Emin Alper’den “Abluka” veya dünyanın ablukası | Emek Erez

Kasım 24, 2015

Emin Alper’den “Abluka” veya dünyanın ablukası | Emek Erez

emek-erezFilmlerde işlenen konular tümüyle gerçekliği yansıtmasa da, insanların iç dünyalarına derinlemesine işler. Bu somut yaşamın kendisi gibi, iç dünyadaki dışa vurulamayan duygulanımlarının da çoğu zaman dile getirilmesidir. Bir başka ifade ile dile getirilebilen, görülebilenler, umutlar ve korkular gibi, görünmeyen yanlarında filmlerle görselleştirilmesi mümkün olur (İlbuğa, 2011: 127). Filmler bize böyle bir imkȃn sunar. Gerçek ya da gerçeküstü anlatı fark etmez sinemada, bir anlamda kendimizin, duygularımızın, üzerimizdeki tahakkümün, sıkışmışlığın bir yansımasını buluruz ki film bana kalırsa böyle anlam bulur. Emin Alper’in son filmi “Abluka” bahsettiğimiz durumu ifade edebilen bir film olarak çıkıyor karşımıza. İnsanı, onun iyi ve kötü hallerini, güçlü ve güçsüz yanlarını, dünya içerisinde kadın, erkek, hayvan ayırt etmeden dört bir yandan, ablukaya alınmışlığı perdeye taşıyor.

Filmde, ablukaya alınmışlık hissi katmanlı bir şekilde sunulmuş. Öncelikle kentin insan üzerindeki baskısı karanlık ve kasvetli bir hava atmosferiyle sağlanmış ve bu atmosfer filmin sonuna doğru daha da arttırılarak devam etmiş. Aslında İstanbul’un mekȃn olarak kullanıldığı filmlerde şehrin iç sıkıntısını, bunalımı, kaçışı olmayan bir yer olarak algısını, bu film için; ablukanın tam ortasında olmayı temsil etmesi yeni bir anlatı olarak karşımıza çıkmıyor. Feride Çiçekoğlu son dönem sineması içerisinde bu anlatının, şehrin bir hapishane olarak temsilinin, Zeki Demirkubuz’un “C Blok” (1994) filmi ile başladığından ve sonrasında 2010’lu yıllar itibariyle belirginleştiğinden bahseder (2014: 75). Bu anlamda filmin, bu algıyı devam ettirdiğini de söyleyebiliriz. Kentin yaşayanları artık kaçışı olmayan bir yerin adeta hapishanenin tam içerisindedir. Ve bu bir abluka hissi doğurur. Bu anlamda film, atmosferinin başarısı sayesinde izleyiciye tam da kentte bulunuyor olmanın duygusunu sonuna kadar yaşatıyor.

abluka-afis-209x300Filmin abluka anlatısı başkarakter Kadir (Mehmet Özgür) ile devam ediyor. Yirmi iki yıllık hapis cezasının bitmesine iki sene kala şartlı olarak tahliye edilen Kadir, devletin şartı olan çöpte bomba yapılacak materyal arama işini devletin onu onurlandırması olarak görüyor. Ve bu işi yerine getirmek, kendi iktidarını sağlamlaştırmak adına tam anlamıyla görev insanı olarak davranıyor. Aldığı ikinci el daktilo ile raporlar hazırlıyor. Mahalledeki bakkalı, manavı şüpheli ilan ediyor. Çünkü Kadir bir ablukanın içinde ve bu onun herkesi, bu kuşatılmışlığın içine çekme isteğine sebep oluyor. Kadir’in bu denli istekli olmasının ardında kendini kanıtlama kaygısı da var. Çünkü kaygı çok olasılıklı dünyada Salecl’in ifade ettiği gibi: Olasılıkların çokluğundan ibaret değildir; kaybetme korkusu da vardır. Bir risk alırken kazanabileceklerimizden ziyade kaybedeceklerimize ağırlık veririz (2014: 99). Kadir içinde böyle bir durum söz konusudur ki aslında onun çok olasılıklı bir durumda olduğunu da söyleyemeyiz. Uzun süre hapiste kaldığı için otoriteyi yakından tanımış ve onu içselleştirmiştir. Hapislik durumu zaten bir kaybeden olmasına sebep olmuştur. Kardeşleri, onların üzerindeki iktidarı artık yoktur. Kadir bir kere daha kaybetmemek adına, paranoyakça etrafındakileri suçlu olarak görmeye başlar çünkü onun aklanması gereken bir geçmişi, sağlaması gereken bir güven vardır. Bu durumu filmde kardeşi Ahmet (Berkay Ateş) ile olan ilişkisinde de görüyoruz.

Filmin diğer karakteri Kadir’in kardeşi Ahmet, yaptığı iş ve kendi yaşamındaki olduramamışlığı nedeniyle bir sıkışmışlık içerisinde yer alıyor. Ahmet, belediyenin sokak köpeklerini yok etmek için kurduğu bir timde çalışıyor. Gözünü kırpmadan katlettiği köpeklere karşı güçlü duruşu, yaşamında göremiyoruz. Çünkü karakter, yaşamında bir şekilde bırakılmış. Önce ağabeyi Kadir hapse girerek terk etmiş, sonra ortanca abisi Veli bir örgüte katılarak onu bırakmış en sonunda da eşi ve çocukları. Ahmet’in sorunları bana kalırsa bu bırakılmışlık hissinden kaynaklanıyor. Ve bu nedenle ayağından vurduğu ve daha sonra evine aldığı köpekle bir bağ kuruyor. Ahmet’in köpekle kurduğu ilişki sevgiden çok tahakküm içeriyor. Ona yemek veriyor, besliyor onunla oynuyor ancak kendi sınırlarında. Bu ilişkide, köpek kaybolduğunda yaşadığı panik de bırakılma hissiyle ilişkileniyor. Yaşamında bulunan insanlar tarafından bir şekilde bırakılan Ahmet, köpeği kendi ablukasına alarak engelleyemediği gidişleri, insanlar tarafından uğratıldığı hüsranı, onunla tatmin etmeye çalışıyor. Phillips: Bir tatmine ulaşmak için başka insanlara ihtiyaç duyarız. Ancak tatmin arayışı hüsranla biter; bir ihtiyacın doğmasından kaynaklanan hüsranla tetiklenir ve asla tam olarak istenilen şeyin elde edilmemesinden kaynaklanan hüsranla sonlanır. Bu durum daimi bir öfke ile sonlanmaz mı? (2015: 29). Diye soruyor sanırım bu sorunun cevabı Ahmet üzerinden düşündüğümüzde evet olacaktır. Ahmet insanlarla kurduğu ilişkinin hep hüsranla sonuçlanması sonucu biriktirdiği öfkeyi, ağabeyinin çabalarına rağmen onunla ilişki kurmayı reddederek ve köpek üzerinde tahakküm kurarak, kendini var etme çabasına dönüştürüyor.

Filmin tek kadın karakteri Meral (Tülin Özen) üzerinden de bence bir abluka durumu anlatılmaya çalışılmış. Bu sefer ki abluka erkek bakışını ve genel ahlakın kadın üzerindeki gözünü temsil ediyor. Meral rahat tavırlarıyla dikkat çeken bir karakter, filmde bulunan tek kadın olması özellikle Kadir olmakla birlikte, tüm erkeklerin bakışını ona çeviriyor. Kadir, Meral’in rahat tavırlarından olsa gerek kafasında onunla ilgili toplumsal gözün ahlȃkını içeren bir bakış oluşturuyor. Filmde cinsellik Meral’in sesleriyle imgelenmiş. Sevişmenin sadece seslerle ifadesi, filmi izleyenlerin Meral’i, Kadir’in gözüyle görmesini sağlamış. Bu açıdan film kadına olan genel tavrı, Meral’in erkek bakışları altındaki ablukası üzerinden anlatmış.

Filmin benim açımdan en önemli yanlarından birisi de anlatının, karakterlerin ve zamanın kesinliklerle örülü olmaması. Filmin mutlak iyisi ya da kötüsü yok. Zaman, rüyalarla kesintiye uğratılmış ve düz bir çizgide ilerlemesi engellenmiş. Gerçeklik ve rüya iç içe geçirilerek belirsiz bir anlatı oluşturulmuş. Film ile ilgili değerlendirmeler çoğunlukla Türkiye gündemi ile ilişkilendirilse de bana kalırsa film: dünyada her an her yerde yaşanabilecek olana, kente, insana, onun kaygılarına, yalnızlık ve hüsranlarına, güç savaşına, kadına, erkeğe, insanın tahakkümündeki hayvanın konumuna gönderme yapıyor. Ve bu açılardan Türkiye sineması içerisinde kendisine anlamlı bir yer ediniyor.

Kaynaklar

Çiçekoğlu, F., (2014), Şehrin İtirazı, “Gezi Direnişi Öncesi İstanbul Filmlerinde İsyan Eşiği”, İstanbul: Metis.

İlbuğa, E., (2011), 2000 Sonrası Türk Sineması’na Eleştirel Bakış, “Reha Erdem Sineması’nda Suskun Karakterler ve Dile Getirilmeyen Cinsellik”, İstanbul: okur kitaplığı.

Phillips, A., (2015), Kaçırdıklarımız, “Yaşanmamış Bir Hayata Övgü”, İstanbul: Metis.

Salecl, R. (2011), “Seçme İkilemi”, İstanbul: Metis.

Emek Erez – edebiyathaber.net (24 Kasım 2015)

Yorum yapın