Söyleşi: Burcu Keser
Fotoğraf sanatçısı Ersin Erkol ile Cinius Yayınlarından çıkan “Bana Denk Geldi” adlı kitabını konuştuk.
Öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz? Ersin Erkol kimdir? Kaç yaşındadır? Neler yapar?
Ersin Erkol, 1965 İstanbul doğumludur.. “memleketi” olarak Gelibolu’nu bilir.
1965..
Her seferinde tekrar sayıyorum.. kaç ediyor ?
50’yi geçeli birkaç yıl oldu ama.. onu biliyorum.
Makine mühendisiyim.
Yurtdışından bir grup makine imalatçısının Türkiye temsilciliğini yapıyorum. “işadamıyım” desem doğru bir tanımlama yapmış olurum, ama işimi net anlatmış olur muyum orasını bilemem. 🙂
Hakikaten, birine “neler yapıyorsun” deyince, işini söylüyor galiba ilk olarak.. önsöz gibi hani.
Sonraki sayfalarda çıkıyor öbür detaylar.
Bende çıkacak olan öbür detaylar da fotoğraf çekmek, müzik dinlemek ve “insan” üzerinde kafa yormak.. çok sıradan aslında değil mi.. fotoğraf çek, müzik dinle. Lisede de hobileriniz neler deseler bunları derdik herhalde.
Ama burada bir fark var. Kafamın içinde kendime ayırdığım bir bölümde hayata sürekli objektiften bakıyorum sanki.. öyle hissediyorum yani. fondan da müzik çalıyor sürekli. Bir “an” yakalarsam onu iğneliyorum panoya. Sonra başka bir zaman geçiyorum o kafamdaki panonun karşısına, keyifle bakıp düşünüyorum.. artık ne gelirse.
Budur işte son yıllarda en keyifle yaptığım hobim.
Fotoğraf ile kurduğunuz bağ nasıl oluştu?
İlk hatırladığım, markasını bilmiyorum, yatay bir kameraydı. Çocuktum. Hediye gelmişti galiba. Tepesine takılan bir flaşı vardı, küp şeklinde. Her bir çekimde bir tarafı yanıyordu. Film rulosunu sararken o küp de dönüyor ve bir sonraki yüzeydeki yeni flaş devreye giriyordu. Ve yeni resimde o çakıyordu.
Bu akışı anladığımda dünyam yıkılmıştı.. resmi çektim. Filmi sardım cırt cırt.. üstteki flaş da döndü. Demin müthiş ışık çıkaran lamba buruşuk kapkara bi hal almıştı ve dönüp yerini pırıl pırıl yeni bir ampule bırakmıştı. Ne yani, her karede bir flaşı çöpe mi atacaktım ?? nerden bulacaktım yeni bir flaşı, yeni bir flaşın parasını.. sanırım o andır, ilk kez, çekeceğim fotoğraf karesi üzerinde düşünmem gerektiğini anladığım an.
Bu tabii, çocukluk anısı.
Sonraları.. Lisenin sonlarında bir Zenith makinam olmuştu. Çok fotoğraf çektim onunla.. Çok sonraki yıllarda ilk Canon makinamı aldığımdakinden bile daha çok..
Geçende, kitap için eski fotoğrafları dizerken anladım.. o yıllarda da sadece fotoğraf karesi yakalayayım diye, kameramı boynuma asar yollara düşermişim meğer..
Üniversitede bir agrandizörde baskı yapma denemelerim de olmuştu.. çok keyifli bir şey. sihir gibi.. pozladıktan sonra fotoğraf kağıdını banyoda hafifçe sallarsın.. bir süre sonra gölgeler belirmeye başlar ve bir heyecan kıpırdanır insanın içinde.. nereye kadar gidecek ? net güzel bir fotoğrafa ulaşabilecek mi yoksa saman alevi gibi, biraz gölgelenip öyle duracak mı..
Nasıl bir emek vardır o sürecin tamamında.. nasıl saatler geçer o karanlık odada.
Böyle böyle bir bağ oluştu işte..
Bana Denk Geldi’yi diğer fotoğraf kitaplarından ayıran en önemli yanı metinleriniz, yazma fikri nasıl oluştu?
Evet, kitap bir fotoğraf albümü değil. Ayırt eden de, albüm girişlerine ya da bazı fotoğrafların altına düştüğüm notlar.
Yeni daha.. 2 yıl kadar önceydi sanırım. Termosta kahvemi ve kameramı alıp Caddebostan sahilde bir kayanın üstüne kurulmuş ve etrafa bakıp ilginç kareler yakalamaya çalışmıştım.
İnsan yalnızken kiminle konuşur ?
Kendisiyle tabii.
Bir kürek takımının fotoğrafını çekerken konuştum kendimle en çok. Kürekçileri aynı hizada yakalamak için resmen yırtındım. Çünkü, sadece o an, o küçücük anda, hepsi arka arkaya diziliyorlar ve kürekleri tutan başka başka eller sanki aynı gövdedeymiş gibi görünüyordu.
Veee o anı yakaladım.
Olmadı ama gene de.
Ne mi olmadı ? arka plan olmadı. Karman çorman bir arka zemin vardı.. havadaki kürekler seçilmiyordu bile..
Adını sonradan koydum.. ama “denk gelmeyiş” idi o işte.
Yani hem fotoğrafını çekmek istediğim nesne tam istediğim açıda olacaktı hem de etrafındaki bütün dünya onu öne çıkaracak şekilde düzene girecekti.
Var mı böyle bir dünya değil mi 🙂
Sonraları “Bana Denk Geldi” sloganıyla çıkacak o “durum”un karşıma ilk çıkışıydı bu aslında.
Yazı yazmak hoşuma gitti.
Önce birkaç satır yazdım, sonra cesaret geldikçe biraz daha uzun metinler geldi.. çevremden aldığım yorumlara baktım.. ve iri birkaç adım daha attım.. ve seçtiğim konular için yazdığım yarım sayfalık “görüşlerim” çıktı..
Böyle böyle “konu başlıklı albümler” oluştu. “Karanlık” gibi “buz” gibi “bahar” gibi..
Derken hepsi bir araya geldi, kitabım oldu.
Kitabınızın önsözünde okurken dinlenmesini tavsiye ettiğiniz albümler var. Metinler kadar etkileyici albümler seçilmiş, müzikleri seçerken nasıl bir yol izlediniz?
Ya bu hakikaten ilginç.
Çektiğim bir kareye bakınca bir şey hissediyorsun değil mi.. (umarım 🙂
altına bir not düşmüşsem ve o notla o resim “uymuşsa”, bir gülümseme geliyor insana.. sanki bir şeyler bir şeylere uymuş gibi.
Ve benimsiyorsun o fotoğrafı, yazısıyla beraber.
Tam burada müziğin inanılmaz, büyüleyici etkisi giriyor. Ve, benim önerdiğim müzikle baktığında bir “şey” çıkıyor karşına.. bir duygu.. ve mesela kendin içinden gelen başka bir müziği dinlerken baktığında da, bambaşka bir “şey”. Sanki iki boyutlu bir nesneyi üç boyutlu haliyle görmek gibi bir şey. Nasıl mutlu olur insan.. nasıl artar ilgisi.. incelemek ister, orada kalmak ister biraz daha..
O yüzden, mutlaka açın müzikleri. Eşlik etsin fotoğraflarıma, yazılarıma ve duygularınıza.
İzlediğim yolun tarifi yok.
Aramıyorum müziği.
İçimden, bildiğim hangi melodi dökülüyorsa o.
Olmuyorsa olmuyor zaten. Olmayınca paylaşmıyorum zaten.
Fotoğraflarınıza yazdığınız yazılar çok samimi ve düşündürücü. Bir fotoğrafınızda “Büyürken içimize aldığımız dikenleri hayat boyu hisseder miyiz?” demişsiniz; sizce hisseder miyiz?
Bilmem? kendim için bilirim tabii de…
ne diyeyim ki şimdi 🙂
Bu konuda koca bir paragraf yazabilirim aslında.. derdimi iyi de anlatırım büyük olasılıkla.. ama ne gerek var? Ben fotoğrafı anlatayım daha iyi.
Nasıldı ? bir ağaç vardı.
Büyümüş, kocaman gövdesi olmuş.. ve belli ki uzunca bir zaman önce çit niyetine gerilen dikenli telleri içine almış giderek. Bayağı ağacın içinde kalmış dikenli teller. Kabarmış orası.. kat kat iz olmuş.. yara gibi. Bozulmuş orda ağaç. ve ağaç gitgide büyüyecek, o dikenli tel de gitgide gömülecek içine.. derinlere..
Buydu fotoğraf..
Ne dersin ? hisseder mi insan ?
Aaah ah 🙂
Bana Denk Geldi ne kadar süren bir çalışma ve nasıl bir birikim/çaba/emek sonucu ortaya çıktı?
Yaklaşık 1 yıl kadar sürdü yeteri kadar fotoğrafın ya da diyeyim albümlerin birikmesi. Sonrasında yayıncımla hazırlık ve kitap haline gelmesi 3-4 aylık bir çalışma idi.
Bu, istatistik bilgi.
“nasıl bir emek sonucu” deyince biraz daha zor anlatmam.
Çünkü ayrı bir emeğim yok aslında.
Her an bir “denk geliş”e “şahit” olabilirim. Eğer şansa, yanımda o anı sabitleyecek bir şey de varsa, cep telefonu da olur mesela.. hatta yanımdaki birinin cep telefonu bile 🙂
Olmuştur işte.. “şahit” olmuşumdur hayatın akışının o anına.
Bu açıdan bakınca işin emek kısmı hayatın içinde nefes alış veriş gibi..
Bana Denk Geldi’nin devamı gelecek mi?
Evet.
Gördüğüm, gezdiğim, dinlediğim, düşündüğüm, hissettiğim ve değiştiğim sürece gelecek.
Değişim de nerden çıktı deme..
Görmeli mi görmemeli mi.. yoksa hiç bakınmamalı mı ?
ama ben bakınmazsam, hiç göremem ki..
Bilmeli mi bilmemeli mi ? yoksa hiç öğrenmemeli mi ?
ama ben öğrenmezsem, hiç olamam ki.. Olmalı mı olmamalı mı yoksa hiç değişmemeli mi ?
Ama ben değişmezsem
ben olamam ki ..
Di mi
Bülent Ortaçgil usta ne güzel demiş 🙂
edebiyathaber.net (6 Ağustos 2018)