Yayın dünyasının yeni isimlerinden Cumartesi Kitaplığı “Dünya Edebiyat Atlası” adı altında yeryüzünün hemen her yerinde yayımlanan nitelikli metinleri okuyucularla buluşturmayı hedefliyor. Serinin ikinci kitabı olan “Hep Hızlı Olur” geçtiğimiz günlerde raflardaki yerini aldı. Kitabın Almanya doğumlu genç yazarı Christopher Kloeble, Amazon tarafından Entdeckt! Ödülüne layık görülmüş. Romanın çevirmeni ise birçok Almanca yapıtı dilimize kazandıran İlhan Yabantaş. Almanya’nın gelecek için umut veren genç bir yazarını daha yakından tanımak için iyi bir fırsat bu.
Ölümüne yaklaşık üç ay olan Fred’in, doğumundan kısa süre sonra yetimhaneye bıraktığı oğlu Albert’le hiçbir zaman yakınlaşamamıştır. Albert doğduğunda babası Fred elli dokuz yaşındadır ve ilk üç yıl yetimhaneye hiç uğramaz. Kendisinden sorumlu Rahibe Alfonsa’yla yaptığı satranç maçı sırasında yaptıkları tartışmadan sonra Albert- Deliler aslında kim? Güçlüler mi zayıflar mı?- bir yıl içinde tam yirmi kez yetimhaneden kaçar ve babasının yanına gider. Babası olduğunu kabul etmez Fred, aslında toplumun dayattığı statülerle uzlaşamaz, oğlunu bir türlü almaz yetimhaneden. Umutları zamanla solar Albert’in. Zaten daha beş yaşındayken babasının düşük zekâlı olduğunu kavramıştır, kasabadakilere göre ise özürlüdür. Albert, liseden mezun olunca arkadaşları gibi Avustralya ya da Kamboçya’ya gitmek yerine babasının kapısına dayanır. Zamanları azdır. Albert, aranan yanıtların uzaklarda değil, yakınlarda beklediğine inanır. Cevabını aradığı en zor soru için gelmiştir bu kez. Ailesi, kökeni ve annesi hakkında hiçbir şey bilmez. Bu konuyla ilgili sırlar, tabular romanın italik yazılı bölümleri üzerinden farklı anlatıcılar aracılığıyla çözülür. Albert’in annesi kimdir, nerededir ve nasıl biridir? Kafasında binlerce soru vardır ve cevaplar için tek umudu babasıdır.
Fred sıkı bir ansiklopedi okurudur, onları anlamak ve öğrenmek için değil sözcüklerin müziği için okur, zaten aklında kalanları kısa sürede unutur. Başkalarına göre yavaş biridir o, şişmandır, aklı kıttır. Gününün yarısını köyün biricik otobüs durağında oturup gelip geçen araçları sayarak, sürücülerine selam vererek geçirir. Kişisel bakım, yemek, ev temizliği konularında tembellik yapar. Annesi Anni on altı yıl önce ölmüştür, yetmiş yaşında ölene kadar hiç doktora gitmemiştir. Fred o yaşıyormuş, kendisini izliyormuş gibi hisseder. Babası ise daha o dokuz aylıkken kanalizasyon sistemlerinde tamirat yaparken dip akıntısına kapılarak sonsuza dek kaybolur. O yüzden işini gördükten sonra tuvalet sifonunu çekmez. Babasının boruların içinde dünya yolculuğu yaptığına inanır. Bahçedeki hurdaya çıkmış BMW’de günlerce oturup ansiklopedi okuyabilir. Deri koltukların ayak parmak aralarınınkine benzeyen kokusunu sever. Kuğu beyazı mezar taşı ister, bir de Albert’le birlikte ölmeyi. Yüzü geçkin bir çocuğunki gibidir. Her şeyden şüphelenir, onunla diyalog kurmak zordur, hep sorgular, sistemin kıyısındadır. Grotesk bir dünyanın insanıdır, parayla işi olmaz, taksinin torpido gözünde öldüğünde oğlunu zengin edecek altın parçasını saklar sadece. Yaptıkları tüketim dışıdır, ancak ahlaklı ve anlamlıdır, bunu otobüsün durağa saldırdığı gün çok iyi bir biçimde kanıtlar. Albert’in çocukken uyumadan önce sayısız kez okuduğu haberi Fred yazmıştır. Abartsa da iyi yazmaktadır aslında. Olay bütün ayrıntılarıyla ağır çekim bir film sahnesi olarak gözümüzde canlanır. O bir kahramandır, çünkü kazada bebeği kurtarmıştır.
Albert annesine yönelik araştırmaları sırasında tavan arasını karıştırır, bir fotoğraf ve iki saç teli bulur. Her tarafa ilanlar asar. Sonuç alamaz. Komşuları Klondi anneliğin fazla abartıldığını düşünmektedir. Aramaktan vazgeçmesini önerir. “ Hayat böyledir, insana bir cevap barındırdıkları, gerçeği gösterdikleri yalanını söyleyen, asla bir bütün haline gelmeyen binlerce bulmaca parçası. Lanet olası bulmaca parçaları Hansel’in ekmek kırıntılarından başka bir şey değil,” der Albert’e. Peki taksideki kaset ve bir ev alacak değerde altın nereden gelmiştir? Baba oğul yola çıkarlar.
Daha ilk sayfalarda işlevsel ve tutumlu diyaloglar, karakterlerin davranışlarına dair izler ve belirsizliklerin yarattığı merak duygusu okuyucuyu hikâyeye bağlıyor. Sınırlı üçüncü tekil kişi anlatıcı ve kahraman anlatıcı ustaca kullanımıyla metnin karmaşıklığını dengeliyor. Olayların akışı hızlı, sinematografik yapı görselliği destekliyor. Hem aile hem de yol romanı diyebileceğimiz “Hep Hızlı Olur” romanının hassas karakterlerinin tuhaf, komik ve takıntılı halleriyle daha ilk satırlardan itibaren kahkahalar attırıyor. “ Dalgıç gözlüğünü Fred’e babası vermişti. Albert bazen küveti soğuk suyla doldurup içine bir paket tuz döker şöyle derdi: ‘Buyur! Pasifik!’ Bunun üzerine Fred dalgıç gözlükleriyle suya atlar, sarhoş kurbağa gibi debelenir ve burnuna su kaçtığı için şikayet ederdi.”
“Hep Hızlı Olur”da çocuk, genç ve yetişkin engellilere yönelik ayrımcılık romanın felsefi alt yapısını oluşturuyor, metnin değerini artırıyor. Etik sorgulamalar okuyucuyu yazarın kahramanları üzerinden kurduğu alternatif dünyaya daha bir sıcaklıkla sokulmasını sağlıyor. Son günlerde yayımlanan en güzel romanlardan biri…
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (30 Mayıs 2018)