Söyleşi: Meltem Kofoğlu
2009 ve 2010 yıllarında Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde “Dikkate Değer” bulunan, 2009 Gila Kohen ve 2015 Necati Cumalı Öykü Ödülleri gibi birçok önemli ödüle sahip olan yazar ve şair Ercan y Yılmaz ile üçüncü romanı Altı Üstü İstanbul hakkında söyleştik. Olağanüstü anlatımı ve edebi lezzetiyle okurunu derinden etkileyen; masalsı, kendine özgün ve farklı bir dili bulunan romanın rahatlıkla ustalık eseri olduğunu söyleyebiliriz.
Altı Üstü İstanbul romanını yazmaya karar verirken nelerden etkilendiniz?
2014’te kafamda tamamladıktan sonra romanı yazmaya başladım. O zaman Kayseri’de yaşıyordum. Batman, Kayseri ve İstanbul arasında mekik dokuyordum. Üç bölgede de gördüğüm, tanığı olduğum doğa katliamları, ağaç kıyımları romanın başlangıcını belirledi. Böyle başladım ve doğaya değerken hayal dünyası metinde kendine yer buldu. Bazen roman bazen de oksijen için ormanlarda uzun yürüyüşler yaptım. Tırmanışlar, seferler… Taş taş, ot ot, ağaç ağaç inceledim Aydos’u… Aydos bölümleri bitince Kaymakdonduran, Âlemdağ, Belgrad ormanlarını… Her gezmemde yeni canlılarla tanıştım. Çok şey öğrendim onlardan. Bunlar romana da yansıdı.
Öncelikle, ustalıkla kullanmış olduğunuz diliniz ve üslûbunuz okurunu cezbediyor. Özgün ve şiirsel. Modern bir masal tadında ilerliyor… Romanın bir tarafını Edip isimli baş karakterinizin ağzından anlatıyorsunuz. Edip size göre nasıl bir kişilik?
Altı Üstü İstanbul’u yazmaya başladığım ilk günden itibaren kafamdaki Edip karakteri değişti. Başlarda bu değişikliğin benim kontrolümde olduğunu düşünüyordum. Ama değildi. Değişim, zamanın kontrolündeydi. Beni de sizi de; öncemizi ve sonralarımızın da kontrolünün önemli ipleri zaman kavramının hükmünde. Bunu anladığımda -bir süre- Edip’i, patlamak isteyip de patlayamayan bir mısır tanesinin çaresizliğiyle gördüm. Patlamak için gerekli her şey varsa da içinde onu sağaltacak birine ya da bir şeye ihtiyaç duyan biri. Kısaca anlatmak gerekirse Edip kendini tamamlayacak birini bulana kadar kendini tanımayan biri aslında.
İstanbul, masalların baş diyarında yürümeyi unutup sadece bir şeylere yetişmek için adım atanların şehri. Sadece bu şehirde bir şeylere yetişmeye çalışmak, belki de yeryüzü cennetlerinin en güzeline yapılan bir saygısızlık mı?
Romanda anlatıcı bunu saygısızlık olarak tanımlıyor. İstanbul yeryüzü cennetlerinden biri. Yeryüzünde başka başka cennetler de gördüm. Devletleri, milletleri ve kültürlerince cennet hâlleri korunmuş. Ama İstanbul böyle değil! Ne devleti ne de milleti sahip çıkmış. İşte “rağmen bir şehir” olması buradan geliyor, öncelikle bize rağmen hâlâ cennet.
Şehri doyasıya yürüyememek saygısızlık mı gerçekte! Oturduğumuz yerden de günün on sekiz saatini çalışmak zorunda olan şehrin mukimlerini eleştirmek de doğru olmaz. Maalesef hayatın koşturmacası insanlara şehrin ve doğanın güzelliklerini tadacak zamanı ve imkânı tanımıyor. Bu saygısızlık vatandaşların yaptığı değil, vatandaşın uğradığı olarak gelişiyor.
Dav’ın hikâyesi, Edip’i çok derinden etkilenmektedir Bunu neye bağlıyorsunuz?
Edip tamamlanmak istiyor. Dav’la başlıyor bu. Sonra diğerleriyle devam ediyor. Tamamlanmak önemli. Aydos’la, Tun’la, Serdar’la ve tabii Kev’le tamamlanıyor.
Aydos’un İnce Vadi’sinde yaşayan tüm karakterlerinizin isimleri Kev, Dav, Sar gibi kısaltmalardan oluşuyor. Sadece ölen karakterlerin isimleri tamamlanıyor. Tıpkı insanların yaşam ve ölüm döngülerini tamamlamaları gibi…
Aydos’un güzel vadisi İnva’da -ki bu da kısaltma- diriler isminin tamamını kullanmıyor. Bu doğaya saygıdan ötürü gelişen bir kültür, karizmatik bir tercih değil. Doğadan kendilerine yetenle sürdürdükleri yaşamları gibi. Doğaya dönmezsek, yetenden fazlasını kullanmaya devam edersek maalesef geleceğe sadece çorak topraklar kalacak. İnvalılar bunun bilincinde olarak isimlerini bile kısaltıyor. Ölüm gelene kadar. Nihayetinde ölünün, kendisine yetenden fazlasını harcayabilecek bir durumu kalmamıştır.
Romanın önemli bir bölümünde güçlü bir İstanbul anlatısı yer edinmiş. Döne döne okuduğum bölümler. Yerkürenin içine bir elmas gibi yerleştirilmiş bu büyülü şehrin kıymeti bilinmemekte, günden güne doğası insan eliyle yok edilmektedir. Günden güne betonlaşan alanlarıyla, kesilen ağaçlarıyla. Burada Gezi Olayları’na da değiniyorsunuz.
Evlerinden edilen İnva sakinlerinin dramı, tahrip edilen ormanları üzerinden anlatılıyor İstanbul. Dav’ın yürüyüşü Gezi Direnişi’ne denk geliyor. Ama zaten Dav, Aydos’un bir vadisinde bu tahribatı yaşıyor. Birileri Hatay’da, birileri Lice’de… Gezi’nin bu kadar ses getirmesi “son” ağacı temsil ediliyor olmasıyla ilgili bence. Kapımızın önündeki son ağaçlar… Dav’ın hikâyesi de İnva’nın son ağaçlarıyla başlıyor.
Her bölümün başında yer alan alıntı, bu alıntıların sahibi usta yazar ve şairleri de romandaki yolculuğumuza katmakta, onlarla birlikte edebi bir şölen yaşatmakta okuruna. Edip’in okumakta olduğu Proust, Tanpınar gibi edebi kişilikleri anlatması ve edebi metinlere yer vermesi ayrı bir haz veriyor romanın okuruna. Bizlerde hayranlık uyandıran ve heyecan veren kişilikleri… Bu kişiliklerin sizin edebi kişiliğiniz açısından da önemi yadsınamaz, öyle değil mi?
Altı Üstü İstanbul’da başucu şair ve yazarlarımın hemen hemen hepsi kendine yer buldu. Kimi alıntılarda kimi metnin içinde… Tanpınar, Fowles, Pavese, Pessoa… Proust da var ama o başucu değil baştacı. Hepsi de benim için çok önemli. Tabii sadece bunlar değil. Edebiyat yolculuğumu çok sevdiğim bu yazarlar da etkiledi, sevmediğim metinler de… Nihayetinde bizi biz yapan sadece sevdiklerimiz olamaz! Hatta sevmediklerimizin payını hiç de küçümsenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü birilerinin yaptığı yanlışlar bize deneyim olabiliyor.
Romanınızın postmodernist özellikler taşıdığını söyleyebilir misiniz?
Evet, söyleyebiliriz. Gerçi Türk edebiyatında her şeye postmodern denmeye başladı.
Roman, öykü ve şiirlerinizle aldığınız ödüllerle edebiyat dünyasına kazandırdığınız eserler, Türk edebiyatındaki yerinizi sağlamlaştırdı. Yazınsal yolculuğunuz hakkında ne söylemek istersiniz?
Beş yaşından beri yazar olmak isteyen biriyim. Yolcuğum bu istemle devam edecek. Bugün geçmişe bakınca hâlâ eski bir traktör tekerleğinin içine yerleşip orada kitap okuyan kendimi görüyorum. En huzurlu hâlimdi sanırım.
Altı Üstü İstanbul hakkında en son ne söylemek istersiniz?
Yedinci kitabım ama Altı Üstü İstanbul’la ilk kitap heyecanını tekrar yaşıyorum.
Teşekkürler…
Rica ederim, asıl ben teşekkür ederim.
edebiyathaber.net (18 Mayıs 2022)