Söyleşi: Gönül Ekici
Ezgi Tanergeç’le 2022 Turgut Özakman İlk Roman Yarışması’nı kazanan Devridaim üzerine konuştuk.
Merhaba, öncelikle sizi biraz tanıyabilir miyiz?
Merhaba, 1980 İzmir doğumluyum. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema Bölümü’nden mezun oldum. Televizyon dünyasına ve haberciliğe ilk adımımı NTV İzmir bürosunda attım. Sonra İstanbul’a yerleştim. Bir süre televizyon sektöründe bulunduktan sonra basın danışmanlığı yapmaya başladım. Daha sonra basındaki olumsuz gidişat beni arayışa soktu ve çok sevdiğim medikal pilatesi meslek haline getirdim. Kendi işimi kurdum. Mesleki anlamda bütün etapları İstanbul’da tamamladığımı söyleyebilirim. 13 yıl sonra İzmir’e döndüm. Kendimi yarı İstanbullu yarı İzmirli olarak görüyorum. Anne tarafından Erzurumluluk da var.
Yazı ise hayatımda hep vardı. Kendimi bildim bileli bir şeyler yazıyorum. Çok fazla iş ve sektör değiştirdim. En sonunda bütün gözlemlerim ve düşüncelerim aynı zamanda da araştırmalarım sanırım Devridaim romanında bir araya geldi ve bana ödül getirdi.
Devridaim, 2022 Turgut Özakman İlk Roman Ödülü’nü aldı. İlk romanınızın ödül alması nasıl bir duygu? Bu süreci biraz anlatabilir misiniz?
Ödülü aldığımı öğrendiğim an, aynı zamanda, ömrüm boyunca biriktirdiklerimin, duygu ve düşüncelerimin, onları, seçtiğim sözcüklerle karşı tarafa aktarma yöntemimin birileri üzerinde gerçekten bir etki bıraktığını anladığım ilk an. Tam olarak tarif edememekten korkuyorum ama çok güçlü bir duygu. Büyük bir heyecan. Ben ilk duyduğumda birkaç saniye konuşamadığımı, çok şaşırdığımı hatırlıyorum. Telefonda Mesut Bey bana, “Ezgi Hanım, yarışmaya katıldığınızı hatırlıyorsunuz değil mi?” diye sormak durumunda kalmıştı. Şaşırmamın sebebi sanırım bu sektörde çok yeni olduğum için kazanacağıma ihtimal vermememdi. Ödülleri verirken genellikle popüler, sosyal medyada daha etkili kişilerin tercih edildiğini düşünüyordum. Açık söylemek gerekirse jüri de beni biraz korkutmuştu. Çünkü gerçekten hepsi alanında çok başarılı, duayen isimler. Bir yandan da ödül Turgut Özakman ismi taşıyor. Ama ödülü alınca gerçekten kişilere değil, romana ödülü verdiklerinden emin oldum. Çünkü jüriyle de, camiayla da hiç ilgim yok. Bu anlamda tamamen tarafsız, adil bir jürinin olduğunu ve herkesin şansının olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Hayatta çabalarımın karşılığını aldığım ender durumlardan biridir.
Devridaim 1800’ler, 1900’ler ve 2000’li yıllar olmak üzere üç farklı zaman diliminde geçiyor. Her dönemin dil özelliklerini de kullanarak çok katmanlı bir metin yazmışsınız. Bu döngü muazzam bir anlatımla su teması üzerinden ilerliyor. Romanı böyle yazma fikri nasıl oluştu?
Teşekkür ederim. Her şeyden önce tarih, eskiler ve zaman-mekân ilişkisi hep ilgimi çekmiştir. Bir mekânda yıllar öncesinde yaşamış insanları merak ederim, bir eşyayı -örneğin eski bir otomobili- çok eskiden kullanmış kişilerle günümüzde kullanan kişiler arasındaki bağlantıları düşünürüm. Evde antika fincan koleksiyonum var. Bu fincanların ilk sahiplerinin kim olduğunu, hangi aşamalardan geçerek bana kadar ulaştığını düşünmek oyun gibi gelir örneğin. Bu türde bağlantıları hayal edip yazmak aklımın bir köşesinde hep vardı. Ama nedense bunu hep bir senaryo olarak düşünüyordum. Sonra oturup içimden geldiği gibi yazıya dökmeye başladığımda bunun daha zengin bir anlatım olabileceğini fark ettim. Başta Serkan ve Macit vardı, daha sonra aynı mekânda çok daha eskilere gitme fikri doğdu. Bu fikir beni bu sefer gerçek bir kişiye, Ahmet Vefik Paşa’ya götürdü. Sonra “su” üzerine düşünmeye başladım. Suyun hafızası olup olmadığını sorguladım. Farklı dönemlerde yaşamış insanların arasındaki ilişkiyi su üzerinden aktarıp sorular sordum aslında. Günümüz İstanbul’unda su kesintileri yaşanırken, 1800’lerdeki karakterler İstanbul’a su dağıtımının nasıl yapılacağına kafa yoruyor örneğin. Yanıtlara değil de sorulara odaklandım, yanıtları okuyucuya bıraktım.
Romanda üç farklı zamana gidip geliyoruz sürekli. Bu zamanları birbirinden ayrıştırabilmek, o atmosferi daha iyi yansıtabilmek için özellikle 1800’lerde eski sözcüklere yer vermeye çalıştım. “Eski dili” çok sevdiğimden böyle bir çaba benim için eğlenceli oldu. Osmanlıca diyemem –zaten yazamam yazsam da kimse anlamaz– ama aralara serpiştirdiğim kelimeler ve anlatımla o dönemi yakalamaya çalıştım. Günümüzü yazarken biraz daha sadelikten yana kullandım tercihimi. Bir yandan da uzun soluklu araştırmalara ihtiyaç duydum. Bu araştırmaların içinde bazen kayboldum. Araştırma amacını aştı bazen, yazmayı bir kenara bırakıp haftalarca bir şeyler okuduğum oldu. Bu süreç bile başlı başına keyifliydi. Hatta okuyanlardan bir arkadaşım roman sayesinde Ahmet Vefik Paşa’yı merak ettiğini, araştırdığını, çok büyük, değerli biri olduğunu fark ettiğini söyledi. Bunlar da güzel haberler benim için.
“Yaptıklarımızı yapmasaydık ya da yapmadıklarımızı yapsaydık bugün nerede olurduk?”
Farklı zamanlarda aynı mekânlarda geçen ve birbirine bağlanan bu hikâye, yolumuzun kesiştiği insanların hayatını nasıl etkilediğimiz üzerine düşündürüyor. Öylesine attığımız bir adımla başkasının hayatına dokunabiliyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
İnsanların birbirlerinin hayatında ellerinde olmayan ya da irade eseri olmayan etkilerinin bulunduğu sürpriz değil aslında ama ben bunu farklı zamanlar ölçütünü de devreye sokarak ve “su” temasını işleyerek anlatmak istedim. Gerçekten “Yaptıklarımızı yapmasaydık ya da yapmadıklarımızı yapsaydık bugün nerede olurduk?” sorusunun ya da “Bir başkası bundan nasıl etkilenirdi?” sorusunun kesin bir cevabı yok. Fakat olasılıklar çok çeşitli. Ben bazı olasılıkları ortaya koydum. Herkesin hayatı anlamlandırmaya çalışırken kafa yorduğu birtakım konular vardır. Attığımız her basit adımın, düşündüğümüzden ve irademizden çok daha geniş bir alanda karşılık bulması, hesapta olmayan, ilgisiz gibi görünen birçok faktörün bambaşka bir gerçeklik yaratması gibi meseleler de benim hep üzerinde düşündüğüm konular olduğu için romanda buna yer verdim.
Romandaki her karakter, üzerinde konuşulmaya değer elbette. Ancak aklımda yer edinen iki karakter var: Macit ve Serkan. İki karakterin de çektiği vicdan azabı okurun boğazında yumru gibi kalıyor. Özellikle de “Polisin çevirdiği olay mahalline bir karga kondu. Akşama döndü vakit birden. İstanbul erkenden karardı. Macit’in ömrüne bir eski gazete kâğıdı örtüldü…” cümleleri insanın zihninde dönüp duruyor. Roman bitince de karakterler bizimle yaşıyor. Bu da anlatımdaki başarıyı gösteriyor. Yazmadan önce bunun üzerine düşündünüz mü? Yazarken mi gelişti?
Her şeyden önce roman bittiğinde karakterlerin okuyucuyla yaşamaya devam etmesi fikri gerçekten beni çok mutlu etti. Çünkü ben bir okuyucu olarak da bir romanı alıp bitirdiğimde bu tür etkilerden çok hoşlanıyorum. Devridaim karakterleri de benim içim gerçek gibi. Sanki ben hepsinin toplamı gibi oldum yazarken. Şimdi aynı hissin okuyucu tarafına da geçtiğini düşünmek çok sevindirici. Karakterler aklıma ismiyle cismiyle birlikte geliyor bir anda. Ama detaylar yazarken gelişiyor. Karakterler benim için sadece anlatmak istediğim olayları taşıyan raylardan ibaret değil. Her biri birer lokomotif bana göre. Yani araç değil aslında amaçlar, o yüzden karakterler üzerlerine çok düşündüğümü, olayları ve durumları da aslında karakterlerin kendilerinin yarattığını söyleyebilirim.
Son olarak Devridaim okurları için söylemek istediğiniz bir şey var mı? Onları şimdi neler bekliyor, yeni çalışmalarınız var mı?
Devridaim’de farklı zamanlardaki bu kadar karakteri “su” zemininde bir araya getirmeye çalışırken bazı sorular sorup okuyucuya herhangi bir fikri empoze etmeden didaktik bir anlatıma kaçmadan ve birtakım kalıplara bağlı kalmadan özgürce yazdım. Bu yüzden herkesin anladığı farklı olacaktır bana göre.
Bu ödül benim için çok önemliydi, büyük bir şans oldu benim için. Ama daha da önemli kısım bu romanı tamamlayabilmekti. Bir ara yazdıklarımın büyük bir bölümü silindi. Yedeklemeyi ihmal etmiştim. Belgeler kurtarılamadı. Normalde bu kadar kararlı bir insan değilimdir ama şimdi iyi ki kızıp küsmeden yeniden yazmışım diyorum. Serkan’ı, Demet’i, Macit’i, Yeşim’i, Paşa’mızı ve diğer bütün karakterleri okuyucuyla tanıştırabildiğim için çok mutluyum. Bu kadar çok detayı nasıl yakalayabildiğimi soruyorlar. Sanırım yıllardır yaptığım bütün gözlemler, olayları yorumlayış şeklim bu romanda bir araya geldi. Herkesten bir parça var. O yüzden romanın girişinde de belirttiğim gibi yolumun kesiştiği herkese teşekkür ederim.
Şu anda ikinci romanımı yazıyorum. Devridaim okuyucuları bu romanı da beğenecekler diye düşünüyorum. Bu kez daha az karakterli daha yalın ama daha içsel ve daha yoğun bir romanla karşılaşacaklar. Yine farklı bir anlatım denediğimi söyleyebilirim. Üçüncü de şu an fikir aşamasında. O biraz daha farklı, fantastik demeyelim ama gerçeküstü bir roman olacak. Bir yandan çok gerçek, toplumsal birtakım olayları evrensel bazı kavramlarla fakat bilinmeyen bir mekân üzerinden anlatmaya çalışacağım. Hayalim hep yazmak. Ödülümün Turgut Özakman ismini taşıması da ayrı bir gurur ve sorumluluk veriyor insana. Umarım diğer romanlarım da yayımlanır ve okuyucuyla buluşur.
Teşekkür ederim.
edebiyathaber.net (20 Haziran 2023)