdır.
3. Müfettişin ziyareti
Felski, eleştiri ve suç arasındaki ilişkiden giderek eleştirinin suç, eleştirmeninse bu suçu ortaya çıkaracak dedektif olduğunu belirtiyor. Çünkü her ikisi de olayları kronolojik bir dizinin içine yerleştirir, kötülüğe bulaşmış faillerin izinin sürer ve suçu bölüp dağıtır. Her iki durumda da kötülüğü saptamak gereklidir. Şüpheci okumalar ise sebepleri belirlemeyi ve suç atfetmeyi amaçlayan olay örgüsü oluşturma biçimleridir.
4. Eleştiri
Felski eleştirinin entelektüel kökene, felsefi ve politik düşünceye dayalı olduğunu ileri sürerek kavramın kendisine odaklanıyor ve onun bir tür olduğunu ısrarla vurguluyor. Eleştiri sadece analitik değil aynı zamanda duygusal, sadece anlatının eleştirisi değil aynı zamanda bir anlatı çeşidi, sadece katı ve inatçı bir teyakkuz değil aynı zamanda kendi zevk ve tatminleriyle donanmış bir faaliyet. Güncel eleştiri retoriği ise beş maddeyle şöyle:
*Eleştirinin ikincil bir şeydir yani her eleştiri metni, var oluşunu başka bir metne borçludur. Eleştiri olarak yapılan şey, edebiyata karşı edebiyatın eleştirisidir.
*Eleştiri olumsuzdur. Eleştiriyle meşgul olmak analiz edilen metindeki kusurlarla, ihmallerle, eksiklerle ya da kaytarmalarla boğuşmak demektir ve bunlar olumsuz eylemlerdir.
*Eleştiri entelektüeldir.
*Eleştiri aşağıdan gelir. Yani otoritenin faaliyeti değil, otoriteye karşı bir faaliyettir, put kırıcıdır.
*Eleştiri, rakiplerine müsamaha göstermez.
5. Bağlam kötü kokuyor
Felski bu bölümde metnin bağlamlarına, tarih ve eleştiri-sonrasına odaklanıyor. Felski’ye göre metinlerin zamansallığı sabit ya da donmuş değil, bilakis dinamiktir, kendi zamanlarına ve ötesine seslenirler. Burada tarihselçilikle hesaplaşmak gerekir. Felski’ye göre metinlerin edebi, evrensel ya da tarihdışı olduklarına ikna olan eleştirmenler nedense bütün bahislerini zaman kavramı üzerine oynarlar; oysa zaman, eleştirinin sınırlarını aşan bir kavram, sanat eserleri ise bütün zamanlara hitap eden yapıtlardır. Önemli olan eleştiri-sonrasıdır. Bu metin neyi çürütüyor sorusu yerine bu metin ne yaratıyor, neyi inşa ediyor ve mümkün kılıyor gibi sorulara cevap aranmalıdır. Çünkü edebiyat araştırmalarının amacı eseri sorguya çekmek, dil hapishanesinde sıkışıp kalmışlığımıza hayıflanmak, metinlerden ve zamandan şikâyet etmek değil; onların derinlerine inerek kimsenin göremediğini görmek, tutup suyun yüzüne çıkarmak ve bir adım öteye taşıyabilmektir.
Eleştirinin sınırları ve zorlukları çeşitlidir. Felski’ye göre edebiyat eleştirisini etkili ve sistemli tek makine olarak görmek sorundur, sanat eseriyle ilgili bu tek taraflı görüş eleştiriyi sınırlandırmaktadır. Bir başka sınır, duygusallığı yasaklamasıdır. Eleştirinin metne boyun eğmemesi gerektiğinden yola çıkan bu tutum metin karşısında hayranlığı ve alımlamayı reddederek onu sınırlandırır. Diğer sınır toplumla ilgili betimlemedir; özünde muhalif olan eleştirici bu yönüyle toplumu tedirgin ve rahatsız edici bir sorunsallaştırmaya doğru gider. Metodolojik asimetri, bir başka sınır olarak karşımıza çıkar, yani edebiyat eleştirisi bir sanat eserinin eksiklerini teşhis ederken bunları çok daha geniş çerçevelere başvurarak açıklar: toplumsal, kültürel, psikanalitik, tarihsel, dilbilimsel vb. açıdan metnin gerisine bakar ve böylelikle alan genişler, sınır çizmek zorlaşır.
Normal şartlarda her ne kadar sanatsal yönü ağır bassa da eleştiri türü söz konusu olduğunda edebiyatın yaklaştığı alan bilimdir. Eleştiri, edebiyat biliminin konusudur ve bilim şüpheyle birlikte tarafsızlık ister. Felski şüpheyi iyi yakalasa da tarafsızlık konusunda tökezliyor. Haklı da. Kendisi de bir okur olan eleştirmenin metinden duyduğu estetik haz, alımlama derecesi, beğeni ölçütleri ne kadar tarafsız ve nesnel olabilir? Yazıyı eleştirinin sınırlarından sonra gerekliliğini de vurgulamak için Felski’nin sözleriyle bitirelim: “Neden düşmanlarımız söz konusu olduğunda dilimiz çözülüyor da sevdiklerimiz söz konusu olduğunda acı çekercesine dilimiz tutuluyor?”
Senem Gezeroğlu – edebiyathaber.net (6 Mart 2019)