“Ertelenmiş Zaman” * | Feridun Andaç

Mayıs 26, 2020

“Ertelenmiş Zaman” * | Feridun Andaç

“İnsan, varolanı ancak parçacıklar halinde anlatabilir”. – Ingerborg Bachmann                                                                                 

                                                                    

Malina bir anlamda  o parçalanmış dünyalarının anlatımıdır. Orada zaman karşılaşmaları vardır. Hem bireyin içzamanının, hem de yaşamdakilerin.

“Ertelenmiş Zaman” diyordu Bachmann:

“Daha çetin günler gelmekte.

Bir zaman ki, geri çağrılmak üzere

Ertelenmiş, görünmüyor şimdi ufukta.”

Taşıyıcı olan da işte o ertelediklerimiz değil midir?

Onun kentine “edebî kent” seçmesinde de kendi zamanını kurma/yaşama arzusu vardır.

Yabancıdır çoğu şeye…Uzakta olmayı isteme arzusu da; kendinde olmaktır sanki!

Malina, sanki Bachmann’ı tanımlayan bir anlatı.

Onun bütün zamanlarını burada görebiliriz. Yaşamla ve zaman/la karşılaşmalarını da.

O da, yersiz-yurtsuzluk dönencesinde bir anlatıcıdır çünkü.

Kendini Tutan Söz, Taşıyan Bakış

Giden, yerdeş anlatıcıdır Bachmann. Kurucu bir söylen geliştirir. O içsesindeki tınıda da bunu görmek olası.

Şiirinde durur sızısı, yitikliği.

Gelin görün ki; asıl anlam devşirmelerini öyküleriyle çıkarır karşımıza.

“Bir Avusturya Kentinde Çocukluk” onu anlatır biraz da. ardından “Otuz Yaş”ı da okumalı sanki!

Viyana ve ötesini görmek için çıkılan bir yolculuktur bu hem.

Yazarın/şairin yolunun sözcüklerden geçtiğini bilir o.

“Siz Kelimeler”de anlattığı  da budur:

“Kelimeler, beni izleyin,

izleyin ki, son bulmasın

-ne kelime tutkusu,

ne de çelişkilerin yanıtları!” (*)

Çağrısı olan biridir, Bachmann…

“Kendimi hep bir çağrıyla karşılaşmış olarak duyumsadım, bu nedenle de hep çağrı peşinde oldum, yine bu nedenle sözcükleri sınırlar içersine  çağırabilmek hakkına sahip olmayı istedim, onlardan gerçekliklerine varabilmelerini talep edebilmeyi isterdim.” (**)

Ve sözcüklerle yolculuk…

O da bilir ki; anlamı ortaya çıkarandır. Siz onu hep kendinize döndüremezsiniz.

“Ben” demek çok irkiltici gelebilir!

“Bir Avusturya Kentinde Çocukluk” için şunu söylüyor:

“K. kentinin Klagenfurt olmasına, havaalanının mezarlığın yanında bulunmasına karşın, otobiyografik bir öykü değil. çocukluk anılarını kaleme almak sanırım bana pek çekici gelmezdi,  çok özel anıların başkaları için ne anlamı olabilir, bilemiyorum.”

Ardından söyledikleri ise daha da ilgi çekici, önemlidir: Anonimleşen çocukluğun “ben gerçeği”ni anlatmaktadır aslında.

Kendini Sırlamak

Kendini sırlayan bir anlatıcıdır Bachmann.

“Ben”den “öteki”ne geçerken hep sırlı yerde durur. Arayış ve duruş…Orada derinleşip yoğunlaşma arzusu…İşte kendi yaratmaya da oradan başlıyor.

Gezgin bir yanı var, ama yerleşikliği olmayan bir gezginliktir onunkisi.

Yazıda da gezgin biri. Öykü, oyun, deneme; elbette ki başta şiir ve sonda roman.

Kentler arası gezginliğinde kendini bulma, zenginleşme arzusunun baskın geldiğini söyleyebilirim.

Gelip eğleştiği İtalya için şunları söyleyecektir:

“Burada gözlerimi kullanmayı öğrendim, bakmayı öğrendim.”

O, türler arası yolculuklarını da şöyle değerlendirecektir:

“Bana göre bunların hepsi bir bütün, değişik yönlerden ve değişik araçlarla aynı noktaya yöneltilmiş saldırılar ve keşif yolculukları.”

Bachmann, bütüncül bir yazar. Yani bir yanı ötekine tercih edilemeyecek biri. Her biriyle farklı söylediği/anlattığı sanılsa da; onun hayata bakışı, insanı anlatma biçimi değişmiyor.

Klagenfurt doğumlu Bachmann, Robert Musil’in kentlisi. Edebî gen olarak yakın durmalarını biraz da buna yoruyorum. Ama ötede de Samuel Beckett ile kanbağı vardır sanki! Şunu der ona dair:

“Beckett’te her şey tutarlı bir biçimde Ben’in çevresinde, Ben’in yıkımı ve Ben’in kendini ayakta tutması noktasında odaklaşır.”

Malina’yı okuyunca bu kanbağını daha iyi anlıyorsunuz.

Malina: Nasıl Bir Aşk?

Anlatılan üçlü bir hayat.

Ben-Anlatıcı: kadın.

Malina: birlikte olduğu, sürekli ruhsal bir gerginlik var aralarında,

İvan: sevgili.

Burada, üçlü bir DURUM/DURUŞ/ALGI/GERÇEKLİK’ten söz eder, Bachmann.

BEN-ANLATICI>seven’in bakışı/duyarlılığı…

MALINA>yaşanan/kadın anlatıcının erkek kişiliğidir

İVAN> sevilen/tutulu duran

Birinin ötekine/karşısındakine bakışı… Onun gerçekliğini kavrayışı/yansıtışı…

Ne düşünür, nasıl yaşar, ne hisseder, nasıl biridir…Bunları insan anlatamaz, ama karşıki kavrar, anlatır.

Malina’daki duygusal geri çekiliş… Kaba güç ve toplumsal çatışkılar; özgürlük ütopyası; düşler ve yıkım…

“Kadın anlatıcı yalnızca İvan için bu kitabı yazmaya çalışır,” Bachmann böyle diyor. Kadının karşısındaki erkeğin hastalıklı tutumu, kişilik bölünmesi…

İvan’ın yitimi, Malina’nın kalması> anlatıcının “erkek”yanı…

Bachmann, bu anlatı ikileminde de insanın karanlık yanlarını aydınlatmaya çalışır, ama ötede de dünyanın ve toplumun hastalığından söz eder.

Aşk, belki de tüm bunların ortaya çıkmasına bir nedendir. İşte iki cins arasında yaşanan “cehennem”in; duyulan/hissedilenin karşı tarafça görülme/anlaşılma istemi, karşılık görmeme, aşkın yaşanılabilir olamaması, aralarında kurulamayan iletişim… Tüm bunlar Malina’nın dokusunu var eden öğelerdir.

Öte yanıyla da romanda karşımıza çıkan birçok izleğin yanı sıra şu söylem de belirginlik kazanır: yaralayan, yaralanır. Yaşayan ölüye dönüşme hali aşkla gelir. En çok da bize şu soruyu sordurur aslında: Asıl faşizm nerede başlar?

Öyleyse romanı buradan da okumaya başlayabiliriz. Bu da bir zaman karşılaşmasıdır.

Ama şunu da aklımızda tutalım ki; Paul Celan/Ingeborgh Bachmann/Max Frisch üçlüsü olmasaydı belki de bu roman hiç mi hiç yazılamayacaktı!

(*) Toplu Şiirler, Ingeborg Bachmann; Çev.: Ahmet Cemal, 2004, YKY ,  180 s.

(**) Bu Tufandan Sonra, Ingeborg Bachmann; Haz., Çev.: Ahmet Cemal, 1998, Metis Yay., 160 s.

edebiyathaber.net (26 Mayıs 2020)

Yorum yapın