Komşu Duvarı’ndaki öyküleriyle Vicdan Efe’nin sesini dinliyorum.
Zehra İpşiroğlu, iyi bir okur olmanın koşulu olarak bilinçli sezgiler arasında gelgitlerin ritmine ayak uydurarak, yazarın dünyasına adım adım girmek olduğunu belirtir. Bu adımlamaların patikaları olan zengin anlatımlı öyküler buluruz Komşu Duvarı’nda. Sık rastlanan, göz hizası olayları, özgün kalemiyle resmetmiştir Vicdan Efe. Bu resimlerin içine, yazarın dünyasına girmeyi deniyorum. Bazen kullandığı malzemeler ilgimi çekti, bazen desenin bir ayrıntısı, bazen dokusu, bazen bulunduğu yer…Yazarın sesini duymaya çalıştım ve onun sesinde, olup bitenler içinden nelere dikkat ettiğini ayırt etmeye çalıştım. Bunlar karşısında ne hissettiğini de sordum kendime. Dünyayı nasıl hissediyor? Dünyayı algılaması, anlatma biçimi nasıl? Saptamalarıyla, seçtiği gösterenlerle toplum ve tarihle kurduğu bağlantılar neler? Küçülterek inanılmaz yoğunluk kazandırdığı parçalar neler? Ara kavramları nasıl kullanıyor? Önemsediğim bunlar. Belki biraz bencilce
Öyküleri incelemelerimde yüzey araştırmaları olarak tanımlanan ilk iki katman dil ve biçem konularına metinde öne çıkmışlarsa önem veririm. Burada kitabı yeni eline alacaklara olup bitenlerle ilgili tanıtıcı bir şeyler söylemekten çok kendim için, Vicdan Efe kaleminin tadına varmak amacıyla, doğrudan ve özellikle derinlikli okumaya yöneldim. Bu okumayla, metinlerin gösterenlerine, toplumsal yapıyla, kültürle ilişkileriyle, simgeselliğiyle, çağrışımlarıyla ilgilendim ki, her okurun bunlardan haz alacağından eminim. Zaman zaman metnin bilinçli dilinden öte bilinçaltı dilini okurken, yorumlarken nefis bir kokuyu içime çekercesine arkama yaslandığım oldu. Metinlerin arka planlarında yatan felsefi görüşleri keşfetmek ise ayrı bir heyecan. Okur alılmaması çizgisine yönelmiş çalışmamda o yüzden öykülerle ilgili ipuçlarına pek rastlayamayacaksınız. Burada yapmak istediğim “açıklama” çalışmasıdır. Yazınsal metinlerle iletişimimi tanımlamak için R.Barthes’in “açıklama” tanımına başvuruyorum. O da şudur; alımlama, yorumlama sürecimi içeren, yazarla aramızda gelişen, yapıcı alışverişle, etkileşimle yapıtları tüm boyutlarıyla irdelemeyi amaçlıyorum. Öznel olarak dağarcığımdan yola çıkan benim alılmamalarımdır. Nesnel olarak yapmaya çalıştığım ise doğrudan yapıttan hareket ederek, metinleri hem bütünsel boyutlarıyla, hem incelik ve ayrıntılarıyla irdelemek, aynı zamanda bunların bir biriyle ilişkilerini araştırmaktır. Ama kuşkusuz benim bu kişisel hazlarımı içeren metnin her ortamda yer bulması yer darlıkları nedeniyle pek olanaklı değil, o yüzden küçük notlarla yol alacağım.
On üç öykü 123 sayfadan oluşan bu öykü kitabıyla ilgili okuma notlarımı hemen paylaşmak, daha çok kişinin okuması için acele ve heyecan duymaktan kendimi alamadığımı belirtmeliyim.
Yaşam İstasyonu öyküsüyle başlıyoruz okumaya. Yirmi sekiz sayfalık hayli uzun bir metinle okuru selâmlamak istemiş Vicdan Efe. Bu öykünün mekânı tren. Dar ve kapalı bir mekân olmasına karşın hareket edebilme yetisi oluşu çok çekici bir düzenleme. Üstelik makinist ve alışıldık yol haritası dışında yolcuların kendi yol haritalarını seçme, treni hareket ettirme haklarının olduğu bir ortam. Bu yanıyla hemen ilgi çeken tümüyle metaforik bir öyküyü heyecanla ve sürekli günlük yaşamımıza göndermeler yaparak okuyoruz. Bunu bize yazar hissettirmeden sağlıyor.
Sf. 9’da “(…) Bir süre sonra hepimiz aynı kokuya bürünmüş, fersiz ışığın altında yalnızca birer insan silueti haline gelmiştik. Sarımsı bir griliğe boyanmış yolculuk heyecanımızı sönümlemek üzereydi (…)” betimlemesini not almadan edemedim. Yazar yolculuk ve mekânla ilgili anlatısını yine 9. sayfada ilginç bir yön değiştirme yaparak “(…) Sizin özel yolcular olduğu bilgisi verildi bana. O yüzden planlanan yönü, gidilecek şehri hep birlikte belirleyeceğiz (…)” dedirtir makiniste. Bu alışılmadık durumla başlayarak, öyküde şaşırmalarımız ve merakımız hep diri tutuluyor. Makinist karakteriyle iktidarı elinde tutan erk, bürokrat karakteriyle karşı tutuma, tren yolcularının her birinin karakteri kanalıyla da toplum içindeki ilginç kişiliklere, yön verenlere veya yansız kalanlara göndermeler yapılıyor. Geçmiş ve gelecekle ilgili motifleri yolcular arasındaki dede ve torununda yakalarız. S.13’te hamile kadın ve annesinin portreleri çizilirken, kadının içinde her zaman umut ve yeniliği taşıyor olduğunun (karnındaki bebek ve daha sonraki doğum motifleri) işaretlerini verir yazar. İkinci makinistin imajı ise birincisinin tümüyle tersidir ve onunla ilgili de bir şaşırtmaca okuru beklemektedir. Öykünün tadını kaçırmamak için örüntüsüyle ilgili hiçbir konuya değinmeden anlatım özelliklerinden seçimler yapmak isterim.
S. 25’te “Dişsiz ağzındaki sözcükler birkuyuya kaçıyordu sanki,” deyişinin çizilmek istenen karakter özelliğini tek darbede verdiğini göreceksiniz. S. 33’te “Hayat, zor anda treni terk edenleri aynı vagona tekrar almaz,” cümlesini yazıp çalışma masanızın görünür yerine asacaksınız. Hiç bağırıp çağırmadan nefis bir kadın olma, kadın öyküsü okudum. Kadını bütünsel ayrıntılarla ele alıp, onu parlatan, yücelten bir öykü.
Ben Kuyruklu, Dişi Bir Köpeğim öyküsü de kadın öyküsü. İçinde başka şaşırtmacalar barındıran, bitirdiğinizde “hay Allah, bitti mi şimdi?” duygusu yaratan bir metin. “Nereye baktığı belli olmayan bakışları, gelecekte, çok uzaklarda kendini anlayacak birilerini arar gibiydi,” cümlesiyle tanımlanan Aliye Hala karakteriyle hem okur hem anlatıcı karakterin sıkı bir bağ kurması sağlanıyor. Öyle ki öykünün finalinde, anlatıcı karakter ve beraberindekiler bir ağızdan haykırıyorlarken okur da bu şaşkınlık haykırışına eşlik etmeden yapamıyor.
Fırıncı Fevzi tam bir resimsel karakter. Öyküye girdiği andan itibaren yazar bize öylesine etkin sözcüklerle bir tanımlama yapar ki şimdi burada hemen sizinle de paylaşmak istiyorum. “Morarmış incecik dudakları her oynayışında kılcal damarları kopuverecekmiş gibi gergin olur. (…) Kambur durması, işiyle ilgili olduğu kadar, yorgunluğa, itilmeye, yapılan haksızlıklara önceden hazırlıklı oluşundandır. Gözleri siste kalmış araba farlarını andırır. Eh, derim, sis kalkıverse o gözlere de bakılmaz ki!” Giriş paragrafını okudunuz. Fevzi karakteri okur karşısındadır. Bu öyküde koku algısından (ekmek kokusu) hareketle mekân betimlemesi, karaktere ilişkin yaşam kurgusu çok ilgi çekici ve özgün zincirleme algılar yaratır. Fevzi karakterinin tanımı, tanıtımı, metnin içine şık şekilde yayılmıştır. Örnekse, 44. sayfada “(…) daha kendisi görünmeden ucu sivri ayakkabıları dönerdi köşebaşından (…)” der anlatıcı. 45. sayfada Fevzi’nin bakışını tanımlar: “(…) Gözlerinden beynine giden çatallı yollara takılıyordu aklı. (…)” Çok cana yakın anlatıcı karakterin sesiyle öykü sonlanır.
Zülal öyküsünün ilk cümlesi okurun sırtını hafifçe dikleştirir. “Bu dünyadan ayrıldığımın kırkıncı gün duası okunmak üzere…” Zülal konuşmaktadır ve o artık yaşamamaktadır. Bize farklı bir boyuttan sesini duyurur. Bu öykünün zaman sıçramaları (Sf. 52 “Bilirler miydi kömürlükte kilitli kaldığımı?”) çarpıcıdır. Hızlı, keskin gidiş gelişlerdir. İmgeler güçlüdür. Sf. 53: “Daracık alnım kocaman olup genişliyor, öğrenciler okul tahtası olarak kullanıyordu (…)” Zülal, bir kadın öyküsüyken toplumsal kesitler de verir, insanların duygu durumlarını da okura zarifçe hissettirir. Öte dünyadan Zülal’in eleştirel cümleleriyle iki yüzlülüklere işaret edilir. Bu öykünün en acıtıcı cümlesini buraya almadan edemeyeceğim, “Yine üste çıktılar elbet; cinlerini bırakmış, dedi biri.”…
Yetiş Ya Hızır, başlığı yine nefis bir öykünün adı. Giriş cümlesiyle okuru hemen öyküye dahil eden, alıp götüren, imgeleri, betimlemeliriyle bir çocuğun anlatısı. İşte çok çekici bir seçki; “(…) İlk yağmurda naylon kaplarla dolardı odalar. “Bir usta tutsak, düzgünce yapsa?” demiştim dün akşam. Sessizlikten kırılmıştı ev. Babamın sessizliğini çoğaltmaktan başka işe yaramamıştı. Annemin gözlerini devirerek bakması içime yer etmişti. (Sf. 58) Baba figürünü, çok göz hizası anlatımıyla adeta olay yerinde okura izleten, gülümseten çok yalın, çok sıcak bir metin.
Atların Yandığı Gece, özellikle içrek ögeleriyle öne çıkan bir öykü. “Yeni budanan ağaçların altında çatısı uçmuş bir ev sahibi gibi oturuyordum,” der 62. sayfada öykünün anlatıcısı. Anlatıcı öznenin durumlara ilişkin duygularını adım adım izleyebildiğimiz, “Gülümsemesi yüzüne sonradan oturtulmuş yapay bir ifade, bir bozulursa bir daha asla yapamayacakmış korkusuyla aynı tepkiyle kaldı,” cümlesinde okuru içine alıyor. Komşu teması üzerine yapılandırılmış duygu dışavurumlarını yine nefis bir final cümlesiyle bitiriyor yazar.
Üzümsüz Bir Bağ öyküsünde anlatıcı ağzından yazmayı seçmiş yazar. Bu şekliyle tümgörüsel bir bakış açısı yakalamayı seçmiş diye düşünüyorum. Bütün karakterlerin duygularına ve durumlarına rahatça bakabildiğimiz bu anlatı şekliyle yine bir kadın başkarakterin çevresindeyiz. Onun duygularına, kaygılarına, umutlarına, çocuklarıyla iletişimine tanık olurken içinizi burkacak gelişmelere hazır olun.
Küflenmemek İçin, daha ilk cümlesinde merak uyandırıcı bir sesle irkiltir okuru. Anlatıcı kız çocuğu, annesi, anneannesi, eve gelen diğer kadınlarla çok sesli bir kadın öyküsüdür. İlginç bir yöntemle gerçek ana karakteri öyküde görmeyiz. Onun varlığını öteki karakterler aracılığıyla kavrarız ve onun özgürlüğü seçmesini (öteki kadınların aksine) gönül hoşluğuyla (tıpkı yeğeni anlatıcı gibi) kabul ederiz. İnsanın içini genişleten, gülümseten bir öyküdür.
Evlilik Kararında yazarın bir şaşırtmacasıyla daha karşılaşır, keyif alırsınız. İçimizden insanların içimizden sözcükleriyle konuşan kadınlardır bunlar. Biz de Zeynep’le birlikte Ruhan’lara kahve içmek için şöyle bir uğramışızdır. Kızlarını tanırız, Ruhan’ı tanırız ve yansıtmalarla da Zeynep’le arkadaş oluruz. Kendimizi Ruhan’ın yaşadıklarına kaptırmış, Zeynep’in duygudaşlığıyla sohbete katılmışken, yazarın ilginç yön değiştirmesiyle sürpriz finalde gülümseriz.
İçeriden Kilitli öyküsü, kaçındığımız duygularla başetmek için bir aracıya, bir ara olaya duyulan ihtiyaçla (belki bir raslantı) dönüşüm değişimi anlatan anahtar motifi üzerine kurulmuş bir öykü. Başlangıçta engelleyiciliğiyle öyküde yer alan anahtar, bir dönüşüme ve açma eylemine aracılık ediyor. Resim sanatına değiniş şekliyle kadın öykülerinin içinde farklı bir renk bir ahenk olarak duruyor.
Taş Duvar, çelişkiler veya farklı noktalardaki insan durumları, duruşları üzerine yapılandırılmış bir öykü olan Taş Duvar, engel kavramına karşılık dostluğu örüyor. Bu ayrıntıya bayılacaksınız. Emek, alınteri, yalın insan ilişkileri üzerine yazarın söylediklerini keyifle okuyorum. Hele o final… İnsana ilişkin umutları yeşertircesine güzel bir ezgi gibi aklımızda kalıyor.
Güvercin Gözlü Kadın öyküsü bir kız çocuğunun bize alçak sesle anlattıklarıdır. “Öteki kadın” kavramına ilişkin derin düşünmemizi sağlayan bu öyküde yine dönerek okuyacağımız cümleler var. “Koyu renklerin içinde ruhu da kıvamlı bir şerbet halini almıştı” (Sf. 118) “Babamın kol saatinin yabancı bir evde öyle tek başına durması(…) Sf.118. Ve, çarpıcı bir değişimin seslendirilişine bakalım. Sf. 120: “Mümkün olduğunca yumuşak, üzerindeki mantoyla aynı renge bürünmüştü sesi.” Sorunlara rağmen, sorunları çözerek, içi aydınlanan, içimizi de aydınlatan insanların gezindiği öykülerden biri daha bitiyor. A, kitap bitiyor! Bu öykülere kulak vermeli, ruhumuza iyi gelecek…
Not: Vicdan Efe’nin Komşu Duvarı kitabını ilk okuyanlardan olmak istedim. Yayınevinden sipariş ettim, çok hızlı ve ayrıntılara özen gösteren iletişimleriyle paketi ulaştırdılar. Kitabı elime alınca baskıyla ilgili de yayıncıyı kutlamak gerektiğini düşündüm. Kapak tasarımı, arka kapak yazısı ilgi çekici. Yazarın adını biraz küçük buldum. Komşu Duvarı’nın varlık nedeni ad, biraz daha görünür olmayı hak ediyor bence.
edebiyathaber.net (18 Şubat 2022)