Esen Başkaya’dan “Nar İzleri” adlı öykü

Mayıs 6, 2012

Esen Başkaya’dan “Nar İzleri” adlı öykü

Uyku, sihirli bir kuşun kanatlarına saklanıp kaçtı benden bu gece.
Yerine bıraktığı bir sandık dolusu düşünce, şimdi odanın sokak lambasıyla aydınlanan duvarlarında itişip kakışarak en güzel yeri kapmaya çalışıyorlar. Bana en yakın yere yerleşenler, yerlerini kaptırmamak için diğerlerine arkalarını dönmüşler, patırtıya kulaklarını kapatmışlar. Birisi bana doğru sokulmaya başladı bile. Kırmızı bir elbise var üzerinde. Elinde tuttuğu, küçük bir bohçaya benzeyen yuvarlak nesneyi uzatıyor bana doğru. Yaklaştıkça bunun bir nar olduğunu anlıyorum. Gülmek için aralanan dudaklarımdan garip bir çığlık yayılıyor odaya. Donup kalıyor tüm düşünceler. 
 
Ayıklamaya çalıştığım nar tanelerinin bir kısmı yaramaz çocuklar gibi kaçışıyorlar kasenin dışına doğru. Aldırmıyorum onlara. Üstüme başıma sıçrayan ve bulaştıkları yerde kalıcı izler bırakacak suları da umrumda değil. Kendime kendim için nar ayıklıyorum ben. Zahmetli iştir nar ayıklamak. Öyle laf olsun diye yapılmaz. Kabuğundan ayırmak yetmez narı, taneleri bir arada tutan beyaz zarlar da ayıklanacak. Tek tek düşecek taneler kasenin içine. Ayıklama işi bitince tahta bir kaşıkla nazik hareketlerle karıştırılıp  servis için küçük kaselere konulacak. Üzerine biraz da tuz serpilirse muhteşem olur. 
 
Birsen ablayla onların Denizli'deki evlerine gittiğimde öğrenmiştim nar seremonisini. Bir sömestr tatilinde benim İngilizce öğretmenim, annemin okuldan öğretmen arkadaşı Birsen abla, kendisiyle memleketlerine gelmemi istediğinde sevinçten havalara uçmuştum. Buradaki evine de gidip kalıyordum arada sırada ama bu başkaydı. Tek başına yaşıyordu  Birsen abla. İnce, uzun, alımlı bir genç kadındı. Siyah gür saçları yumuşacık dalgalarla dökülürdü omuzlarına. Yüzüne doğru geldiğinde tek eliyle başının üzerine doğru toplayarak geriye atardı onları. Böyle zamanlarda yüzünün zarif çizgileri  daha çok beliginleşirdi. Yaramaz bir çocuğun yanındaki ufaklıklara yardım etmeye çalışırken birden büyüyüveren bakışlarına sahipti iri siyah gözleri. 
 
Bir yetişkinmişim gibi davranırdı bana. Değişik yemekler yaptığında benim tadına bakmamı ister; yemek sırasında, kendi çocukluğundan, büyüdüğü evden, evin avlusunda oynadıkları oyunlardan bahsederdi hep. Şimdi beni oraya götürmek istiyordu. Anlattığı her şeyi görebilecektim, bundan güzel bir şey olabilir miydi? 
 
İşte o zamana ait aklımda kalan en önemli şey ailecek masa başında toplanıp ayıkladıkları narlardır. Avlunun ortasına yerleştirilmiş masanın başında ayıklanan narlardan, gülümsedikçe daha da belirginleşen yol yol kırışıklıkların insanı nasıl gençleştirdiğini öğrendim ben. Bir ömrü bir arada geçiren iki insanın bakışlarındaki sıcaklığın her gün biraz daha artabileceğini, hayatı birlikte yaşayabilmenin birlikte bir hikaye oluşturabilmenin, kendi masalını kurgulayabilmenin mümkün olduğunu öğrendim. 
 
Süheyla teyze, sabah topladığı narları bir tepsiye koyup getirirdi masanın üstüne. Şükrü amca büyükçe bir kasenin içine kişi sayısınca küçük kase ve kaşık yerleştirir düşerdi karısının peşine. İki yaramaz çocuk gibi kıkırdaşarak seslenirlerdi ev halkına… Nar saati geldi, hadi toplanın bakalım diye… Küçücük boylu, incecik dallı, narin ve büyüleyici renkteki çiçekleriyle nar ağacının öykülerini anlatmaya başlarlardı biz masaya toplandığımızda. Birinin sustuğu yerden diğeri devam eder, her seferinde büyük bir aşkla gülümserlerdi birbirlerine. Bu koskocaman dolgun narların, içinde bin bir tanenin saklandığı gizli dünyanın kapıları açılırdı önümüzde. Sevginin bir ifadesi olduğunu anlardık birlikte nar ayıklamanın. 
 
Bugün kendim için kendime nar ayıklarken yıllardır kaybettiğim bir dostumla sohbet ediyorum. Bu yüzden umursamıyorum etrafa saçılan nar tanelerini de, üstüme yapışan narın renkli sularını da. Kendimle sohbet ediyorum. Çok özlemişim kendimi. Bundan yıllar önce gene bu masanın başında ayıklanmak için bekleyen narların arasında kaybolmuştum, farkına varamamışım. 
 
Gülüşüne aşık olduğum adamla bir arada yaşamaya karar verdiğimiz, birlikte güzelliklere yol aldığımız zamanların ilk kışıydı. Dışarda yağmaya başlayan kar, evlerin çatılarını, ağaçların dallarını, arabaların üstünü, yollardaki çirkinlikleri örterken, biz sıcacık evimizde pencerenin önündeki kanepede sarılıp otururken anlatmaya başlamıştım ona nar öykülerini. Kışın soğuk renklerinin altında gizlenen bereketini ifade eder nar demiştim; bu yüzden bu mevsimin en canlı renge sahip meyvesidir. Sevgiyi anlatır nar demiştim; bu yüzden incecik dallar meyveleri taşımaktan yorulmazlar. Birlikte nar ayıklamanın, bir işi paylaşmanın ötesinde anlamlar taşıdığından bahsetmiştim. Belki de birlikte masallar oluşturacağımız ve bunları çevremizdekilerle paylaşabileceğimiz günlerin hayalini kurmuştum. 
 
Bugün kendime, kendim için nar ayıklıyorum. Masalları kendim oluşturarak, kendime anlatarak. Bir ömrü nar tanelerinin yarı saydam kırmızılığına yazmanın zorluğunu hatta imkansızlığını kabullenerek. Kendimle buluşmanın tadına vararak. Mutfak masasına dizdiğim narlarla kaselerin bir gün duvarda parçalanışlarını izlerken kaybettiğim kendimle yeniden merhabalaşarak. 
 
Esen Başkaya – edebiyathaber.net (16 Mayıs 2012)

Yorum yapın