En son okuduğunuz kitabın adı nedir? İzlenimlerinizi öğrenebilir miyiz?
Yerli edebiyatta Banu Özyürek’ten Poz’u okudum. Geç oldu ama güzel de oldu. Banu Hanım’ın diğer kitabını da okuyacağım. Çeviri edebiyatta, Viktor Pelevin’den Kurtadamın Kutsal Kitabı’nı okudum. Hiperaktivitesi ufkumu açtı diyebilirim o roman için de.
Son okuduğunuz kitapta, en beğendiğiniz cümle ya da alıntı nedir?
Poz için bir alıntıdan ziyade, “Yapış Yapış” isimli bir öykü var, onu epey bir beğendim. İklimin değiştiği, sıcaklığın arttığı, suyun çok daha değerli olduğu bir zamanda geçiyor. Aklıma takıldı hakikaten. Kurtadamın Kutsal Kitabı’nda da hoşuma giden şöyle bir kısım vardı: “‘Aslan bakışı öğretisi bu,” dedim aceleyle; gereksiz konuştuğumu hissetmiştim. ‘Dediklerine göre bir köpeğe sopa fırlattığında dönüp bu sopaya bakarmış. Ama bir aslana sopa fırlattığında gözlerini ayırmadan sopayı atana bakarmış. Eski Çin’de tartışmalar sırasında eğer konuştuğun kişi kelimelere takılır ve esas meseleyi görmeyi bırakırsa öyle derlerdi.’”
Yeni bir kitaba başlamadan önce arkadaşınızdan mı tavsiye alırsınız, kitap eklerinden mi yararlanırsınız yoksa tamamen sezgilerinizle mi hareket edersiniz?
İş için, keyif için, yazı için okuduğum kitaplar var. Yazarını takip ettiklerim var. Onlar birbirine götürüyorlar insanı. Ancak tavsiyelerine uyduğum arkadaşlarım da var. Bir de bir sohbette ikna olduğum kitaplar var. Başarılı, saygın bir çevirmen, bir sohbette, Juan Rulfo’nun Pedro Paramo’sundan öyle bahsetti ki hemen ikna oldum mesela. Okuma listeme aldım kitabı. Henüz okuyamadım ama. Kitapçı rafında bulamadım kitabı o gün. Şimdi yine hatırladım, iyi oldu, internetten sipariş vereyim.
Keşke bu kitabı ben yazsaydım dediğiniz bir kitap var mı?
Tam öyle olmasa da Anayurt Oteli’ni, Beyaz Gürültü’yü yazacakmış gibi bir adam olsaydım diye düşünüyorum bazen. Daha çok şöyle hissediyorum mesela: Bir öyküyü, Vüsat O. Bener’in “Havva”sındaki gibi bitirebilsem diyorum. [Çalışmalar devam ediyor.]
Yazdıklarınızı ilk olarak ne zaman gün ışığına çıkardınız ve ilk kimlere okuttunuz?
Ergenlikte, internetteki forumlarda yazıyordum. Stephen King’in Kara Kule serisine adanmış bir forum vardı. Küçük bir siteydi. Orada beş altı kişi yazdıklarını paylaşıyordu, ben de oraya fantastik, bilimkurgu, korku türünde, epey acemice şeyler yazmaya başladım. Sonra Xasiork diye bir vardı, orada da çok yazan vardı. Yarışmalarda, katılan herkesin diğer bütün öyküleri yorumlaması zorunluydu. İyi bir alışkanlık sağlamıştı bana. Arkadaşlarımdan da ilgilenenler vardı, onlara da veriyordum yazdıklarımı. Derken Marşandiz Fanzin’le, Peyniraltı Edebiyatı’yla tanıştım, onlara yolladım öykülerimi beğenip aldılar sayılara. Uzun zamandır piyasada olan bir dergi –Sözcükler– bir öykümü yayımlandığında da yıl 2016’ydı. Öyle yani.
Belirli yazma alışkanlıklarınız var mı? Gürültülü bir yerde mi yoksa sessiz bir ortamda mı yazmaktan hoşlanırsınız?
Bir çalışma masası var evde. Onu kitaplıkların olduğu arka odaya koymuştuk. İnternet çekmiyordu. Kedinin kumu da o odada. Bir de kurutucu var. Ben o odada çalışamadım. Sonra masayı salona aldık karantina başlayınca. Bu sefer de alışamadım. Eşim kullanıyor masayı. Ben de L koltuğun köşesine oturup ayaklarımı uzatıyorum, dizüstü bilgisayarı bir yastığın üzerine yerleştirdikten sonra kucağıma alıyor, öyle yazıyorum. O ara ne dinliyorsam onu açıyorum arkaya. Evdeki, sokaktaki gürültüden kopmak için. Bazen de hiç böyle olmuyor ama. Yazamıyorum yani. Bunlar dışında genel olarak şöyle bir eğilimim olduğunu söyleyebilirim: Bir tarafta, roman olabileceğini hissettiğim bir şey var, onun üstünde çalışıyorum; öteki tarafta da öykü olabileceğini düşündüklerim. İkisi arasında dolanıyorum. Bazen de olmuyor ama. Roman bitmiyor, öykü de unutuluyor.
edebiyathaber.net (2 Ekim 2020)