Hayatına steril bir ergenlik ve vukuatsız bir gençlik döneminden geçerek atılan Kamil, üniversite sınavındaki 23. tercihini tutturunca annesi Eyüp Sultan’a gidip adağını gerçekleştirdi. 7 evsizi doyurdu Ayten Hanım. Kamil’inin başarısı uğruna bir de okul, askerlik vs. sonrası mürüvvetini görse o zaman 7 değil 77 yoksulu doyurur, giydirirdi. Görür müydü bu deli oğlanın o güzel günlerini? Yaşlı değildi öyle bu zaman dilimlerini görememekten korksun, sadece Kamil’in hiç mi hiç o taraklarda bezi olmadığındandı umutsuzluğu. Babasız büyütmek zordu çocukları, hele de iki erkek evlat vermişti yaradanı Ayten Hanım’a. Abi neyse de Kamil çok uçarıydı. Her telefon, sebep olduğu bir tatsızlık ya da uğursuzluk üzerine çalardı. İşte bu yüzden çok anlamlıydı adak. Olmazı oldurmuştu bu kez Kamil. Yıllarca esprisi sürecekti ailede bu adağın “sosyoloji karın doyuruyormuş bak ”diye.
Eş, dost, akraba “bu Sosyoloji de ne ola ki?” diye Ayten Hanım’a soruyordu. Kamil’in kazandığı bölümle ilgili anlattıklarını düşündü, düşündü ve aklında kalanlarla açıklamaya çalıştı:
-Hani ya sinirin bozulduğunda ya da kafan gittiğinde asap dokturlarına götürüverirler ya insanı, hıh işte o bir kişilik olanı psikoloji, onun herkeşler için olanına, toptan olanına da sosyoloji diyollar.
-Nasıl yani Ayten Abla, dokturun yanına cümbür cemaat mi giriliyo? Aynı anda mı herkeşi iyileştiriliyor? Zor olmuyor mu kııı?
Ayten çok da emin olmadığı sorunun cevabından sıyrılmak için “pastırma yazının geldiğini” müjdeledi konu komşuya, “Maşallah, yandım yandım bugün pazara giderken…” Cevriye Abla da pardesüyü falan attı sıcaktan…”
Konukomşu ne derse desin bu ipe sapa gelmezin geleceği hakkında; bir tek Kamil üniversite kampüsünün kapısından girer girmez “Allaaaaah!” diyecekti. Bu nida tanrıya yakarış değildi elbet, daha ziyade “Oğlum Kamil, bildiğin her şeyi unut, bu ne lan? Bu kızlar nerede yaşar okul dışında, ne yer ne içerler böyle olabilmek için, hangi mekânlara takılırlar, niye hiç biz rastlamadık hiçbirine? Bu okul var ya değil 4 sene 14 senede bitmez oğlum” düşüncesinin sessiz ve özetlenmiş hâliydi.
14 olmasa da o ilk gün aklından geçenler başından da geçti yavaş yavaş Kamil’in. Ama mezun oldu neticesinde. Tamam, her ne kadar bölüm öğrencileri onu kıdemli akademisyenlerden sanıp amfide yan yana oturunca dumur olsalar da bitirdi okulunu ve “sosyolog” çıktı Kamil bol alkol ve sigara dumanı sponsorluğunda.
Mahalledeki pideci Asım Ağabey’in oğlu Murat, Üsküdar Selami Ali Mahallesi’nin medarı iftiharı yani ilk üniversitelisiydi. O bir de Ankara’ya okumaya gitmiş Mülkiye’den mezun olmuştu. Onun bölümünü idrak etmek mahalleli için Kamil’inki kadar güç olmamıştı. “Kaymakam, çıkacakmış” diye özetlemişlerdi Murat Abi’nin kariyer geleceğini.
Kamil, Murat Abisinin referansıyla bir Avrupa Birliği Projesinde görev almaya başlamıştı. Çok para vardı projeye hibe edilen ve bu Kamil’in çok hoşuna gitmişti. Ayrıca çok da yabancı olmadığı yoksul mahallelerinde sokak çocuklarıyla birlikte zaman geçirecek, onları hayata kazandırmak için elinden geleni yapacaktı. Bazı günler ve geceler sokakta bu çocuklarla yatıp kalkacaktı. Hayırlıydı da yaptığı iş. Ayten Hanım da öyle demişti Kamil’e “Aferin yavruum, pek sevap kazanacaksın Allahıma bin şükür, yaptığın bir iş nihayet hayra dokunacak.”
Hayra dokunacaktı dokunmasına da eğer Kamil çalışma sahası olan o yoksul mahalledeki çocukların yanlarına ilk defa geceyarısı gittiğinde cebinden sigarasını yakmak için çıkardığı silah görünümlü –metro çıkışındaki büfeden 7,5 liraya aldığı- çakmağı çocukların “Reis” dediği İrfan karanlıktan seçemeyip, yanlış anlayıp o saniye Kamil’in atardamarına sapladığı falçatayı sallamasaydı.
Mehtap Çayırlı Oray – edebiyathaber.net (1 Kasım 2014)