Erkeklere Her Şey Anlatılmaz’ı Neden Okumalı? | Dilek Şimşek

Aralık 31, 2024

Erkeklere Her Şey Anlatılmaz’ı Neden Okumalı? | Dilek Şimşek

Kitabın ilk sayfasında Buket Arbatlı’nın tıp fakültesi mezunu ve radyasyon onkoloğu olduğunu okuduğum anda kitabı satın aldım. Hiç tanımadığım meslektaşımın Sel’den kitabı çıkmıştı, bu başarıyı desteklemem gerekliydi. Bir gün bir kitabımın olması hayaliyle yaşayan ben, hafif de kıskanarak Doktor Buket Hanım’ın neler yazdığını merak etmiştim.

2020’de basılan kitapta on altı öykü var. Öykülere başlamadan önce başlıklarına göz attığımda “Eskisi Gibi Olabilecek Miyiz Madam?”, “Şiir Neyi İyileştirir?”, “Samuray Atına Binip Gittiğinde”, “Beautiful Tango,” gibi başlıklarla karşılaşmaktan şaşırtmadım, aksine öykülerine yavruları gibi sarılmış, bu başlıklar için saatlerce düşünmüş biri belirdi gözümün önünde. Google’a baktım, aslan yeleli cin bakışlı Buket Arbatlı’yı görünce, aklımdaki imgesinin gerçeğine çok benzemesine gülerek yeni bir yazarla yola çıkmaya hazırdım.

Eskisi Gibi Olabilecek Miyiz Madam? açılış öyküsü. Balkonda çiçek yetiştirmek isteyen karısının arzusunu baltalayan bir koca ve hayatın tam içinden çıkıp gelen bir Madam Ani var. Çiftler paylaşmayı ne zaman bırakır, sözler karşılık bulmadığında mı, bittiğinde mi? Saksıda çiçek yetiştirmekle bebek sahibi olmak arasındaki gizli bağlantı bir kadını ilişkisinde yalnızlığa nasıl götürür? Bir solukta okunan öykü ipuçlarını okuyana bırakarak sonlandığında akıllarda devam ediyor.

Bu öykü hatırlattı. Aziz Nesin’in hatıralarında okumuştum. Tiyatro, oyun bittikten sonra seyircinin aklında kalandır, diyordu.

Yalnızlık Öldürür öyküsünün final diyaloğu okuru da içine alarak çarpıcı bir son oluşturuyor:

“Gidiyorum, doktor,” dedi.

Nihan başını hafifçe salladı.

“Memnuniyet formunu unutmazsan sevinirim. Umarım tekrar görüşürüz.”

Konuşursa ağlayacağını düşündü Nihan. Adam sesleri beraberinde götürdü.

Bu dört cümle tek başına okunduğunda ne düşündürüyorsa öykünün tamamı da aynı şeyi düşündürtüyor. Her ne kadar yalnızlığın ölümcül olduğu iddiası klişe olsa da eğitimli bir kadının yalnızlığı üzerinden iyi kotarılmış.

Kumrular öyküsünün bir benzerini bugüne kadar okumadığıma eminim. Her ne kadar Samanta Schweblin’in Kuşlar öyküsünü çağrıştırsa da ana karakterlerin farklı yaşlardaki kadınlar ve yan karakter kuşların sonları dışında bir ortaklıkları yok. Bu durum rahatsız edici değil elbette, sonuçta tüm romanlar Don Quijote’nin replikasıdır denmiyor mu. Anne, kızı ve komşusunun yalnızlıkları, iletişim sorunları kuşlar üzerinden çarpıcı bir şekilde verilmiş. Masa başında oturuken örtünün lekesine takılıp kalan bir anne, kahvaltı biter bitmez kaçmaya çalışan bir kız ve kuşlarla muhabbeti ilerletmiş bir komşu.

Kumrular’da yalnızlık, kadın yalnızlığı, iletişimsizlikten doğan yalnızlık mükemmel bir şekilde aktarılmış. Yalnızlığın adı anılmadan, detaylar ve metaforlarla. Usta işi bir öykü olmuş. Tekinsiz ve kreşendolu. Bir örnek, “Serpil başını koltuğa dayadı, gözlerini kapadı. Odada bir tur daha atıp dönene Kral gagasıyla kadının dudaklarına küçük darbeler vurdu.”

Şiir Neyi İyileştirir? öyküsünde Buket Arbatlı, hangi dertlerin şiir yazdırdığını da ortaya koymuş. Divan edebiyatının mazrufu. Üç karakter arasındaki ilişkiler, aşkın paylaşılma hali. Yine ipuçlarıyla ilerleyen sonunu okuyucuya bırakan bir öykü. Bu ana kadar yazarın Türkçesinin, dilinin ve kurduğu atmosferin oldukça başarılı olduğu anlaşılacaktır. Asıl önemli olan acele edilmeden yazılmış, adım adım sona götüren öykülerin detaylarla örüldüğünün anlaşılması olacaktır.

Samuray Atına Binip Gittiğinde öyküsünün herhangi bir insanın kalbinde bir yere dokunmadan bitirilmesi olanaksız gibi. Su gibi akan cümlelerle tanık olunan yaşamların öyküsü. O kadar iyi yazılmış ki Amerika’daki o hasta odasından izliyoruz olup biteni. Adalet Ağaoğlu’nun meşhur kitap cümlesini aklımıza getiriyor, “İntihar etmeyeceksek içelim bari.” Öyküdeki karşılığı, öleceksek yaşayalım bari.

Uzun zamandır notlarını aldığım bir öykü projem var. Karşı pencerelerdeki gözetleyen bir kadın, kurumuş çiçekler, yaş farkı, evlilik, değişik sevgililer falan. Uzun zaman önce buna çok benzer bir film de izlediğimi anımsıyorum ama ne filmin adı ne de oyuncuları aklımda. Zaten festival filmiydi, günümüz koşullarında bulmak neredeyse olanaksız. Buket Arbatlı’nın Ağaçların Dili öyküsünde benzer bir konuya denk geldim. Jung’un ortak bilinçaltıyla ne kastettiğini hepimiz duymuşuzdur. Bir de mesleki bilinçaltı var. En iyileri olduğumuzu söyleyemem ama doktorların gözlem ve tümevarım yetenekleri eğitimlerinin yanısıra deneyimleriyle de pekişen, bazılarımızda mesleki hastalık boyutuna erişen bir özellik. Karşı balkondaki kurumuş ortancanın sulanması zorunluluğu da ancak bir doktorun kaleminden öyküye dönüşebilirdi.

Bir polisiyeyi andıran Abdullah Aşçı’yı Aramak öyküsü anıların bugüne taşındığı, bugünden geçmişin perdelerinin aralandığı bir öykü. Senaryo tadı var. Görselliği ön planda tutularak başarılı bir atmosfer kurulmasından dolayı düşündüm bunu. Öykü ya da romanda diyaloglarla karakterlerin tanınmasına yol açma, onlar ya da olan biten hakkında ipuçları aktarma ve olay örgüsünü bir sonraki aşamaya sıçratma gibi özelliklere dikkat edilmesi önerilir. Bu öyküde diyaloglar okura ipucu vermek üzere hazırlanmış.

 Şiir okurken ne okuruz ya da öykü okurken? Ben Turgut Uyar’a kulak veriyorum, “Şiir üzerine, gerçekten yeni olan şiirle, yeni bir şeyler öğrenebiliriz ancak; şiir üzerine yazılanlarla değil.” Bu sözlerin öykü için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Buket Arbatlı’nın Erkeklere Her Şey Anlatılmaz öykü kitabının tam da bu yüzden okunması gerektiğini düşünüyorum. Sığlığın ve genelin ötesinde yeni bir öykü dünyası açmış çünkü. Jung’un tariflediği insan psikolojisinin duygu, duyum sezgi ve düşünme işlevlerini çalıştırdığı için okunmalı. Öykü yazma hevesinde olanlara biçimlendirme, kurma ve gerçekleştirme süreçleri açısından örnek olduğu için de.

edebiyathaber.net (31 Aralık 2024)

Yorum yapın