Pınar Kür’ün 2016 Eylül’ünde yayımlanan romanı Sadık Bey üzerine yapılan değerlendirmelerde ve yazarla yapılan söyleşilerde ağırlıklı olarak romanın başkahramanı Sadık Bey üzerinde duruldu. Sadık Bey, gençliğindeki cesaretinden, düşlerinden vazgeçip düzenin bir yerden parçası olmayı seçen bir insanın kırk yıl içinde geldiği noktanın görülmesine olanak tanıyan bir karakter. Romanda Sadık Bey’in üniversitedeki öğrencilik yıllarından ellili yaşlarının sonuna kadar geçirdiği değişimi görmek mümkün ve bu değişim, yalnızca bir roman kahramanının değil, toplumun da geçirdiği aşamaları okurun görmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda hem romanın başkahramanı olması hem de farklı okumalara yol açması nedeniyle Sadık Bey karakterinin üzerinde durulması gerekir. Bununla birlikte söz konusu inceleme yazıları ve söyleşilerde adları anılsa da uzun uzadıya üzerinde durulmayan iki kahramanı var Sadık Bey’in: Ertuğrul ve Semiramis.
Ertuğrul, Sadık Bey’in çocukluk arkadaşı. O yıllarda henüz farkına varmadıkları bir sınıf farkı vardır aralarında. Zamanla hem kendileri hem çevreleri bunu görmeye başlar. Lise yıllarında şiir yazıp basketbola yönelen Sadık’a karşı “dövüşmekten dövmeye evril[en]” Ertuğrul, “sınıf dışında öğretmenlerden daha çok sözü geçen, ali kıran baş kesen sekiz-on “ağbi”den biri ol[ur]”[1]. Dersleri boşladığından Sadık’ın yardımlarıyla sınıf geçer. Ahmet Talimciler’in de belirttiği gibi, “kadın ve erkek arasındaki ayrımı iyice keskinleştiren ve erkeklik mitini yücelten bir spor dalı”[2] olan futbola yönelir; ancak çoğunlukla oynamak yerine maça gidip ya da televizyon başına geçip bağıra çağıra oynayanları izlemeyi seçer. Futbol izleyiciliği de Ertuğrul’un erkek kimliğinin oluşumuna hizmet eden unsurlardan biri olur. Buna karşı Sadık, basketboldan bir süre sonra uzaklaşarak tamamen şiire ve tiyatroya yönelir.
Roman, okura iki farklı erkeklik biçiminin oluşumunu sunmaktadır. İlerleyen yaşlarında, özellikle kadınlarla ilişkilerinde, eril düşünceyi benimsemiş olsa da üniversite yıllarında ataerkil düzenin erkekten beklediği fiziksel, duygusal ve ekonomik güce sahip olmayan Sadık, daha sonra da hiyerarşinin en tepesinde yer alan erkeğin egemenliği altında kendine yer bulabilmiştir; ancak Ertuğrul’da hegemonik erkekliğin izini sürmek mümkündür. Connell’a göre, “[h]egemonik erkeklik kavramında “hegemonya” (terimin ödünç alındığı Gramsci’nin İtalya’daki sınıf ilişkileri analizlerinde söz konusu olduğu gibi) acımasız iktidar çekişmelerinin ötesine geçerek özel yaşamın ve kültürel süreçlerin örgütlenmesine sızan bir toplumsal güçler oyununda kazanılan toplumsal üstünlüktür”[3]. Hegemonyada bir grup erkeğin başka bir grup üzerinde tehdit vb. yollarla üstünlük kurması söz konusu değildir. Ertuğrul’un da gerek Sadık’la gerek özel yaşamı ve iş yerindeki insanlarla ilişkilerinde böyle bir yola başvurarak elde ettiği bir üstünlükten söz edilemez. Romanda daha çocukluk yıllarından itibaren aralarında onların bile o yaşlarda ayırt edemediği bir sınıf farkının altı çizilmiştir. Yıllar sonra da Sadık, çalıştığı şirketin küçük bir hissedarıyken Ertuğrul, o şirketin sahibidir. Connell’ın görüşleri üzerinden Ertuğrul’u irdelemeye devam edersek Ertuğrul, “[b]ir güçler dengesi içinde, diğer bir deyişle oyun esnasında”, üstünlüğü elde etmiştir. Bununla birlikte “[ö]bür örüntüler ve gruplar, ortadan kaldırılmak yerine ikincil konuma itilir”[4] Ertuğrul tarafından. Sadık, Ertuğrul’un ikincil konuma ittiklerinden biridir; ancak Ertuğrul’un “‘küçük dağları ben yarattım’ tavrına öteden beri özenir”[5].
Ertuğrul’un kibrine duyulan hayranlık da hegemonyasının ona getirilerindendir. Böylelikle yaşamındakileri egemenliği altında tutmayı sürdürür. Emirler verdiği insanlar, yüzlerine bile bakmaya gerek görmediği hizmetkârlardır onun için. Sadık’la gittikleri restoranda garsona sipariş vermeden önceki uyarılarından itibaren iktidarını karşı tarafa göstermeye ve kabul ettirmeye çalışır[6]. Ertuğrul’un bu çabası, “hegemonik erkekli[ğin] daima kadınlarla ilgili olduğu kadar, ikincil konuma itilmiş çeşitli erkeklik biçimleriyle ilgili olarak da inşa edil[diğini]”[7] ileri süren Connell’ın savına bir kanıttır. Fiziksel gücü, grup içindeki baskınlığı ile çevresini korkutarak egemenlik altına alan Ertuğrul’un kadınlara bakışı da temsil ettiği hegemonik erkeklikle çelişmeyecek biçimde cinsiyetçidir. Kadınları sınıflandırır, ya cinsel nesne olarak değersizleştirir ya da iktidarına bir tehdit olarak görerek egemenlik kurduğu alanın sınırlarına doğru iter[8]. Üniversite yıllarında fakülteleri dolaşarak “müsait muhtemeller” adlı bir liste hazırlaması, kadına bakışının, cinsiyetçi tutumunun değişmediğinin, değişemeyeceğinin göstergesidir. Benzer biçimde, Sadık’la Semiramis’in yakınlaşmasından rahatsızlık duyar; çünkü Semiramis üzerinde bir egemenliği olduğuna inanır ve bunu davranışlarıyla Sadık’a göstermeye çalışır. Ertuğrul’un bu çabası, kadın üzerinde egemenlik kurmaya çalışırken erkek rakibiyle çatışma içinde olan ya da rakip olarak gördüğü erkek bunun ayırdında olmasa da bir iç çatışma yaşayan “patolojik” erkeklik imgesiyle örtüşür:
“Ve Ertuğrul tabii hem çevredekilerin bakışlarından hem de en bu ikisinin yakınlaşmalarından, karşılıklı coşkularından huylanmıştı. Kızın kendisine ait olduğunu daha açık, daha kesin belirtme zamanının geldiğini düşünüyordu. Elini kızın masanın üstünde duran elinin üstüne kapadı; bu jesti Sadık’ın görüp görmediğini kontrol etti. Kız herhangi bir itirazda bulunmadı ama yedi-sekiz saniye sonra cin-tonik bardağına uzanmak için elini kurtardı. Sadık bu hareketi fark ettiğini, Ertuğrul’un görüp görmediğini görmemek için elini rakı kadehine sarmalayarak ve kızın gözlerini gözlediğini pek saklamadan konuya devam etme gayretindeyken, Ertuğrul kolunu Semiramis’in omzuna doladı. Bunun üzerine Sadık geri çekilerek sandalyenin arkalığına yaslandı. Kız konuşmayı sürdürmek için masanın üstünden ona doğru eğilmek zorunda kaldı.”[9]
Forster, roman kişilerini “düz kişiler” ve “yuvarlak kişiler” olarak iki grupta inceler. “Katıksız biçimiyle yalınkat roman kişisi, tek bir nitelik ya da düşünceden oluşur[ken] yapısına birden çok nitelik gir[ip]” romanın başından sonuna bir değişim, dönüşüm gösteren roman kişileri ise yuvarlak kişilerdir[10]. Ertuğrul, onu tanımaya başladığımız ortaokul yıllarından bugüne dikkate değer bir değişim göstermeyerek bir düşüncenin temsilcisi olarak karşımıza çıkar ki bu düşünce, eril düşüncedir ve bu açıdan Forster’ın “düz kişiler” grubuna dâhil edilebilir. Sadık Bey ise bir zaman, hayalleri olan bir üniversite öğrencisidir; ancak kendisi gibi hayalleri olan ama onların peşinden gitme cesareti de olan Semiramis’le Paris’te yaşamaya cesaret edemez. Hayalini bile kuramayacağı kadar özgür, sorgulayabildiği, soru sorabildiği bir ortam ürkütür onu. Bu da Semiramis’le yollarını ayırır. İşte o günden sonra yavaş yavaş değişen, en başta kadınlarla ilişkisi, kadınlara bakışı değişen bir Sadık Bey görmeye başlarız. Üniversite öğrencisi Sadık’tan da hayallerinden de günden güne uzaklaşır ama bir o gün kaçtığı hayalleri, hiç beklemediği bir anda karşısına çıktığında Sadık Bey, başka bir adamdır. Bu bağlamda da Forster’ın dönüşüm geçiren roman kişileri için kullandığı “yuvarlak kişiler” tanımına uyar; ancak bu dönüşüm, elbette Sadık Bey’in yaşamını olumlu yönde etkilemez.
Semiramis karakterini açımlamadan önce Pınar Kür okuru olarak birkaç şey söylemek isterim. Semiramis, Sadık Bey romanında en sevdiğim karakter oldu. Tıpkı yazarın önceki roman ve öykülerinde yarattığı pek çok kadın karakter gibi Semiramis de hizaya gelmeyenlerdendi ve üstüne üstlük kaybedenlerden değil, kazananlardandı. Yazarın kadın karakterleri farklı izler bıraktı bende. Örneğin “Leylâ İçin Şiir” öyküsünün Leylâ’sı meydan okumasıyla ve şu satırlarla belleğime kazındı:
“Kötüler kazandı mı? Yani, kazananlar ille de kötüler mi? Kimi kez emin olamıyorum. Kimi kez kötülüğü herkesten çok kendime yakıştırıyorum. Bu kazananlar belki de yalnızca başka tür insanlar –tanımadığım, tanımak da istemediğim bir başka tür. Hayvanların türleri olur da insanların olmaz mı? Tek insan türü diye bir şey yok ki, insan türleri var. Ve işte ötekiler, ötekiler, başka türden olanlar –ki onların, kötü olduklarını kesinkes kanıtlayamasak bile çirkin oldukları ortada– çoğunluğu elde etmişler ben ayrımına varmadan. Belki de Leylâ çok önceden ayrımına varmıştı işin. Ben çocuktum, durumu kavrayamamıştım, ama Leylâ çoktan anlamıştı belki. Mutlaka. Leylâ’nın deliliği o çirkin insanlara meydan okumaktı aslında. Her zaman açık açık meydan okuyamıyordu, doğru. Çoğu kez başı önünde geçerdi sokaktan. Ama başı öndeyken de meydan okuyordu bir yerde. Sarı saçlarına hakkı olduğunu biliyordu.”[11]
Yarın Yarın, Sonuncu Sonbahar adlı romanların kahramanlarından ve “Herkes Bana Düşman” öyküsünde de adı geçen Aysel Alsan, eril bir bakış açısıyla yazan bir yazarın kaleminde yazılsaydı tek boyutlu bir roman kişisi olurdu. Oysa Pınar Kür’ün kaleminde yaşamının farklı dönemleri verilirken romanın başkahramanlarınınki kadar ayrıntılı psikolojik çözümlemelerle sunulmasıyla yaşayan bir karakter oldu. Semiramis gibi, Leylâ gibi, farklı kişiliklere sahip olsa da ataerkil düzenin yasa koruyucularını telaşlandıran, iktidarlarını sarsan ve erkeklik kimliklerinin “patolojik” bir biçimde inşa olduğunu gösteren, başka bir deyişle maskeleri düşüren Küçük Oyuncu’nun Semra’sı da benzer izler bıraktı. Sadık Bey’de Semiramis ile tanıştığımda ise aklıma Yarın Yarın romanının Josette’i geldi. Leylâ Erbil ve Pınar Kür’ün yapıtlarını incelediğim tez çalışmamda Josette ile ilgili şu değerlendirmeleri yapmıştım:
“Yarın Yarın’da ataerkil düzenin ‘arındırdığı’ mekânlardan dışlanan bir başka kadın ise Josette’tir. Selim’in Paris’teyken kaldığı Madam Drevet’in oteline kadınların girmesi yasaktır. Bu yasak, mekânsal sınırlama, yine cinselliğe bağlı bir gerekçeyle getirilir; çünkü otelin müşterileri bekâr erkeklerdir. Otelin sahibi Madam Drevet, kadınları bir tehdit olarak görür. Ona göre “[k]adınlar insanın dertsiz başına dert açarlar”[12]. Selim’in, sevgilisi Josette’i otele birkaç kez davet etmesi üzerine Madam Drevet ikisini de kovar ama yine kadını suçlamaktan kendini alamaz. Selim’den aybaşında odayı boşaltmasını isterken “ciddi ve namuslu delikanlıları işte bu biçim kadınların yoldan çıkardığını” söylemeden edemez[13]. Madam Drevet’in gözünde kadın, erkeği yoldan çıkaran bir abject’tir. Buna karşı kendi yaşamını gözden geçiren Selim, Josette’in odaya gelişinin bir devrim olduğunu, yalnızca otelin yasalarını ihlal etmekle kalmayıp kendi düzenini de değiştirdiğini fark eder. Selim’in politik bilinçlenmesinde çok önemli payı olan Josette, devrimci mücadelesini cinsiyetsizleşmeden, erkekleşmeden verir. Josette’in düzene karşı itirazlarını her yerde sürdürürken Madam Drevet’in otelindeki yasaklara “İçinde sevişmek yasak üstelik. Ne denli sağlıksız bir yer olduğu bu yasaktan belli.”[14] diyerek itiraz etmesi, bunun göstergelerinden biridir; çünkü Fatmagül Berktay’ın “Türkiye Solu’nun Kadına Bakışı: Değişen Bir Şey Var mı?” başlıklı makalesinde ele aldığı gibi devrimci örgütlerde de kadını cinsiyetsizleştirme eğilimi kendini gösterirken Josette, birlikte mücadele verdiği devrimci örgütlerde karşısına çıkan erkeklerin koyduğu sınırlamalara boyun eğmez. Makalenin içeriği Türkiye’deki sol hareketle sınırlandırılmış olsa da Berktay, kendisini sol ya da devrimci olarak niteleyen örgütlerde bile görülen cinsiyetçi yaklaşımın Türkiye’yle sınırlı olmadığını, evrensel olduğunu belirtir[15]. Bu bağlamda Paris’te devrimci mücadelesini veren Josette hem Madam Drevet’in benimsediği eril zihniyete hem devrimci örgütlerde de görülebilen, kadından cinsiyetsizleşmesini bekleyen anlayışa boyun eğmeyerek iki farklı alanda sınırları oynatmıştır.”[16]
Hemen hemen aynı yıllarda, farklı romanlarda var olan bu iki kadın arasında benzerlik kurmama neden olan neydi? Josette, değerlendirmemde belirttiğim gibi, kurulu düzeni her açıdan sorgulayan, sınırları yerinden oynatan, başkaldıran bir kadın. Semiramis de öğrencilik yıllarından itibaren ataerkil toplumların kadın üzerindeki denetimini, eşitsizliği, özgürlüklerin kısıtlanmasını sorgulayan ve buna itiraz eden bir kadın. Ertuğrul’la ilişkileri boyunca üzerinde egemenlik kurma çabalarına tepki verir, kısıtlamalarına boyun eğmez. Romanda anlatılan çoban masalıyla Ertuğrul’un başta Semiramis ve Sadık olmak üzere yaşamındaki insanlar üzerinde kurmak istediği egemenlik ve Sadık’ın korkaklığına karşı Semiramis’in direnme gücü ve cesareti simgesel bir anlatımla sunulur[17]. Sadık, hayal kurar; ancak hayallerinin peşinden gitmekten korkar. Semiramis, kurduğu hayalleri gerçekleştirir ve Josette’in yaşadığı kente, Paris’e gider. Ataerkil ideoloji tarafından biçimlenen kurmaca metinlerde, özellikle kanon edebiyatında, özgürlük arayışında olan ve yaşamını kendi kararlarına göre biçimlendirmek için direnen kadınlar, anlatıların sonunda çeşitli yollarla cezalandırılır. Pınar Kür, birçok söyleşisinde bu gerçeğe dikkat çekerek Reşat Nuri’nin Yaprak Dökümü romanında Leyla ve Necla karakterlerinin özgürlük arayışlarını son derece ataerkil bir bakışla yansıttığını vurgular. Buna karşı feminist yazın alternatifler sunar. Yapıtlarında ataerkil düzeni tüm yönleriyle ifşa ederek eleştiren, normlarını sorgulayan ve çoğunlukla güçlü kadın karakterler yaratan Pınar Kür de Sadık Bey romanında hayallerinin peşinden giden bir kadının romanın sonunda mutsuz ya da pişman olduğunu göstermek yerine Semiramis’in seçtiği yolun illa ki mutsuzluğa çıkmayacağını ortaya koyar.
KAYNAKÇA
Barış, Baran, (2017). Leylâ Erbil ve Pınar Kür’ün Eserlerinde Ataerkinin İfşası: Feminist Psikanalitik Bir Okuma, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Danışman: Prof. Dr. Dilek Direnç, Ege Üniversitesi, İzmir.
Berktay, Fatmagül, (2011). “Türkiye Solu’nun Kadına Bakışı: Değişen Bir Şey Var mı?”. 1980’ler Türkiyesi’nde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. Yay. Haz. Şirin Tekeli, İstanbul: İletişim Yayınları.
Connell, R. W., (1998). Toplumsal Cinsiyet ve İktidar Toplum, Kişi ve Cinsel Politika, çev. Cem Soydemir, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Forster, E. M., (2001). Roman Sanatı, çev. Ünal Aytür, İstanbul: Adam Yayınları.
Kür, Pınar, (2016). Sadık Bey. İstanbul: Can Yayınları.
Kür, Pınar, (2007). Akışı Olmayan Sular. İstanbul: Everest Yayınları.
Kür, Pınar, (1994). Yarın Yarın. İstanbul: Can Yayınları.
Talimciler, Ahmet, (2009).“Türkiye’de Erkek Kimliğinin Oluşumunda Göz Ardı Edilen Alan: Spor/Futbol”, Erkek Kimliğinin Değişe(meye)n Halleri, (Ed. Huriye Kuruoğlu), İstanbul: Beta Yayıncılık.
Baran Barış – edebiyathaber.net (24 Ocak 2019)
[1]Pınar Kür, Sadık Bey, Can Yayınları, İstanbul 2016, s. 65.
[2]Ahmet Talimciler, “Türkiye’de Erkek Kimliğinin Oluşumunda Göz Ardı Edilen Alan: Spor/Futbol”, Erkek Kimliğinin Değişe(meye)n Halleri, (Ed. Huriye Kuruoğlu), Beta Yayıncılık, İstanbul 2009, s. 53.
[3]R.W. Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar Toplum, Kişi ve Cinsel Politika, Ayrıntı Yayınları, çev. Cem Soydemir, İst., 1998, s. 246.
[4]R.W. Connell, a.g.e., s. 247.
[5]Pınar Kür, Sadık Bey, Can Yayınları, İstanbul 2016, s. 56.
[6]Pınar Kür, a.g.e., s. 57.
[7]R.W. Connell, Toplumsal Cinsiyet ve İktidar Toplum, Kişi ve Cinsel Politika, Ayrıntı Yayınları, çev. Cem Soydemir, İst., 1998, s. 245.
[8]Pınar Kür, a.g.e., s. 66.
[9]Pınar Kür, a.g.e., s. 74, 75.
[10]E. M. Forster, Roman Sanatı, Adam Yayınları, çev. Ünal Aytür, İst., 2001, s. 108.
[11]Pınar Kür, Akışı Olmayan Sular, Everest Yayınları, İst., 2007, s. 139.
[12]Pınar Kür, Yarın Yarın, Can Yayınları, İst., 1994, s. 143.
[13]Pınar Kür, a.g.e., s. 154.
[14]Pınar Kür, a.g.e., s. 155.
[15]Fatmagül Berktay, “Türkiye Solu’nun Kadına Bakışı: Değişen Bir Şey Var mı?”. 1980’ler Türkiyesi’nde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. Yay. Haz. Şirin Tekeli, İletişim Yayınları, İst., 2011, s. 279-81.
[16]Baran Barış, Leylâ Erbil ve Pınar Kür’ün Eserlerinde Ataerkinin İfşası: Feminist Psikanalitik Bir Okuma, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Danışman: Prof. Dr. Dilek Direnç, Ege Üniversitesi, İzmir, s. 103.
[17]Pınar Kür, Sadık Bey, Can Yayınları, İst., 2016, s. 154-156.