Erdal Ateş’in İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabı Ressamın Takvimi yeni yılda okurlarıyla buluştu. Kitap, çağrışım değeri yüksek kısa öykülerden bir bütün kurma hayalini taşıyor ve her satırda karakterlerin envai çeşit duygularını gözler önüne seriyor. Evet, gözler önüne seriyor; çünkü yazarımız başarılı bir şekilde yürüttüğü ressamlık hayatını yazarlıkla harmanlayıp harfler yardımıyla sayfalara resim çiziyor.
“Türkçe öğretmeni dostum İ., bir sabah resim atölyeme üniversiteden arkadaşı R. Bey ile geldiler…” diye başlıyor kitap. Büyük bir ilaç firmasının yöneticisi olan R. Bey anlatıcıya bir iş teklif ediyor. Şirketinin her yıl çıkarttığı Şifa Takvimi’ni öykülerle destekleme işi, hem de paraya ihtiyacı olan biri için büyük bir meblağ karşılığında. Bu görevin altından kalkabileceğini anladığı an yazmaya başlıyor anlatıcı: Her güne bir öykü, öykü içinde bir başka öykü… Hikâyelerin insanları yok etmeye başladığı, iletişim için sözlerden fazlasına gerek duyulduğu bir zamanda anlatılar birer resim gibi kâğıda düşüyor ve takvim için öyküler yazma serüveni böylece başlamış oluyor.
Öykülerin, yeni takvimin ilk yaprağından itibaren başlaması planlanıyor. Nerede, ne zaman doğduğunu, kaç yaşında olduğunu bilmediğimiz öğretmen S.’nin hikâyesi ilk yaprağı kaplıyor. Önce beyaz bir adamın siyahlar arasında var olma çabasına tanık oluyoruz, daha sonra kimsenin göründüğü kadar masum olmadığının bir kez daha farkına varıyoruz. S. bir yerlerde hayatını sürdüredursun, Ocak’ın ortalarına doğru acınası bir kadınla tanışıyoruz. O ölünce başkaları doğuyor adeta, hayat kadınlarıyla dolu öyküler peşi sıra geliyor. İlerleyen günlerin yapraklarında, bir ressam Almanya’ya taşınmaya karar veriyor: Bir otel odasının kasvetinden okul tuvaletlerinin çok amaçlılığına, Almanya’da yabancılık çeken gurbetçilerin Türkiye’de de aynı dertten, bu kez
“Alamancılar” olarak mustarip olduğu gerçeğine kadar birçok konu, ölümüm soğuk nefesini çoktan içine çekmiş bu kısa ömürlerde kendine yer buluyor. Erdal Ateş zor hayatları öyküleştirirken, günümüzün popüler dilini yeğlemek yerine, özgün bir anlatım tarzı benimsiyor.
Anlatıcı, kendi de dâhil birçok karakterin ismini okurla paylaşmak istememiş –isimlerin yalnızca baş harfleri kullanılmış. Bu bağlamda bir “gizli özneler” kitabı ortaya çıkmış. Her bölümün başlangıcına bir tarih atılmış olsa da olay zamanları en az karakterler kadar anlatıcıda saklı. Sıradan bir olay, sıradan insanlar tarafından, herhangi bir zaman diliminde yaşanmış olabiliyor. Bizse bunları yazarın kendi gerçek zamanında yazdığı takvim yapraklarından takip ediyoruz. Bu nedenle kimi zaman Bayan Sonntag gibi T.B‘lere geç kalmış olabiliyoruz. Bu yöntemler sayesinde kitabın geneline başarıyla aktarılmış kasvetli hava, ölünün arkasından yakılan ağıtlar gibi kulaklarımızı uğuldatıyor.
Tüm bu kurgunun içinde tanıdığımız isimlerle de karşılaşıyoruz: Pop art akımının en önemli temsilcilerinden Andy Warhol, yazarlar Ernest Hemingway ve Balzac bunlardan sadece birkaçı. İçlerine sızma fırsatı bulduğumuz hayatlarda tanıdık isimlerle karşılaşmak, yolda senelerdir görmediğiniz için adını unuttuğunuz ama o anda ne kadar özlediğinizi fark ettiğiniz eski bir dostla sohbet etmek gibi…
İlk paragrafta da değindiğim üzere, kitabın en dikkat çekici özelliği ustalıkla kaleme alınmış betimlemeler. Yazar Ateş, aynı zamanda ressam olmasının nimetlerinden faydalanarak “iki sanatlı bir sanat eseri” ortaya çıkartmış. Ressamın Takvimi’ni okurken hem mürekkep hem de boya kokusunu almanız oldukça muhtemel.
Öykülerin bir sonuca bağlanmıyor olması okuyucuyu bir hayli kışkırtıyor. Evet, ne öykülerin ne de bütüne bakıldığında eserin bir sonu var. Yine de zaman algımıza tıpatıp uyan bir durum bu. Ne zaman başladı her şey, ne zaman sona erecek, kim bilebilir? Zamanı, başlangıcı, hatta karakterleri bile belli olmayan bir kitap için klişe bir son yazmak olayların ve hissettirdiklerinin önemini ikinci plana atmak olurdu.
Bu tarz kitaplar bittiğinde kimilerimiz hissettiklerinde ve düşündüklerinde yalnız olmadığını anlar ve kitabı göklere çıkartır. Diğerlerine göre ise anlatıcının dünyası asla kabul edilemeyecek sapkınlıklarla dolu olabilir; o zaman da olumsuz eleştiriler sıralanır. Ressamın Takvimi bu bilindik tepkilerin çok dışında bir sonuçla çıkıyor karşımıza. Çekindiğimiz, ayıpladığımız, gördüğümüzde tiksinerek –bazen de korkarak- kafamızı çevirdiğimiz hayatların tam ortasında bırakıyor bizi.
Saniye Ezgi Akyıldız – edebiyathaber.net (26 Ocak 2015)