İletişim Yayınları’ndan 2019 yılında çıkmış ve 2020’de altmış altıncı Saik Faik Hikaye Ödül’ünü kazanmış olan “Döngel Dünya” öykü kitabı, öncelikle kapak fotoğrafı ile dikkatleri çekiyor. Kırmızı bir Murat Yüz Yirmi Dört içinden taşan, günebakanı andıran dev çiçekleri ile nostaljik bir hüzün yansıtıyor. Yüz on beş sayfadan oluşan kitapta yer alan on beş öyküyü okuduğunuzda bu hüznün içinde sevinçli bir umut da barındırdığı anlaşılıyor. Kapak fotoğrafının yarattığı algı, öykülerin içeriği hakkında haber verici nitelikte.
Taşra geleneği ile kentsel yaşam arasında sıkışmış insanların, evleri ya da dükkanlarında sürdürdükleri yaşamlarını, televizyon ve cep telefonlarının genişlettiği başka bir dünyada yaşadıklarını söyleyen yazarın kitabına “Döngel Dünya” adını vermiş olması, öykülerinde böylesi yaşamların ağızda bıraktığı mayhoş, garip bir tadı işlemesinden kaynaklanıyor olabilir. (Döngel kelimesi bazı yörelerde muşmulaya verilen addır.)
Sait Faik gibi, yaşadığı coğrafyayı son derece doğal bir üslup ile kaleme almış olan Ethem Baran, dönüp durmakta olan dünyamıza öyküleri ile katkıda bulunurken, betimlemelerindeki ince işçilik ile de edebiyat-severlere güzel örnekler sunuyor. “Kayısı ve erik ağaçları üzerlerine kar yağmış da ürperen dallarında öylece uyuyakalmış gibi ılık, pembe beyaz bir rüyayı sürdürüyordu hâlâ…” cümlesi gibi.
Ethem Baran’ın öykülerinin ilk cümleleri oldukça çekici. “Derken bahar geldi.” cümlesi kitabın da açılışında yer alan öykünün ilk cümlesi. Okuyucu ustalıkla ani bir beklentinin içine giriyor, bahar gelince ne olacaktı? Bir başka öyküsü “Seksen altı yaşındaki dedemin askerlik celbi geldi; o günden beri sesi çıkmıyor.” cümlesi ile başlıyor. Çarpıcı ve trajikomik bir açılış. Elbette Dede’ye olanları merak eden okuyucu hızla öykünün içine çekiliyor.
Hayata dair kesitlerin sunulduğu öykülerin öncesinin ve sonrasını merak eden okuyucu, kitabı belli bir temponun altına düşmeden bir solukta okuyor. Bozkır ve şehir arasındaki sıkışmışlık duygusu yazarın kendi yaşamından otobiyografik bir özellik midir çok net değil ama yazarın kaleminin yaşamın bu alanına çok da yabancı olmadığını düşündürüyor. “Sonra elleriyle toplayacaktı sıcaklığı, hatta avcunda saklayacaktı ve yolda giderken zaman zaman hohlayarak o sıcaklığın ömrünü uzatacaktı.” cümlesi buna güzel bir örnek. Olağanmış gibi yaşanan sıradışı hayatların izi sürülüyor yazarın öyküleriyle.
‘Alamadım Eyvah’ öyküsündeki gencin hayali ancak eski model, en ucuz arabaya sahip olabilmenin sınırlarında geziniyor. Hayali bile gerçeğin, hayatın acı gerçeklerinin etrafında dolaşacak kadar dar. Gerçek yaşamda da çokça karşılaştığımız bu ve benzeri karakterler kendilerine anlaşılır ve sağlam bir yer buluyor Ethem Baran’ın öykülerinde.
“Acelesi olanların bile acelesinin olmadığı, konuşanların sanki konuşmadığı, vakit geçirmeye gelenlerin, vakit bir türlü geçmediği için zamanı kaybettiği bir boşluk…zaman akmazdı da hapsolurdu sanki orada.” satırları betimlemeleri ve benzetmelerindeki dil işçiliği için güzel bir örnek. Bu satırların yazarı Baran, geniş bozkırlardaki dar hayatları gözlerimizin önüne seriyor.
Fadime Uslu, ‘Ay Eskir Gün Işırken’ öykü kitabının bir yerinde “…başının üstünden bir martı uçtu, ardında havada hiçbir iz bırakmadı ve imrendin buna, işte böyle olmalı diyordun, hikâye kurmak böyle olmalı. Martı kanadına aldığı ağırlığı çırpındıkça hafifletiyordu, arkasında hiçliğin şiirsel tınılarını sürüklüyordu; sanatın erişmek istediği en yüksek mertebe bu olmalıydı, içinden böyle geçiriyorsun; yüreğindeki hız kilit noktaya odaklı, o sana ağırlık merkezi oluyor, çevreni ören veya kuşatan anlamla ilgili her şey orada ve onun kambur dağı altında eziliyorsun. Çünkü o senin evin, yuvan, biricik sevgili yaralı mekânın.” yazmıştır. Bu paragraftan çok etkilendiğini bildiren yazarın “Her kuş uçtuğu gökyüzünü genişletir, yeniden yaratırdı. Bir kuş uçtuğunda yeni bir gökyüzü yaratılırdı.” cümlesi ile Fadime Uslu’ya bir selam vermekten fazlasını başarmış az ile çoğu başarılı bir şekilde anlatmıştır.
Kitaptaki son öykü Yamaçta Yağmur Var’da, Ethem Baran kendi memleketine giden yazarı anlatırken anlayışsız, liyakat yoksunu, gerçekten uzak bir tarih anlatan badem bıyıklı bir kaymakam örneği vermiş, bu kaymakam üstelik yazarın kitabını yazara, başarılarının devamını dileyerek imzalamıştır. Kitapta göze çarpan tek olumsuzluk bana göre bu öyküde. Bu durum hikâye için çarpıcı bir örnek olmakla birlikte yazarın kendi öyküsüyle mesafesini korumamış olduğunu da düşündürtmektedir. Steinbeck’in de söylediği gibi etkileyici bir öykü yazardan okura bir şeyler katmalıdır. Yazardan okura iletilen şeyler, yazarın anılarından ziyade iç dünyasından ‘kendiliği’ni hissettirecek detaylar olsa daha iyi olurmuş.
Döngel Dünya ile Ethem Baran oldukça başarılı bir çalışmaya imza atmış, okuru Anadolu ve kent sokaklarında, evlerinde dolaşmaya çıkararak, Sokrat’ın da yüzyıllarca önce söylediğine benzer şekilde sıkışık hayatların durgun zamanının bir bütün olarak güzel olmasını sağlamış, ilgi ile okunacak bir eser ortaya koymuştur.
A. Dilek Şimşek – edebiyathaber.net (14 Aralık 2020)