Emrah Polat’ın “Köpek Adamlar” adlı romanı İletişim Yayınları tarafından yeniden yayımlandı. Yazarla, “Köpek Adamlar”, çalışma biçimi ve genel olarak edebiyat üzerine kısa bir söyleşi gerçekleştirdik:
Yazmak için tercih ettiğiniz yer, en çok nerede yazmayı seviyorsunuz yani?
Her yerde yazarım aslında; mesela “Alocu Tilki’nin Serencamı”nı annemlerin evinde mutfakta, balkonda, çalışma odamda, iki ayrı kafe’de ve bir AVM’nin yemek katında yazdım. Gürültü beni etkilemez ama telefonla satış yapan insanların yüksek sesle konuşmalarından rahatsız oluyorum doğrusu. Bu tipler, gittiğim kafelerin birinde oluyor; oraya esaslı işleri bırakmıyorum ama. Aslında yazarın biyolojik saatini ve en verimli olduğu saatleri de bilmesi gerekiyor; zira birileri gündüz kuşu oluyor, birileri gece. Yine de çoğumuz ne zaman yazacağımıza tümüyle karar veremiyoruz; iş, güç, diğer sorumluluklar…
Başucu kitaplarınız arasında öncelikli olan hangisi?
İyi mi kötü mü bilmiyorum ama okuduğum kitabı yeniden okuyamıyorum. Aslında yazarın başucu kitapları sözlüklerdir. Tüm sözlükler önemli ama Özcan Yalım’ın “Türkçe’de Yakın ve Karşıt Anlamlılar Sözlüğü” ile Hulki Aktunç’un “Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü”nün yeri ayrı bende.
“Köpek Adamlar”ın önceki baskısıyla bu baskısı arasında ciddi farklar var mı?
Çok var. Bir kere İletişim Yayınları’ndan Levent Cantek okudu ve epey kapsamlı önerilerde bulundu roman hakkında. Fazlalıkları attım, karakter sayısını azalttım, sınıf karşıtlığını keskinleştirdim ve çeşitli bölümler ekledim; sonrasında ise romanı yeni dengeleri gözeterek yoğurmaya çalıştım.
Sakıncası yoksa sormak istiyorum: Bipolar bozukluk yüzünden yüksekten atladığınızı ve felç kaldığınızı yazıyorsunuz özgeçmişinizde. Bu süreç hayatınızı nasıl değiştirdi?
Dediğiniz gibi felç kaldım. Ameliyatlar, hastaneler… Bir de yazar oldum tabii; zaman boldu, okudum yazdım ben de. Yapacak bir şey yok! İnsanın şu üç kuruşluk dünyada başına her şey gelebiliyor, yine de yaşama ve üretme azmini bırakmamak gerekli diye düşünüyorum.
Bundan sonraki romanınızın ne üzerine olacağı belli mi yoksa henüz erken mi bu soru için?
Üç romandan sonra bir öykü kitabı üzerine çalışıyorum. Hayali bir mahalle yaratıyorum. Ankara’daki Seyranbağları, Keklikpınarı ve Çinçin’e benziyor biraz. Epey öykü birikti. Öneri Levent Cantek’e ait. Seneye eylül gibi bitirmeyi planlıyorum. Bakalım, yazılanlar ancak editör beğenirse kitaplaşır biliyorsunuz. Bu arada yeni kitaba girmesini istediğim öyküleri Kafa Dergisi’nde de her ay okumak mümkün.
“Köpek Adamlar”da çok fazla argo var, kenar mahalle dili var…
Biliyorsunuz insan dilin dışına çıkamaz. Diyelim bir “büyük” dil vardır, herkesi kaplayan. Bir de küçük diller vardır tabii; kaçakçının bir dili vardır, eşcinselin bir dili vardır, gecekondu mahallesinde yaşayan insanların dili vardır. Hatta gecekonduda yaşayan biri AVM’ye gidip orta sınıfı taklit ederken kullandığı bir dil vardır. Yani dil neredeyse sonsuz kere bölünmüş ve farklılaşmıştır. Yazar, tüm bunların farkında olarak iş görmeli. Romandaki argo kullanımını bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor; nihayetinde kenar mahallede oranın dili konuşulur. Fakat burada yazarın dikkat etmesi gereken nokta, en azından “siyasi doğruculuk” anlayışını elden bırakmaması. Yoksa, nefret söyleminin sindiği popüler dilin tuzaklarına düşer -ki orada erir gider. Tamam, diyaloglar “doğal” olsun, “dışarıdaki” gibi olsun, ama gövde metni büyük oranda yazara “ait” bir yerdir ve dilsel, edebi tercihlerle sıkı sıkıya ilişkilidir.
Röportaj: Özkan Elçi – edebiyathaber.net (16 Ağustos 2015)