Ev ne kadar uzakta olabilir? Magdalena McGuire’nin Ev Çok Yakın isimli “2016 Impress Prize for New Writers” ödüllü romanı, Polonya’da başlayıp evden çok uzaklara, Avustralya’ya doğru giden uzun soluklu bir eser.
McGuire’nin romanı bir darbeyle başlar. Polonya’da darbe olmuş ve ordu, devlet yönetimine el koymuştur. Darbenin o karanlık atmosferinde romanın ana karakterleri darbe bildirisini dinlemekte, sokağa çıkma yasağının bir saat içinde başlayacağını belirtmektedirler. Atmosfer gergin ve sancılı bir sürecin başlayacağını göstermektedir. Tam bu sırada karşı apartmandan biri, darbe bildirisinin okunduğu televizyonu balkondan dışarı fırlatır ve hemen yerel yetkililer bunu kimin yaptığını tespit etmek için işe girişir. İşte bu panik ortamından birkaç sayfa sonra her şey geriye sarar ve yazar bir yıl geriye gider. Sevgilisi Dominik’le darbe gecesini yaşayan Ania’nın daha önce neler yaptığını öğreniriz. Babasıyla beraber küçük kasabasında çalışan, Michalengelo gibi bir heykeltıraş olmak isteyen, annesinin çoktan vefat etmiş olduğunu öğrendiğimiz Ania babasına Wroclaw’daki Akademi’ye kabul edildiği mektubu verir. “Ateş”in yeni yeni yanmaya başladığı bu bölüm, babayla kızı arasındaki ilişkinin temellerini gösterir okuyucuya. Bu iki zıt kutup arasındaki gidiş geliş okur için çetrefilli bir hikâyenin başlayacağının göstergesidir. Ateşten suya, gerilimden dinginliğe doğru bir atılım. Üstelik değişen mekân da bu duyguyu körükler. Bir apartman dairesinden geniş bahçeli naif bir köy evine dönülür. Bu dönüş karakterler kadar mekânın da salınımı, değişiminin göstergesi olarak durur.
Ev Çok Yakın, Ania’nın babası ve sevgilisi arasında gidip gelen yaşamını ortaya koyuyor. Kendisi için birçok fedakârlık yapan babasıyla şehirde âşık olduğu Dominik arasında bir yerde kalan, onlar için ve onlarla mücadele eden Ania, bu iki erkek arasında kendini birçok kez kaybeder. Bu kaybedişlere değişen mekânlar, evler, ülkeler eşlik eder. Ania sonunda dönüp baktığında aradığı evin nerede olduğunu, evi nerede kaybettiğini, eve nasıl döneceğini düşünür. Heykeltıraş olarak elinin dokunduğu son esere bu ismi vermesi boşuna değildir. “Ev Çok Yakın”dır, ölüm kadar. Ona bu heykeli oyduran geçmişiyse hep kendisiyle beraber…
Romanın anlatımı birinci ve üçüncü şahıs arasında gidip gelir. Zaman zaman sözü yazar, zaman zaman da Ania devralır. Küçük kasabasından büyük şehre doğru uzayan, sonra dünyaya açılan hayatını dile getirir. Onun sustuğu yerlerde yazar devreye girer ve ne olup bittiğini okura aktarır. Anlatıyı Ania’dan diğer karakterlere, Dominik’e, gişe memuruna, Olgierd ve ailesine, Malgorzata’ya çevirir. Ania’nın yaşamına ortak olan bunca karakter, onun gördüğü şehirler, yaşadığı olaylar böylelikle dile gelir. Bu ikili anlatım yazara çeşitli esneklikler sağlar. Ania’nın hayatındaki dramın yükseldii ânlarda sözün doğrudan ona verilmesi okurla arasındaki bağı daha da arttırır. Acının kaynağından okura seslenildiği için aradaki duygusal etkileşim daha kuvvetli hissedilir. Böylelikle işlevsel olarak birinci tekil şahıs yazara avantaj sağlar. Bu ânların dışında hikâyeyi devam ettiren yazar sözü kendisi kurar. Olayı ve hikâyeyi biçimlendirir. Bu duygusallıktan ziyade hikâyeye dönük bölümlerde üşüncü tekil kişi devreye girer. Ania’yla yazarın anlatıcı olarak rolleri romanla birlikte akıp gider.
Roman boyunca başta Polonya olmak üzere birçok ülkenin içinde olduğu durumdan da haberdar oluruz. Dönemin şartlarını, zorluklarını, sıkıntılarını ve güzelliklerini yazar okurla paylaşır. Giderek karanlığa gömülen, telefon görüşmesi yapmak için insanların listelendiği, uzun zaman bekledikleri, parası olanların rüşvetle işlerini çabucak hallediverdikleri bu dönemde Ania birçok sıkıntı yaşar. Babasına en çok ihtiyacı olduğu dönemde de, onunla konuşmak istediği ânlarda da bir başına kalır. Dominikle ilişkisini, onunla alevleniveren aşkını ne kadar çok istese de telefon açıp ona söyleyemez. Tüm bu ânlarda yazar Ania’yı yalnız bırakır gibi gözükür. Bunun için dönem ve mekân uygun olarak gözükür. 1980’li yılların Polonyası karkaterin yalnızlığında önemli bir yer tutar. Yazar, dönem, mekân ve karakter arasında böylelikle çeşitli bağlar kurar. Olayların gidişatına bu eksenden bakmak, Ania’nın yardıma en çok ihtiyaç duyduğu anlarda bile nasıl yalnız kaldığını görmek, tıpkı Polonya gibi, tıpkı ev gibi, tıpkı geçmiş gibi, onun nasıl bir sarmalın içinde olduğunu anlamaktır. “Yakın ama dokunulamaz.”
Ania’nın Dominik ve Domonik’in kuzeni Danuta’yla beraberken okuduğu şu şiir roman için değerli ipuçları verir. Şiirin alıntılandığı Polonyalı şâir Adam Mickiewicz’in hayatı, parçalanan Polonya, yaşadığı zor dönem düşünüldüğünde romandaki sürece de ne denli uygun bir isim olduğu anlaşılır. Yazar eserine paralel bir isim olan Mickiewicz’i seçerek güzel bir göndermede bulunur:
“Batıp karışır suların yükselen gürültüsüne canavarlar. Sıkı durun
tayfalar! Bir denizci yukarı fırlar, görünmez ağların arasında
asılı kalır, bir örümcek gibi kabararak…”
Herkes bir denizcinin herkesi ve her şeyi kurtarmasını bekler. Dominik, Ania, Danuta, Polonya… Herkes kurtuluşu bekler ama bu süre içinde de birçok şey kaybedilir. Denizci gelmez. Onun yerine korsanlar her yeri işgal eder.
Magdalena McGuire’nin Ev Çok Yakın isimli eseri, romanın ana karakteri Ania ile onun hayatının belki de en değerli dönemini geçirdiği ülkesi, evi, geçmişi olan Polonya arasında uzun süreli sancılı bir dönemi anlatır. Kimi zaman dingin ama çoğunlukla sancılı giden roman Cumartesi Kitaplığı’nın okurunu yeni yüzlerle tanıştırmaya çalıştığı değerli bir projenin ilk adımlarından.
Romanın son satırları, eve çok yakın olunduğu o ânda her şeyi berraklaştırıyor ve okura başlangıçtaki karmaşanın aksine sakin bir hâl sunuyor. İşte her şey bu kadar yakın ve dingin, ateşten suya doğru bir yolculuk:
“Ellerimi denize soktum, küçük bir balık parmaklarıma doğru atıldı, sonra süzülerek uzaklaştı. Güneş solarken, üzerime bir rahatlama hissi çöktü. Her şey buradaydı.
Sevdiğim ve kaybettiğim her şey burada, sudaydı.”[1]
Abdullah Ezik – edebiyathaber.net (3 Temmuz 2018)
[1] Magdalena McGuire, Ev Çok Yakın, Cumartesi Kitaplığı, 2018 İstanbul, syf: 299.