Söyleşi: Gökçe Tokatlıoğlu
Büyülü gerçekçiliğin yeni temsilcisi olmaya aday, 2022 Everest Yayınları ilk roman ödülü sahibi Elif Demirel ile “Geceden Beri” adlı etkileyici ilk romanı hakkında söyleştik.
Elif Hanım, romanınız Everest Yayınları ilk roman ödülünü aldı, tebrik ederiz. Sizin yazıyla maceranız nasıl başladı?
Teşekkür ederim. Yazıyla olan maceram okuma yazma öğrenir öğrenmez günlük tutmaya başlamamla başladı diyebilirim. Kitapları da çok severdim. Özellikle lise dönemimin edebiyat anlamında bende mühim bir etkisi oldu. O dönem gerçekten çok fazla okurdum ve şimdiki gibi seçici değildim, kitap konusunda oldukça midesiz ve açgözlü davranırdım, hiç yan yana getiremeyeceğimiz yazarların kitaplarını okurdum. Sanırım o açlık hissi, nihayetinde bir tarz oluşturmama sebep oldu.
Bildiğiniz gibi herhangi bir romanı okuduktan sonra karakterleri bizimle yaşamaya devam ediyorsa, o romanın etkileyici bir anlatım ve kurguya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Sizin romanınız da böyle bir kitap. Bu romanın oluşum fikri nasıl doğdu ve önce hangi karakterin hikayesini zihninizde canlandırdınız?
Böyle düşünmeniz beni mutlu etti. Bir roman yazmak istiyordum, daha doğrusu bir kocakarının hikayesini yazmak istiyordum, bilge bir kocakarının hikayesini. Ama kurguyu kafamda bir türlü oturtamamıştım. Derken bir rüya gördüm. Kitapta Gece’nin hikayesinin başlangıcı ve kilit noktası sayılabilecek olayı aynen rüyamda görmüştüm. Tabii rüyada olay benim başıma geliyordu. Uyanır uyanmaz rüyayı hemen not etmiştim, unuturum diye çok korkuyordum. Bu yüzden bu roman bana ”yaz” diyen bir rüyanın sonucu ortaya çıktı diyorum. Haliyle önce Gece’yi sonra konuklarını zihnimde canlandırmaya başladım.
Romanda olay örgüsüne baktığımızda sondan başa doğru döngüsel bir zamanlama ile aktarılıyor. Karakterin başına ne geleceğinin işaretini daha önceden verip, belirsizliği de bir yandan sürdürmekle gerekli gerilimi yaratmışsınız. Romanda okuyucuya bırakılan kısım, zaman akışını sezgileriyle takip etmek. Bu tarz bilinçli bir seçimle tekniği düşünerek mi yoksa romanın akışının getirdiği bir yönelimle mi oldu?
Romanın bütününe hakim bir gizem ve gerilim hali mevcut. Bunu bilinçli yaptığımı söyleyebilirim. Gece’nin taşıdığı bir lanet var, buna sebep olan nedir, o köyde nasıl bir hayat akıp gider, bu soruların cevabını bilmek ve hikayeyi kafamızda mantıklı bir yere oturtabilmek için Gece’nin geçmişini anlatmam gerekirdi. Bu yüzden bir köy hayatından bir de o gecekondu mahallesinden bölümler yazdım.
Yaratılan karakterlerin her birinin farklı bir hikayesi var. Kahramanların çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Kadının toplumsal ve kültürel yapıda nasıl konumlandırıldığına, toplumsal gerçeklere yer veriyorsunuz. Bir yandan da kurgudaki mitsel anlatımla; metne kendi zamanını, kendi dünyasını, ilişkiler bütününü kazandırmışsınız. Siz feminist okumalara ne zaman başladınız ve nasıl yerleşti? Kendinizi nerede tanımlarsınız? Kadın yazını, kadın yazar gibi tanımlamaları doğru bulur musunuz?
Kahramanların çoğu kadın, doğru. Sürekli kadın karakterler ve kadın hikayeleri yazıyordum, bu romanla biraz bunu da kırmak istedim ve Gece’yle görüşen erkek karakterler de yazdım. İyi ki bu şekilde yazmışım diyorum çünkü erkek karakterlerin olduğu bölümleri yazmak çok zevkliydi.
Kendimi bildim bileli feministim. Feminizmin ne olduğunu bilmezken dahi feministtim. Feminist mücadele hayatımda çok önemli bir yere sahip demek istemiyorum çünkü hayatım tamamen o mücadele haliyle geçiyor, buna bir oran vermem mümkün değil. Feminist okumalara da lisede başlamıştım. Ben lisede Cinsel Politika okuyordum mesela, pek anlamıyordum ama okuyordum. O karmaşık metin bile zihin açıcı geliyordu, o karmaşanın içinde beni harekete geçiren bir güzellik vardı, bunu seviyordum. Okul çantamda sınıf arkadaşlarımın hiçbirinin ilgisini çekmeyen gazetelerin, kitapların olması bana garip bir haz veriyordu. Bilginin en büyük güç olduğuna inanan gencecik bir öğrenciydim. Yüksek lisansımı da Kadın Çalışmaları alanında tamamladım. Pek çok şey öğrendim, hatta bu alanda yüksek lisans yapmak bana okumayı yeniden öğretti diye düşünüyorum. Kadın yazını, kadın yazar gibi tanımları biraz ayrımcı buluyorum. Ama feminist edebiyat öyle değil, hem çok kapsamlı hem de ayrıştırmayan bir alan sunuyor. Feminist edebiyat kapsamında yazılan çoğu şeyi okumaya çalışırım. Etkilendiğim, hayran olduğum metinlerin yazarları genellikle kadınlardır, kadınların bu işte erkeklerden daha iyi olduklarını düşündüğümü saklayamam. Bu yüzden kadınların daha çok yazmasını isterim. Annie Ernaux’nun Seneler romanında çok etkilendiğim bir bölüm var. Yanılmıyorsam sağlıklı kürtaj hakkı için sokağa çıkan kadınlardan bahsettikten sonra kadınların binlerce yıldır kan revan içinde hayatlarını kaybetmelerini durdurmak bize düşmüştü diyor ve bizi kim unutabilirdi ki, diye soruyordu. Ben de sormak isterim: Kadim zamanlarda rumuzla yazmak zorunda kalan, aşağılanan, aklıyla alay edilen, edebiyat dünyasından dışlanan, hayatının bir döneminde muhakkak fiziksel ya da psikolojik şiddete maruz kalan ama buna rağmen asla yılmayan, üretmeye devam eden binlerce kadınız.
Bizi kim unutabilir ki?
Varoluşa dair hikayeler tüm toplumların mitolojilerinde yer alıyor. Siz de inançtan kaynaklanan bir mitsel anlatıyı olay örgüsü içinde merkeze yerleştiriyorsunuz. Mitsel anlatıların sözlü gelenekle aktarıldığı ön kabulüyle sizin aile ya da çevrenizde öykü anlatan, şifa veren, ozanlık yapan kimseler var mıdır? Hikâyenin ana karakteri Gece, annesi Menekşe, Anneannesi Gülizar bu karakterleri hangi özellikleriyle romana çağırdınız?
Ailemin ya da yakın akrabalarımın içinde öyle biri yok. Epey uzun bir zamandır hemen hemen her yaz köye giderim, orada bu hikayeleri anlatan, bu ritüelleri devam ettiren pek çok insan var. İlgimi çeken bir şey oldu mu peşini bırakmam, not alırım, başka insanlara sorarım. Bu romanın temeli de o şekilde atıldı. Benim anneannemin adı da Gülizar. Gece ve anneannesi, fiziksel olarak benim ailemin kadınlarına benziyor. İnce uzun beden yapısı, kumaşlara, kıyafetlere olan düşkünlük, yaşıtı kadınlara pek benzememe hali… Bu özellikler için kendi ailemin kadınlarından feyz aldım.
Visal karakteri Kurtlarla Koşan Kadınlar kitabındaki Vasalisa’ya selam gönderiyor. Bu öykü hayat-ölüm döngüsü içindeki her kadının sezgi gücünün kutsanmasıyla ilgili bir öykü. Bu kitap sizce kadın okurları nasıl etkiledi, sizdeki etkisi nasıl oldu?
Visal Hanım’ın hikayesi kısa ama çarpıcı olsun istedim. Hatta şimdi düşünüyorum da, o bölümden apayrı bir roman bile çıkabilirmiş. Kurtları çok seviyorum, hem güçlü hem savaşçı hem de karizmatik hayvanlar bence. Kadınlarla benzer yönleri olduğunu düşünüyorum belki de.
Kitap henüz çok yeni, okurlar üzerinde, bilhassa kadın okurlar üzerinde nasıl bir etkisi olur, buna cevap vermek için erken. Bendeki etkisi aynı kendisi gibi büyülü oldu. Bu roman başkasının yazdığı bir roman olsaydı, okuyup bitirdikten sonra “keşke böyle bir şey yazabilseydim” diye imrenir miydim acaba sorusunun cevabı benim için mühimdir. Çünkü tarafsız değerlendirebilmeyi ve gerçekten sağlam bir metin ortaya koyabilmeyi isterim. Bu anlamda istediğimi aldım diyebilirim.
Romanın dili ve edebi araçların kullanımına baktığımızda, üst kurmaca tekniği ve metinlerarasılık başvurduğunuz araçlardan. Sizin okur olarak, yazar olarak yazılanlarla ilişkiniz nasıldır? Yol haritanızda, size eşlik eden yazarlar kimlerdir desek?
Çok fazla var elbette ama ilk aklıma gelenler Ingeborg Bachmann, Tove Ditlevsen, Virginia Woolf, Simone de Beauvoir, Anne Ernaux, Adalet Ağaoğlu, Latife Tekin.
Cemil Kavukçu gibi bir ustanın editörünüz olması size neler kattı?
İlk romanımın editörünün Cemil Bey olması, onunla çalışmak büyük bir şans bence. İlk konuşmamızda bana, gerçekten çok temiz bir dosya, bu yüzden işimiz çok kısa sürecek, demişti. Ondan böyle bir şey duymak muhteşem bence.
Ödül aldığınızı öğrendiğinizde nerede, ne yapıyordunuz? Kendi yolculuğunuzu değerlendirirken kitabınız neler hissettirdi? Son olarak yazmak isteyenlere neler önerirsiniz?
Ödülü kazandığımı öğrendiğimde evdeydim. Hem ruhsal hem fiziksel olarak kendimi çok kötü hissettiğim bir haftanın sonuydu, cuma günüydü yanlış hatırlamıyorsam. Salonda uzanıyordum, çok bitkindim. Telefonum titremeye başladı, telefonla konuşmaktan pek hoşlanmam, bu konuda başarısız olduğumu düşünüyorum. Ekrana baktım ve kayıtlı olmayan bir numaranın aradığını gördüm, acaba açmasam mı, diye düşündüm ama açtım. Haberi alınca çok sevindim ve yeniden ayağa kalktım. Bu ödül ve bu roman bana şu ana dek hep güzel şeyler hissettirdi.
Yazmak isteyenlere ne önerebilirim bilmiyorum. Böyle konularda iyi değilim. Ama bolca okumanın yanında bolca yazmak belki de en önemlisidir. Yazmak eli açar, her yazdığımızı yayımlatmak zorunda değiliz neticede, bir iç dökümü olarak yazmak bile yeterlidir. Sonra bir şekilde yolumuzu ya da sesimizi buluyoruz.
edebiyathaber.net (20 Nisan 2023)