Engin Damcı’nın Dalgın adlı şiir kitabı baharda Kanguru Yayınları etiketiyle yayımlandı.
Dalgın bir ilk kitap… Popüler kültür erozyonunun şiir okurunu hiç olmadığı kadar azalttığı bir dönemde edebiyat dünyasına şiir türünde bir eserle giriş yapmanın ne oranda doğru bir karar olduğu konusunda olumsuz görüşleri bir yana bırakmanızı sağlayacak kadar da dinlenmiş bir kitap Dalgın… Belli ki uzun zaman boyunca yazılmış, sözcükler iyileştirilmiş, eklemeler ve düzenlemelerle artık “Bu kitap şiirin kutsal ve gizemli dünyasında kendine yer bulabilir,” denilmiş…
John Berger “Ve Yüzlerimiz Kalbim, Fotoğraflar Kadar Eski” adlı sanat eleştirisinde Tanrı’nın ilk olarak ışığı yarattığını ancak şairlerin ilk yaratı olarak kelamı kabul ettiklerini söylüyor. Kutsal kitapların yazılış fonetiğini de ele aldığımızda insanlık tarihi boyunca şiir hep kutsallığını korudu. Bu yüzden bugün dünyaca bilinen şairlerin her daim diğer sanatçılardan ayrıcalıklı bir yeri olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada şiirin yukarıda değindiğimiz dinlenmişliğe dair ipuçları okurun ötesindeki bir aktüalitenin sağlamasını yapmada en önemli araç olarak göze çarpıyor.
Dalgın’da deniz temasının üç ayrı boyutunu Potkal, Hinterland ve Bahir başlıkları halinde okuyoruz. Her bölüm tanıdık bir şairin alıntısıyla açılıyor. T.S. Eliot, Metin Eloğlu, Fuzuli… Bunu milenyum çağında yazılan şiirin saygı duruşu olarak düşünmemek elde değil. Çok düşünülmüş sözcüklerin anlam derinliği konsantre bir yapıya evriliyor. Bu da 80 sayfalık kitabın uzun soluklu bir okuma etkinliğine nasıl dönüşebildiğinin bir göstergesi… Potkal bölümünü denizle birlikte yaşanan aşkların uzun bir ağıtı olarak saymak mümkün… Ağıt, yitirilmiş olana denizlerin sonsuzluğu kadar cevap veriyor ve aldatıcı değil serinkanlı önerilerde bulunuyor:
(…)
beklemekle heba olmuş denizin artanlarından
bir avara kasnaktır artık
bütün inandığın.
Hinterland başlığını içeren bölümdeki şiirlerde ise denizi boğulmadan kontrol altına almaya çalışan insanın ve modern zamanlar dâhilinde tüketim kültürünün nesneleri arasına denizin de girişinin görmezden geldiğimiz hasarları gözler önüne seriliyor:
(…)
işte bu denizler altında
şu yirmi bin deveymişiz
eski çocukların yenilerine bıraktığı iz
kararan rüyalar kadar kulağı olan
ve bu asfalt çığının altında boğulan
ruhuna insanlık batmış nice insan
(…)
Bahir bölümü kitabın sonunu oluşturmakla beraber Türkçe’nin tarih boyunca geçirdiği süreçleri göz önüne alırken aynı zamanda şiirin çevrilemeyeceğine dair atıflarda bulunuyor. Bu bölüm Hinterland ile aynı doğrultuda fakat daha alaycı bir üslupla derlenmiş:
(…)
altınlar ele avuca sığmayınca
çöl bucaklarına dümen kırdılar
çoktan soğumuş şefkat mayalarından
bir fırtına bir de sopa uydurunca
denizleri de aşmış hatıralarıyla
öyle ki onlar
bir asır daha buradalar
(…)
Dalgın, insanların “durup ince şeyleri anlamak” için söylenilenin aksine dalgınlığa ihtiyaçları olduğunun bir savunması.
edebiyathaber.net (18 Ağustos 2014)