Epik tiyatroya “Zengin Mutfağı”ndan bakmak | Ömürcan Bozali

Ocak 31, 2017

Epik tiyatroya “Zengin Mutfağı”ndan bakmak | Ömürcan Bozali

zengin-mutfagi-770x470Zengin Mutfağı, Vasıf Öngören’in 1977 yılında yazdığı epik oyun metnidir. Eser, ilk kez, Vasıf Öngören’in kurduğu İstanbul Birlik Sahnesi’nde oynanır. Zengin Mutfağı;  Modern Türkiye Tiyatrosundaki toplumcu dönüşümün mihenk taşları arasındadır, çağının en önemli epik örneklerindendir. Yapıt, toplumsal alt-üst oluşların ve kaotik siyasal atmosferin insan ilişkilerine yansımasını konu edinir. 15-16 Haziran Direnişi ve sonrasında yaşanan 12 Mart döneminde İstanbul’da, bir zengin mutfağının çalışanlarının yaşantılarını ve dönemin şartlarından etkilenme biçimlerini anlatır. Öngören bu bağlamda, deha yazar, usta bir yönetmen olmanın ötesine geçer. Tarihe tanıklık eden, yaşadığı coğrafyayı tanıyan, sınıf çelişkilerini bilen, sorumluluklarının farkında bir aydın bilincinin açığa çıkmasına katkı sunar.

Yenilikler

Epik tiyatro 1930’lu yıllarda Bertolt Brecht tarafından kuramlaştırılır ve uygulanır. Brecht’e göre tiyatro, üst sınıfların bir eğlence aracı değil; emekçi kesimin sorunlarının anlatıldığı, sıradan insanların yaşantılarındaki zorlukların ele alındığı, devrimci bir sanat alanıdır. Brecht, tiyatroyu seyircinin boş zamanlarını değerlendirdiği basit bir izlence olarak değerlendirmez; seyirciyi aktifleştiren, eleştiri yapmaya, soru sormaya teşvik eden bir üst çaba olarak görür. Tiyatro, çevresinde yaşanan sorunlara duyarsız kalmamalı, tarafsız olmamalıdır. Tarafsızlık, ezen sınıfın ve resmi ideolojinin meşrulaştırılması anlamına gelir; kabul edilemez.

Brecht, bu düşünceler çerçevesinde epik tiyatro kuramı ile ezilenlerin sesini sahneye taşır. Epik tiyatro, bütün devrimci sanat akımları gibi eskiyi reddeder; öncülünün zıttı özellikleri içinde barındırır. Epik tiyatro, Aristocu tiyatro anlayışının tarihsel eleştirisidir. Aristocu tiyatro anlayışı; üç birlik kuralına (yer – zaman – olay) sadık, duygu yoğunluğunun üst seviyede seyrettiği, olayların çizgisel bir ilerleme içerisinde sergilendiği, estetik-biçimsel gerçeğe uygunluk ilkesinin temel alındığı, seyirciyi sahne ile yakınlaştırmayı amaç edinen, geleneksel tiyatro anlayışıdır. Bu mantık, insanın değişme ve değiştirme gücünü göz ardı eder.  Sahicilik arayışında elde edilen, Aristocu terminolojiye göre gerçeğin taklididir.

Epik tiyatro; teatral atası dramatik tiyatro anlayışına karşı, seyircinin oyundan uzaklaştığı, olay akışına kapılmadığı, farklı uyaranlar tarafından algılarının açık tutulduğu yöntemleri benimser. Epik tiyatro oyunlarında, estetik-biçimsel gerçeklik konusu, önem sıralamasına göre tali konumdadır. Bir oyuncu birden fazla rolü oynayabilir, dekor aslına uygun yeterlilikte olmak zorunda değildir; epik oyunun temel kaygısı, fikir ve eleştiridir. Bu çerçevede epik tiyatro, benzetmeci tiyatronun anti-tezidir. Seyircinin, sahnede gerçekleşen eylemin bir kurgu olduğuna dair bulgularına katkı sunmak adına oyuncular, seyircilerle diyalog kurabilir. Bu tercih, yabancılaştırma yöntemlerinden biridir. Yabancılaştırmanın amacı, seyircinin zihnini diri tutmaktır. Oyun, kronolojik bir doğrusallık sergilemek zorunda değildir; olay ve zaman sıralı bir bütünlük taşımaz. Oyun, parçalara ayrılabilir. Metinde seyirciyle iletişim kuran, içerden bir anlatıcı bulunabilir. Anlatıcılar, oyun kişileri ve oyunun temel meselesiyle ilgili bilgi verebilir.

Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun anlatım ve sahneleme teknikleri, epik tiyatronun getirdiği yeniliklerin kolayca uygulanması ve modern tiyatromuzun bu sentez üzerine inşa edilmesini kolaylaştırır. Açık biçime dayalı sahneleme teknikleri; meddahlık kültürünün ve orta oyunu geleneğinin anlatım tercihlerine uygundur. Epik tiyatronun estetik beklentileri 60’lar Türkiye’sinde epik ekolün ortaya çıkmasında ön açıcı olur. Haldun Taner ve Vasıf Öngören dönemin eser veren önemli yazarlarındandır.

Mutfaktaki epik izler

Zengin Mutfağı beş ön oyun, altı oyun parçasından oluşur. Ön oyun parçalarında anlatıcı konumundaki Lütfü Usta, seyircilere oyun kişileri ve sürmekte olan olay örgüsü ile ilgili bilgiler verir. Anlatımlar hayıflanmayı andıran monologları, seyirciden cevap bekleyerek sorulan soruları ve aşçının öznel yorumlarını içerir. Lütfü Usta, kendini bir anlatıcı olarak keşfeder. Aşçı sahnede görünmeyen Kerim Bey’le yaşadığı diyalogları kendi dilinden seyirciye aktarır. Bu bağlamda Kerim Bey, oyun sırasında sahneye hiç çıkmadığı halde seyircinin zihninde bir imge oluşturur. Bu imgenin kaynağı Lütfü Usta’nın izlenimi ve seyircinin kendi yaşam deneyimleridir. Anlatıcı sık sık araya girerek seyirciye açıklamalar yapar, birkaç parça sonrasında artık hangi olayın ne zaman gerçekleştiği konusunda şüphe uyandıran bir iç içe geçme hali ortaya çıkar. Anlatıcının seyirciyle iletişim kurması, sergilenmekte olanın bir oyun olduğu algısını güçlendirir. Bu şekilde epik tiyatronun en önemli dışlaştırma/soğutma yöntemlerinden biri olan yabancılaştırma efekti kullanılır. Diğer yandan ön oyun bölümleri, metnin kronolojik anlamda parçalanmasını sağlar;  geriye gidişler ve ileriye sıçrayışlar arasında ön oyun yapılarının köprü kurma işlevinden faydalanılır. Oyun boyunca kullanılan zil, radyo ve köpek sesleri seyirci algısının uyanık kalmasını sağlar.

Zengin Mutfağı, 1970’li yılların başında, emek-sermaye kavgasının sıcak günlerinde bir zengin köşkünde çalışan insanların dönüşüm hikayelerini konu edinir. Oyunun ilk bölümünde köşkün aşçısı Lütfü Usta eşyalarını toplamış vaziyette sahnede belirir. Daha önceden vermiş olduğu kararı uygulamakta yaşadığı güçlüğü aşabilmek, davranışının toplum tarafından onaylanmasını sağlamak için kendisini köşkü terk etmeye iten süreci anlatmaya başlar. Köşkte kalıp patronu Kerim Bey’e hizmet etmekle; yirmi yıllık iş yerini terk edip yeni bir hayata başlamak arasında kalmıştır ve bir seçim yapmak zorundadır. Bu dramatik an, oyunun açılmasını sağlar. Oyun, merkezine Türkiye’de mülkiyet meselesini ve sınıfsal yapıların ilişkilerini alır.

“Aşçı- Toprakları moprakları var demedin miydi? / Kız: Varmış ama satmışlar… / Aşçı- Satmışlar mı? / Kız- Satmışlar… / Aşçı- Sattıklarını söylememiştin? / Kız- Köylüler topraklarını işgal etmişler, babasının sağlığında… Babası ölünce, ağabeyleri toprakları satmışlar… Uğraşamamışlar köylülerle… Toprağı yok. / Aşçı- Parası vardır öyleyse! / Kız- Parası da yok…/ Aşçı- Neden, buna düşmemiş mi bir şey? / Kız- Ağabeyleri bölüşmüşler… Zehir zıkkım olsun inşallah… Selim küçükmüş o zaman, onun hakkını da ablasına vermişler… Eniştesinin bir benzin istasyonu var şimdi…”

Alt metin, okuru Türkiye’nin başat meselelerine götürür. Vasıf Öngören; topraksız köylülerin, kentlerde işçi hareketleri yükselirken, kırlarda gerçekleştirdikleri işgallere gönderme yapar. Öngören; parçalara ayrılan toprakların insanlara yetmeyişine, köyden kente göçün yoğunlaşmasına, kentte yaşanan sosyal bunalımın bu göç politikasızlığıyla ilintisine, Anadolu’daki miras bölüşümü hukukunun ataerkil alışkanlıklarına -Selim çok küçük olduğu için hakkı ablasına verilir; ablasına ait bir payın olmadığı, kendine düşen mirasın kullanım yetkisinin de eşinde bulunduğu anlaşılır- feodalizmden kapitalizme geçişin sancılarına ve döneminin bütün toplumsal gerçeklerine tanıklık eder.

Rastlantıların özne gelişimine etkisi

zmMetinde ölçülü kullanılan birkaç küçük rastlantı, oyunun seyrini çizerken karakterlerin değişimine ve dramatik eylemlerin oluşumuna ciddi etkilerde bulunur.

Seyfi karakterinin mutfakta bıraktığı gazeteye göz gezdiren Selim, tanıdığı bir kişinin arananlar listesinde yer aldığını öğrenir. Bu sırada Selim’in nişanlısı olan “kız” ile diyalogu son bulmuş, köşkün sahiplerinin yaşadığı sefahat ile Selim karakterinin yoksulluğu üzerinden bir ikilem ve gerilim oluşmuştur.

“Selim- (Çiçeği uzatır) Al, parktan… Değil evlenecek, nişan günümüzde çiçek alacak param yok. / Kız- Ne oldu? Vermedi mi enişten? / Selim- Vermedi… Bir hesap çıkardı önüme… Borçlu çıkardı beni… Kavga ettik… Bundan sonra aylık para da göndermez. / Kız- Mahvoldum. (Zil çalar) / Selim- Ben gideyim şimdilik… / Kız- (Kararlı) Gitme… Zil. Küçükbey. Gel otur şurda… Şu arı sütünü içireyim, hemen gelirim. / Selim- Arı sütü mü? Kimin? / Kız- Bizim küçükbeyin… Her sabah daha yatağından kalkmadan arı sütü içiriyorlar anası babası… / Selim- Yatağında mı? (Bozulmuştur) N’oluyor yahu. (Kız çıkar) / Aşçı- Nerde bu kız? / Selim- Arı sütü. (Eliyle yukarıyı işaret eder) / Aşçı- Hah iyi… Dur, ben ne yapacaktım şimdi? (Çıkar) / Selim- (Şoförün bıraktığı gazeteyi açar, bakar) Ali Kara… Şu bizim Ali mi acaba? Aranıyor demek… Arı sütü ha?”

Devam eden bölümde Selim, nişanlısının köşkte hor görüldüğünü ve örselendiğini düşünür. Bu sırada Aşçı, Selim’e oyalanması ve neşelenmesi için radyo verir. Olayların seyrini değiştiren rastlantı bu anda ortaya çıkar. Radyoda arananların isimleri okunur ve bulunmaları için yardım edenlerin ödüllendirilecekleri söylenir. Selim’in değişimi geçmişte, belki anlatı anının çok daha ötesinde başlamış olsa da, bu duruma kesinlik kazandıran eylem bir rastlantı sonrası açığa çıkar. Selim, hayatını rayından çıkaracak bir karar verir.

 “Zengin Mutfağı”nda oluşum sorunu

Zengin Mutfağı bir değişim-oluşum hikayesidir. Ahmet tipi hariç bütün mutfak kişileri, oyunun seyri içerisinde olumlu/olumsuz anlamda dönüşüm geçirir. Epik eserde birey, toplumsal dönüşümün temsilidir. Kendini gerçekleştirme, bir öznel kişilik olarak var olma, kendini iç-tatmin yoluyla tamamlama, yani üst benliğini inşa eylemi söz konusu değildir. Kişisel kurtuluş yollarının işlendiği oyunlarda dahi esas sorun toplumsal kurtuluşun çıkmazlarıdır. Kişi, tek başına bütünlük oluşturamaz, o bir bütün olan toplumun anlamlı parçasıdır.

Önceleri patronunu seven, sadık çalışan Lütfü Usta; Kerim Bey’e zamanla kızgınlık duymaya başlar. Son sahnede artık kime hizmet ettiğini sorgulamaktadır: “… Tabi gider, kırk kişilik ziyafeti kendisi hazırlayacak değil ya… Ulan patron mu olsaydık ne… Ulan patron… (Dışardan köpek havlamaları gelir)  Ulan köpek… /  Ben kime hizmet ediyorum? Kerim Bey’e mi, köpeğine mi? Ben köpeklere hizmet edemem arkadaş…

Korumacı-mülkiyetçi refleksler gösteren Seyfi, romantik de olsa devrimci bir dönüşüm yaşar, Ahmet’in etkisinde kalır, işini bırakıp sendika çalışmalarına katılır: “… Karışma, karışma şu işlere… Sen karışmadan olmaz mı? …  Bana sordunuz mu yahu? Benim evim ev değil mi? Ya benim evimi de ararlarsa? / … Bilmiyorum… Bize ne bunların pis işlerinden… Karışmam ben biz devrimciyiz arkadaş bunların işlerine karışmayız biz…”

Mutlu evlilik, kendine ait bir ev, huzurlu yaşantı hayalleri kuran kız; Lütfü Usta’nın son anlatımında artık bir fabrika işçisidir, grevlere katılır, hatta eski nişanlısı Selim’le gırtlak gırtlağa gelir: “… Fakülteyi bitirince Türkoloji öğretmeni olacak ama… Lise öğretmeni… Öyle ilkokul ortaokul öğretmeni değil, lise öğretmeni… / Selim eniştesine gitti… Hesaplaşacaklar, hissesini alacak… Ben de evlere baktım, ama evler çok pahalı. / Ah Selim keşkem sen karışmasaydın… Biz karışmasak olmaz mı? Sen karışma bir daha…”

Hikayenin başında mahcup, temiz bir genç olan Selim’in dönüşümü ise diğer karakterlerin aksi istikametinde bir seyir izler. Para kazanmak için arkadaşını ihbar eder, can havliyle Kerim Bey’e sığınır, onun ideolojik eğitiminden geçtikten sonra kendisine anlatılanları ezberlemiş acımasız bir karakter olarak belirir sahnede. Bu sırada patronun Almanya’dan getirttiği kurt köpekleriyle Selim karakteri arasında bir bağdaşıklık kurulur: “Selim- Hadi ama… Sen önce beni doyur pehlivan… (Köpek havlamaları) Aşçı- (Köpeğe) Zıkkımın kökünü ye it oğlu it… Ha sen ne dedin, karnın mı aç? Kız bak, nişanlın karnı açmış hazırlasana bir şeyler.”

Mülkiyet edinme, sınıf atlama isteği metnin ana belirleyenlerindendir. Kız, para biriktirmek, küçük bir ev tutmak, zengin mutfağından kurtulmak güdüsüyle yaşar. Selim de benzer hırslarla beslenmektedir: “Selim- Seni bu zengin mutfağında bırakmam… / Sen kendi evinin hanımı ol diye yaptım bu işi, kendi mutfağında yemek pişirebil diye, kocana hizmet et diye…”

Bu konuda parantez açılması gereken bir nokta da oyundaki herkesin ismiyle çağırılıyor olmasına rağmen, kızın bir isimden yoksunluğu… Kızın, özel bir isim üzerinde bile mülkiyet hakkı yoktur. Evlilik konusundaki ısrarının sebebi mülkiyet edinme güdüsüdür, dönüşümünün son safhalarında artık sahip olma ihtiyacı duymaz, bu raddede Selim’le gırtlak gırtlağa dövüşür. Daha somut bir mülkiyet sorunu Lütfü Usta üzerinden işlenmektedir. Lütfü Usta’nın zengin mutfağı dışında başkaca bir evi, ailesi yoktur; kendisi hiç evlenmemiştir, zengin mutfağının arka odalarından birinde yaşamaktadır.

Kalan

Vasıf Öngören, metinlerinde ve yönettiği oyunlarda slogancılığa kaçan bir üsluptan sakınır. Ona göre tiyatro bir ajitasyon argümanı değildir. Bu üslup, sınıf çatışmasının ana tema olarak belirlenmesini engellemez.  Propagandacı yönelimler, karakterlere dair çok katmanlı bir okuma ve boyut kazandırma çabasını güçleştirir, fakat Zengin Mutfağı bu yaklaşımın çeperlerine temas etmeden epik-diyalektik mantığı sürdürür.

Ömürcan Bozali – edebiyathaber.net (31 Ocak 2017)

Yorum yapın