Söyleşi: Merve Koçak Kurt
Engin Türkgeldi’nin ilk –matbu– kitabı Orada Bir Yerde Can Yayınları tarafından okura sunuldu. “Saat Kulesinin Gölgesinde”, “Mükemmel Bir Gülüş”, “Cüceler Sarayı”, “Endülüs Köpeği” gibi öyküler başta olmak üzere kitapta on öykü yer alıyor. 1980 doğumlu yazarın öyküleri Hayalet Gemi, Sarnıç Öykü, Karahindiba gibi dergilerde ve altZine.net’te yayımlandı. Aynı zamanda bir hekim olan yazarla Orada Bir Yerde kitabını konuştuk.
Tahsilini yaptığınız alan (Tıp) ile edebiyat arasında nasıl bir bağ/ilişki var sizin için?
Hekimlik ile edebiyat arasındaki en güçlü köprü elbette insan. İnsanlarla hem beden hem de ruh düzeyinde her gün haşır neşir olan, farklı insanlık hallerine en yakından tanıklık eden mesleklerden biri hekimlik. Ne kadar profesyonel olsa da, hekim yaşadıklarından az ya da çok etkilenir, sorgular, anlamaya çalışır. İşte yolu edebiyatla kesiştiğinde de, bu soruları ve cevapları öykülerde, romanlarda aramaya başlıyor.
“Masalsı” mı desem “fantastik” mi desem “menkıbevi” mi desem öyle bir atmosfer var öykülerinizde… Anlatma biçiminizi nasıl oluşturdunuz?
Bahsettiğiniz atmosfer yazma süreci içinde, öykü öykü gelişti. Fakat ilk öyküden sonuncuya kadar amacım belirli bir kültürden, yerden ve zamandan bağımsız, kendi kuralları ve işleyişi olan bir dünya oluşturmaktı. Böylece insanın temel hal ve sorunlarını daha net olarak ortaya koymak istedim. Herhangi bir zamanda, herhangi yerdeki insanlık halleri. Bu nedenle, belirli bir zamanı, yeri veya kültürü çağrıştıran kelimelerden, isimlerden, ayrıntılardan mümkün olduğunca kaçındım. Ayrıca bu dünyanın sürekliliği ve inandırıcılığı için öyküler arası bağlantılar ve göndermeler yerleştirdim.
Somut konular anlatılırken aynı zamanda simgeler, metaforlar, göndermeler de var öykülerinizde. Hikâye ederken “anlatmaktan” mı yanasınız yoksa “göstermekten” mi? Ya da belki sadece “sezdirmek”…
“Anlatma, göster” belki de kurmaca yazarlarının en sık duyduğu düstur olsa gerek. Bu kadar sık tekrarlanmasının, neredeyse klişeye dönüşmüş olmasının nedeni de doğru olması bana kalırsa. Öykü yazmanın da okumanın da keyfi artıyor böylece. Öte yandan bir anlatıda her şeyin gösterilmesine de gerek olmadığını düşünüyorum. Yeri geldiğinde sizin dediğiniz gibi sadece sezdirmek, hatta bazen onu bile yapmadan bazı noktaları karanlıkta bırakmak, okuru bu belirsizlik yüzleştirmek gerekiyor. Bu dozunda ve yerinde yapıldığında okur için de yazar için de heyecan verici.
“İyi Kalpli Yolcu” öykünüzde, “Ben bir gezginim. Yerim yurdum, kimim kimsem yok. Şehir şehir köy köy gezip ölümle karşılaşmayı umuyorum. Eğer izin verirsen, geceyi köyünüzde geçirmek istiyorum. Açlığımı bastıracak kadar yiyecek ve yatacak sıcak bir döşek karşılığında lezzetli yemekler pişirir, güzel hikâyeler anlatırım.” diyorsunuz. Güzel hikâyeler anlatmanın “bedeli” yaşamınızda nedir?
Güzel hikayeler anlatmanın benim için bir bedeli olduğundan emin değilim doğrusu. Onun yerin güzel hikayeleri anlatmanın ödüllerinden bahsetmeyi yeğlerim. Örnek verdiğiniz öyküde olduğu gibi, iyi bir öykünün insanları birleştirici bir etkisi vardır bence. Anlatan, konu edinilen ve dinleyen arasında çok güçlü bir bağ kurar. Belki bir ateş etrafında toplanıp birbirlerine hikayeler anlatan atalarımızdan kalan bir miras bu. Ve iyi öyküler kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa geçtikçe güzelleşir ve zenginleşir. Bu da anlatıcı için en güzel ödüllerden biri olsa gerek.
Öykülerin isimleri de oldukça ilgi çekici: “Saat Kulesinin Gölgesinde, Mükemmel Bir Gülüş, Peygamber, Cüceler Sarayı, İyi Kalpli Yolcu, Yemek, Uzaktaki, Kutsal, Endülüs Köpeği, İlk Görüşte Ölüm”. Bir öyküye isim verme süreci sizde nasıldır? İsimlerle öyküler arasında nasıl bir ilişki vardır?
İsim, bütün sanat eserlerinde çok önemlidir bana kalırsa. Eserin kaderini elinde tutar. Aynı metin, farklı başlıklar verildiğinde bambaşka, hatta zıt şekillerde okunabilir. Ben genellikle öykülere isimlerini yazımları bittikten sonra, bazen uzun bir süre sonra veriyorum. Anlatmak istediklerim, gösterdiklerim ve sakladıklarım konusunda net olmam gerekiyor çünkü. Bu öğeleri de hesaba katarak en uygun ismi bulmaya çalışıyorum.
“Cüceler Sarayı”, “Peygamber”, “Hükümdar”, “Kutsal”, “Saat Kulesi”… Derken aslında hep aynı anlatıcının şahitliğini izliyoruz sanki kitapta. Öykülerde ortak ögeler ve göndermeler mevcut olduğundan mı bu? Bütünlüklü bir kitap olsun diyerek mi yola koyuldunuz?
Aynı anlatıcı olmalarından çok aynı sınıftan gelmelerine bağlıyorum ben bu yakınlığı. Toplumun dışında, çoğunluk tarafından dışlanmış, hor görülmüş kişiler hepsi. Ötekiler. Dolayısıyla hikayelerinde, meselelerinde benzerlikler mevcut.
Ortak ögeler ve göndermeler ise bundan ayrı bir konu. Her öykü, birbirinden bağımsız olduğu halde, ortak bir dünyada, kendi kuralları ve zaman akışında yer alıyor. Bunu hissettirmek, bu dünyayı daha tutarlı ve gerçek kılmak için kullandım onları. Yola çıkarken böyle bir niyetim olmasa da, “Orada Bir Yerde” geçen öykülerim artıkça, kalemim ve aklım oraya daha sık uğrar hale geldikçe bu dünyayı bir bütün halinde düşünmeye ve öyküleri birbirine bağlamaya çalıştım.
Yolunuzu belirlerken, o yolda yürürken önünüzü ışığıyla aydınlatan ‘deniz fenerleri’ kimler oldu? Hangi eserler ya da?
Bana ve yazınıma etki eden, katkısı bulunan yazarların başında Gabriel Garcia Marquez, Italo Calvino, Georges Perec, Jose Saramago, Juan Rulfo, Julian Barnes, Orhan Pamuk ve Hasan Ali Toptaş’ı sayabilirim.
Bunlar dışında Nick Cave, Tom Waits, Leonard Cohen, Bob Dylan, Billy Corgan gibi müzisyenler, Velazquez, Rembrandt, Caravaggio, Bruegel, Bosch, Picasso gibi ressamlar da benim için birer fener diyebilirim.
“Bana düşen, sözlerini O gelene kadar en saf haliyle korumaktı. Tıpkı O’nun gibi ben de bir kâğıt olmalıydım o ulvi sözler için. Onları oldukları gibi korumalıydım. Okumam yazmam yoktu. Tek çıkar yol, söylediği her şeyi ezber etmekti.” diyen anlatıcının gözünden okuduğumuz bir “Peygamber” öyküsü var. Anlatıcının yol’u ezber etmekten geçse de hikâyecinin yol’u ezber bozmaktan geçmez mi? Yeni bir yol açmak için neler yapmalı bir edebiyatçı sizce?
Evet, haklısınız. Peygamber adlı öyküde anlatıcı çözümü ezberlemekte buluyor. Çünkü kelimesi kelimesine korumak istediği bir anlatıyla karşı karşıya. Oysa hikayeci, edebiyatçı bilineni sınamak, sınırları zorlamak, değiştirmek, yeri geldiğinde yıkmak ve yeniden yapmak için çalışır bana kalırsa. Hem diliyle hem de anlattıklarıyla.
Yeni bir yolu açmak için eski yolları çok iyi bilmek gerekiyor bana göre. Ancak kendinden önce yapılanlara, fikirlere hâkim olduktan sonra anlatılmayanı anlatmak veya anlatılageleni başka türlü anlatmak, ortaya koymak mümkün.
Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (13 Temmuz 2017)