Üç büyük Batı dininin kaynağı olduğu için saygı duyulan Yahudilerin kutsal kitabı Eski Ahit üzerine cesur, radikal hümanizm yorumu.
Marksistlerin Freudcu, Freudcuların Marksist diyerek araya mesafe koymaya çalıştıkları Erich Fromm çağımızın en aydınlık ve sevgi dolu aydınlarındandı. Savaşın dayanılmaz kuşatması altında barışı, sevgiyi, hümanizmi savunan cesur bir yürekti.
Günümüzde Eski Ahit’in hâlâ geçerliliğini koruduğunu iddia etmenin çok zor olduğunu yazan Erich Fromm şöyle diyor: “Eski Ahit bin yıldan daha uzun süren biri zaman diliminde, çok çeşitli yazarlar tarafından kaleme alınmış bir derlemedir. Bu derleme içinde kanunnameler, tarihsel rivayetler, şiirler, peygamberlere ait konuşmalar yer alırken bu zaman diliminde İbraniler tarafından üretilen daha geniş kapsamlı bir metinler bütününün sadece küçük bir kısmı bulunmaktadır(…) Kendi içinde çok farklı renkleri barındırır. içeriğinde ilkel otoriterlik ve klancılıktan insanlığın radikal bir şekilde özgürleşmesi gerektiği ve tüm insanların kardeş olduğu düşüncesine doğru önemli bir değişim olduğu dikkate çekmektedir. (…) Bu metinler Afrika’yla Asya arasındaki geçiş yolu üzerinde bulunan, bizim topluluğumuza ne kültürel ne de sosyal açıdan benzeyen küçük bir ülkede kaleme alınmıştır… Eski Ahit’in yalnızca adalet ve intikam ilkelerini ifade ettiği yaygın bir kanaattir. Buna karşın Yeni Ahit’in sevgi ve merhamet ilkelerini temsil ettiğine inanılmaktadır. Çoğu insan ‘komşunu kendin gibi sev’ cümlesinin bile Eski Ahit yerine Yeni Ahit’ten kaynaklandığını zannetmektedir(…) Eski Ahit devrimci bir kitaptır. Ana teması insanlığın kan ve toprakla ilgili akrabalık ilişkilerinden, putlara tapmaktan, kölelikten hükümdarların boyunduruğundan kurtarılarak bireylerin, ulusun ve tüm insanlığın özgürlüğe kavuşturulmasıdır(…) Olağanüstü bir kitap olarak geçerliliğini binlerce yıl boyunca koruyan kural ve ilkeleri dile getirmiştir. Bu kitap insanoğluna hâlâ geçerli ancak henüz gerçekleşmemiş olan bir bakış açısı getirmiştir. Eski Ahit tek bir kişi tarafından yazılmadığı gibi, Tanrı tarafından da dikte ettirilmemiştir. Nesiller boyunca hayat ve özgürlük için mücadele etmiş olan insanların dehasını yansıtmaktadır.”
Eski Ahit’te yer alan, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım” cümlesinin pek fazla değiştirilmeden uyarlanan en eski cümle olduğuna dikkat çeken Fromm bir başka örnek olarak da “Tanrı görüntüsünün çizilmesinin ve adının kullanılmasının yasaklanması”nı gösteriyor.
Eski Ahit’teki çelişkilere de değinen Fromm, çelişkilerin büyük bir kısmının İbranilerin eskiden küçük, göçer bir kabile halinde yaşarken daha sonra Babil’e yerleşmeleri ve Yunan kültüründen etkilenmiş olmalarından kaynaklandığını ifade ediyor. Eski Ahit tamamlandıktan sonraki dönemde ortaya çıkan çelişkilerse, ilkel bir hayattan uygar bir hayata doğru evrim geçirmiş olmaktan kaynaklanmamıştır. Bu çelişkilerin ortaya çıkmasının sebebi Yahudiliğin bütün bir tarihi boyunca, tapınağın inşasıyla başlayıp Hitler’in geleneksel Yahudi kültürüne ait tüm merkezleri yok etmesine kadar devam eden süreçte Yahudiler arasında sürekli olarak birbirleriyle mücadele eden unsurların bulunmasıdır. Bu ikilik ulusalcılıkla evrenselcilik, tutuculukla devrimcilik, fanatizmle hoşgörü arasındaki mücadeleden kaynaklanmaktadır.
Bu kitapta verilen Eski Ahit yorumu, bir radikal hümanizm yorumudur, Fromm’un radikal hümanizm anlayışı global bir felsefeye dayanmaktadır. Bu felsefe insanoğlunun birliğini, insanların yeteneklerini geliştirme kapasitesini, içsel bir uyuma ulaşmayı ve barış dolu bir dünyanın kurulmasını vurgulamaktadır. Radikal hümanizme göre insanoğlunun amacı tam bağımsızlıktır. Bunun için kurgu ve yanılsamalardan sıyrılarak gerçekliğin tam olarak algılanması, ayrıca şiddet uygulanmasına karşı da şüpheci bir tavır takınılması gerekmektedir. İnsanlık tarihi boyunca korku yaratan şiddet, insanların kurguyla gerçekliği, yanılsamayla hakikati birbirine karıştırmasına neden olmuştur. Bu durum günümüzde de devam etmektedir; şiddet, insanı özgürlükten uzaklaştırmakta, onun mantık ve duygularını sakatlamaktadır. Eski Ahit’in daha eski kaynaklarında radikal hümanizmin ilk nüvelerini bulabilmemizin nedeni, Amos’un, Sokrat’ın, Rönesans hümanistlerinin, Aydınlanma’nın, Kant’ın, Herder’in Lessing’in Goethe’nin ve Marx’ın ve Schweitzer’in radikal hümanizmini öğrenmiş olmamızdır. Tohumun ne olduğunu ancak çiçeği tanıdığımızda anlayabiliriz. Genetik olarak daha önceki aşamada daha sonraki aşamadan önce gelse bile ilk aşamayı genellikle daha sonraki aşamayı anladıktan sonra yorumlayabilmekteyiz.
“Tarihin akışı putlara karşı hayranlık duyanlara karşı laik gücü savunan peygamberleri haklı çıkarmıştır” diyerek dikkatleri değişime çekiyor Fromm. Psişik ya da zihinsel deneyimlerle ilgili olaylara gönderme yapan kelime ve kavramlar, bu deneyimleri yaşayan kişilerle birlikte gelişir ya da yok olurlar. Kişiler değiştikçe deneyimler de değişir, onların da o insanlar gibi bir hayatları vardır. Eğer 6 yaşındaki bir erkek çocuğu annesine “seni seviyorum” diyorsa “sevgi” kelimesini 6 yaşındaki deneyimine göre kullanmaktadır. Çocuk büyüyüp de adam olunca sevdiği kadına aynı sözleri söylemesi, seni seviyorum demesi başka bir anlama gelecektir… eğer kavramlar yabancılaşır, yani gönderme yaptıkları deneyimlerden soyutlanırlarsa gerçekliklerini kaybederek insan zihninin yapay dokusuna nakledilmiş olurlar… bir deneyimi ifade eden düşünce bir ideolojiye dönüşür. İdeoloji de insanın içinde yaşamakta olan araka plandaki gerçekliğin yerini alır. Bundan sonra tarih kendi düşüncelerini üreten somut, gerçek insanların tarihi olmaktan çıkarak ideolojilerin tarihi haline dönüşür. Bu düşünceler Tanrı kavramını anlayabilmemiz açısından son derece büyük önem taşımaktadır. Tanrı kavramının kabile reislerinin ya da kralların hüküm sürdüğü bir sosyopolitik yapının varlığı tarafından empoze edildiğine inanıyorum. Toplumdaki kutsal değerler kutsal iktidara benzer bir şekilde kavramsallaştırılmıştır. Hümanizmde “Tanrı” kendi içinde bir gerçeklik olmayıp en yüksek değeri şiirsel bir dille ifade etmenin değişik yollarından biridir.
Dikenli yolları aştıktan sonra Fromm asıl konuya kitaba ad olan noktaya uzanıyor: “İnsanoğlu ancak bilgi ağacıyla yaşam ağacının meyvelerini yiyebilirse Tanrı haline dönüşebilir. Bilgi ağacının meyvesi insanoğluna Tanrı’nın erdemlerini, yaşam ağacının meyvesiyse Tanrı’nın ölümsüzlüğünü vermektedir. Adem’le Havva şeytanın da teşvikiyle bilgi ağacının meyvesini tadarak iki adımdan birincisini atarlar… Eski Ahit metni “günah” kelimesinden dahi bahsetmemektedir. İnsanoğlu Tanrı’nın yüce kuvvetine meydan okur ve potansiyel bir Tanrı olduğu için onu yenmeyi başarır. İnsanoğlunun ilk eylemi isyandır, Tanrı onu isyan ettiği için ve kendi yüceliğini korumak amacıyla cezalandırır. Tanrı kendi yüceliğini şiddet kullanma, Adem’le Havva’yı cennetin bahçesinden kovmak suretiyle korumak zorundadır. Böylelikle onların Tanrı olma yolunda ikinci adımı atmalarını, yani yaşam ağacının meyvesini yemelerini engellemiş olur… Cennet Bahçesi’nden atıldıktan sonra kendi bağımsız hayatını yaşamaya başlar. İnsanlık tarihi insan özgürlüğünün başlangıcıdır ve onun ilk eylemi itaatsizlikle başlar.”
Tanrı’nın kendi suretinde, kendine benzer bir şekilde yarattığı insan ve onun itaatsizliği üzerine Erich Fromm’un anlamlı, tadına doyulmayan bir çalışması.
Yaşar Öztürk – edebiyathaber.net (4 Nisan 2017)