“En Çok Onu Sevdim” Gamze Güller’in üçüncü kitabı. İletişim Yayınları tarafından okura sunulan kitap, tam da günümüzü anlatan bir novella. Fotoğraflardan, anılardan, duvarlardan, balkonlardan, camlardan, erik ağaçlarından, kadife koltuklardan, eprimiş inceliklerden ve hayalle hakikat arasındaki gelgitlerden geçiyor yolu. Şöyle bir ‘dokunup’ geçmekle kalmıyor, okuyanda izlerini de bırakıyor. “Duvardaki leke sıçrayan şeyin değil, zamanın rengini almıştı. Ona dokunan seslerin, ışığın, yılların rengiydi bu. Bu odada yaşanan, söylenen her şey oraya sinmişti.” diyor.
Kitapla beraber, yüzünüze hafifçe değen bir serinlik oluyor. Bir güz esintisi gibi. Ben gibi. Sen gibi. Biz gibi. Siz gibi. En çok da o/nlar gibi. “Dinlemeyi” ve “duymayı” öğreniyorsunuz. “Şeylerin hikâyesi”ne daha bir odaklanıyorsunuz: Yaprağın hışırtısına, yağmurun şıkırtısına, tenteye vuran su damlasına ve daha birçok şeye dikkat kesiliyorsunuz. Hiçbir şeye eski/si gibi bakamıyorsunuz artık.
“Ardından masaları gördü, hepsi çizik içindeydi. Sandalyelerin kumaşları oturmaktan eprimişti. Floresan lambalar cızırdayarak kırpışıyordu. Kapının kulpu ellenmekten matlaşmıştı. Eşik mermeri aşınmıştı. Camlar kirliydi. Storlar bozulmuştu. Evrak dolaplarının rengi solmuştu. Dosyalar toz içindeydi. Ajandaların kapakları bükülmüştü. Kendini durduramıyordu bir türlü. Hepsini görüyor, hepsini duyuyordu. Hepsinin hikâyesini bilmek istiyordu.”
“Biraz gölge, bir tutam loşluk, azıcık mahremiyet…”
“Şeylerin hikâyesi” üzerine kurulu bir kitap “En Çok Onu Sevdim”. Onları duyabilen bir kadının etrafında gelişen olaylarla örülü. Tanrısal bir anlatıcının dilinden dökülüyor paramparça hayatlar. Kırık bir aynanın parçalarını birleştirip tutkallıyor. Saklıyor kelimeleri. Eski ile yeninin, geçmiş ile geleceğin bir ince prizmadan kırılıp içinize gökkuşağı doldurması gibi. Sonra dönüp bakıyoruz: Biz de buna benzer hayatlar yaşamıyor muyuz?
Kahramanlarımız evlilik arefesindeki bir çifttir: Asuman ile Mete… Birlikte ‘yuva’ yapacakları ev henüz inşaat halindedir. Şehrin lüks semtlerinden birindeki bu evde ‘yok’ ‘yok’ olacaktır. “Her şey parlak, her şey ışıltılıydı. Bütün odalar yerden tavana kadar camdı. Cilalanmış, paketlenmiş ve kocaman bir hediye paketi gibi önlerine konmuştu. Biraz gölge, bir tutam loşluk, azıcık mahremiyet aradı Asuman. Yoktu. Işıl ışıl aydınlatılmış dev bir kamusal alan hissi veriyordu ona.”
Onlar evlerinde oturacakları günü hayal ede dursunlar evin teslim tarihi gecikince bulundukları evlerden çıkmaları gerekir. En sonunda şehrin eski semtlerinden bir ev bulurlar. Semt gibi ev de eskidir. Ancak Asuman ısrarcıdır, çünkü evi görür görmez çok sevmiştir. Ev, adeta dile gelmiş ve onu büyülemiştir. Dokunduğu her yerde ayrı bir hikâye bulur. Bu hikâyelerle hayatı da değişir, yaşantısı da dönüşür…
“İçeri girdiği anda aradıkları evin orası olduğunu biliyordu Asuman. Tuhaf bir olmuşluk duygusu kapladı içini. Boş salonda ilerleyip camdan dışarı baktı. Şehir ayaklarının altındaydı. Güneş, salonun ortasına düşmüş ışıktan bir cümbüştü. Bu eski binada, köhne apartmanların arasına sıkışıp kalmış bu saklı dairede, böylesi bir cennetle karşılaşacağını ummazdı. Gezdikleri onca modern, birbirinin aynı, sıkıcı evden sonra buranın kendine özgü bir dili vardı.”
‘Ev’in Hikâyesini Duymak
“En Çok Onu Sevdim”i bir solukta da okuyup bitirebilirsiniz; dura dinlene, altını çize çize, notlar ala ala da…
“O gün Mete’yle ikisine ‘Ankh’ sembolü olan bir örnek anahtarlıklar aldı. ‘Nil’in anahtarı’ onlardaydı artık. Kadın ve erkek olmanın ötesinde, ikisi bir bütün olacaklardı bu evde. Bu çift cinsiyetli sembolün temsil ettiği sezgisel gücü hep sevmişti Asuman. Yeni evlerine bunun çok yakışacağını düşündü. Eve adımını attığı ilk andan beri onda yarattığı o mistik duygu, yeni bir sırra vâkıf olma ve onu koruma güdüsü tam buydu işte. Her ikisine de evin birer anahtarını taktı.”
Anlatım dili –yazarın öykücü olduğunu hatırlatırcasına- metni ayrıntılarla zenginleştirmeye ve sözü çoğaltmaya yönelik.
“O seslerini duydukları, girip çıkarlarken kapıları aralayan, perdelerin ardından onları gözleyen, ‘günaydın,’ dedikten sonra durup arkalarından bir süre daha bakan, çocuklarını camlardan sarkıp yemeğe çağıran, ‘baban eve gelmek üzere,’ diye onları azarlayan, ellerinde filelerle pazardan dönen, sabahları kapılarına ekmek ve süt bırakılan, apartman toplantılarına katılan, veli toplantılarına giden, mahalledeki çukur hâlâ kapatılmadı diye gazeteye mektup yazan, birbirlerine akşam oturmasına giden aileler gibiydiler.”
Asuman’ın yeni eviyle birlikte değişen hayatı ve bakış açısını okurken, bir yandan da kendi yaşantılarımızı sorgulamamızı sağlıyor. Özellikle “önem” ve “değer” atfettiğimiz kavramlara yönelik ciddi bir sorgulama bu.
“Şehirde artık sokağa adım atmaya korkar olduk. Kendi adıma karanlık sokaklardan korkuyorum,” dedi beyaz saçlı kadın.
“Bu mu geleneksel?” dedi Asuman. “Yüksek duvarlar arkasında mı mahalle yaşamı süreceğiz? Karanlık hiçbir yer kalmayınca mı güvende olacağız?”
Yazar, bu sorgulamayı kimi zaman karakterler, kimi zaman nesneler, kimi zaman diyaloglar üzerinden yürütüyor. ‘Çatışma’ unsuru da mevcut bolca.
“Bu koltuk kalacaksa en azından yüzünü değiştirsek.”
Camın önünde duran solmuş mavi kadife berjere bakarak söyledi bunu Mete.
“Kalsın istiyorum,” dedi Asuman. “Çok güzel değil mi?”
Yerinden kalkıp koltuğa oturdu. “Çok da rahat.”
Evde hiç kapı yoktur neredeyse. Hepsi çıkarılmış, ahşap kemerli kasalarla çerçevelenmiştir. Odalar birbirinin içine akmaktadır. Bu akışkanlığı sever Asuman. Durduğu her yerde, evin geri kalanını da hissedebilir. Ancak zamanla ‘ev’ Asuman ile Mete’nin aralarına girer. İlişkilerini de etkiler. Evliliğe doğru gidilen yolda, aynı evde yaşamak onlara iyi gelmemiştir. Yaşantıları başkalaşmış, yolları ayrılmıştır. Asuman’a karşı arkadaşları, nişanlısı, yönetici, kapıcı ve diğer apartman sakinleri, binayı yıkmak isteyen müteahhitle iş birliği yapmış gibidir.
Dramatik örgüsüyle o bildik ‘son’a usulca yaklaştığınızı sanıyorsunuz okurken. Ancak yine de kafanızda kurguladığınızdan farklı bir ‘son’ bekliyor sizi final sahnesinde. Tıpkı hayat gibi.
“Neden hiç müzik dinlemiyorsun artık?” sorusuna, “O zaman evi duyamam,” diye cevap veren Asuman’ın hikâyesini ‘duymak’ isterseniz… “En Çok Onu Sevdim” sizi bekliyor.
Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (17 Eylül 2015)