Serhan Ergin‘in İletişim Yayınları’dan yayınlanan son romanı ‘Deniz Gülümsüyordu Uzaktan‘ geçtiğimiz günlerde okuyucularla buluştu. Ergin, bundan yaklaşık iki sene önce yine İletişim Yayınları tarafından neşredilen ‘Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar‘ kitabını yayınlamıştı. Yazar, Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar’da ağırlık merkezi Ankara olan ve üç yakın arkadaş etrafında yaşanan bir aşk hikayesi anlatıyordu. Serhan Ergin, Deniz Gülümsüyordu Uzaktan’da bu sefer rotasını Ege’ye doğru çeviriyor ve Alaçatı’yı, dostlukları, dönüşleri, eve dönmenin yollarını, hayal kırıklıklarını, yarım kalmış aşkların hikayesini anlatıyor.
‘Neresi sıla, neresi gurbet’
Bütün iyi hikayeler eve dönmekle ilgilidir derler ama ya geri dönülecek bir ev yoksa artık? Bu sorunun cevabını bulabilmek çoğu zaman zordur. Deniz Gülümsüyordu Uzaktan’da hikayesini dinlediğimiz Fikret de bu derin açmazın içerisine düşmüş durumda. Fikret, yıllar önce doğup büyüdüğü yeri bırakıp önce eğitimini tamamlamak için Ankara’ya sonra da çalışmak için yurtdışına gitmiştir. Şimdi çok uzun yıllar sonra doğup büyüdüğü yere annesinin rahatsızlığı sebebiyle yeniden dönmüştür. Fikret’in açmazı da bu noktadan sonra başlıyor zaten. Döndüğü yer artık ne kadar kendi evidir? Eski dostlar, aile, mekanlar ne kadar bıraktığı gibi kalabilmiştir?
Fikret, kitap boyunca bu soruların cevabını arıyor. Geride bıraktığı hikayeleri, kaldığı yerden başlatmak çok zor oluyor onun için; çünkü “buralar artık bıraktığı gibi” değildir artık. Arkadaşları değişmiştir, mekanlar değişmiştir. Zamanın ruhu esir almıştır her şeyi. Yakın dostları para kazanmanın şehvetine kapılmışlardır mesela, bazı dostlar da inatla aynı zaman dilimine hapsetmişlerdir kendilerini. Aile ilişkileri de keza öyle devam ediyor, kardeşi Kemal bile yabancı gibi gözüküyor ona. Onun bu hali Yeni Türkü’nün Dönmek şarkısındaki şu dizlere benziyor biraz da: “Dönmek mümkün mü artık, dönmek, onca yollardan sonra yeniden yollara düşmek, neresi sıla bize, neresi gurbet” Peki böyle bir ortamda yeni bir hayat kurulabilir mi? Sözü İlhami Algör’e bırakmalıyız belki de: “Yeni bir hayat kurmak… nasıl oluyordu? Önce fikir mi geliyordu? Yoksa bir tesadüf sizi fikrin önüne mi getiriyordu? Yeni bir hayat için mutlaka, kuvvetli bir rüzgar mı gerekiyordu? Önceki hayatınız artık ‘eski’ mi oluyordu? Eski olanın hükmü kalmıyor muydu? O vakte kadar boşuna mı yaşamış oluyordunuz?”
Fikret’i yeniden yaşama döndürecek, Alaçatı’yı yeniden evdeymiş hissi yaratacak olan durum ise aşk oluyor. Fikret, ortak arkadaş grubu sayesinde tanıştığı Sena’ya fena halde tutuluyor. Sena sayesinde hayata dönüyor, yaşam enerjisi buluyor. Sena’yı her düşündüğünde aklına Ortaçgil’in Çığlık Çığlığa parçasındaki şu dizeler geliyor “Seni sevdiğimi anladığım günden beri, geçmişim değişti oyunlaştı.” Lakin geçmişin izlerini silebilmek, unutabilmek çok da kolay olmuyor. Fikret’in Paris yıllarında kalma yarım kalmış kırık aşk hikayesi ansızın yeniden ortaya çıkıyor. Fikret’in kalbi ikiye bölünüyor derin bir açmazın içerisine düşüyor. En nihayetinde geçmişi geri alabilmek mi yoksa yeni bir hayat kurmak mı? İşte bu soruların cevabı çok zor en çok da Fikret için zor.
Yalın bir anlatım
Serhan Ergin’in yalın bir anlatımı var. Uzun tasvirlere, edebi oyunlara yer vermiyor, gevezelik çağında sakince anlatıyor hikayesini. Deniz Gülümsüyordu Uzaktan’da tıpkı Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar’da olduğu gibi mekan kullanımının ve karakter yaratımının çok başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bununla beraber, kitapta ilginç çekici konulardan birisi de; yazarın taşrayı sıkıntı mekanı tasvir etmemiş olması. Ergin’in taşrayı, kentin boğuculuğundan, insanın huzurunu bozan kaosundan kaçmaya çalışanlar için bir tür özgürlük mekanı olarak tasvir ediyor. Bununla beraber Serhan Ergin, kentsel dönüşümü, para hırsı için sayfiye yerlerinin nasıl talan edildiğini, o toprakların gerçek sahiplerinin nasıl kapı dışarı itilmeye çalışıldığını da aktarıyor kitap boyunca. Deniz Gülümsüyordu Uzaktan, Deniz Gülümsüyordu Uzaktan, hoş bir bahar esintisi kavurucu yaz sıcaklarının ektisini yitirdiği şu günlerde mutlaka okunası…
Can Öktemer – edebiyathaber.net (7 Eylül 2017)