Başımdan boşalan terle birden uyandım. Doğrularak şezlonga oturup ayaklarımı kuma indirdim. Yerde bir tespih böceği kuma girdi çıktı, birkaç saniye sonra tekrar kuma dalarak kayboldu. Güneş gözlerimi kamaştırdı. Çantama uzanıp el yordamıyla saç lastiğimi ve güneş gözlüğümü buldum. Saçlarımı çabucak toplayıp gözlüğümü taktım. Plajda insan sayısı artmıştı. Uykuya doyamamış olmalıyım ki esnerken çenem düşecek gibi oldu. Cuma gecesi bindiğim otobüste bölük pörçük uykulara dalmıştım ama bugün tatile başlamanın verdiği huzurla kendimi salıvermiştim işte.
İlk defa yalnız başıma tatile gelmiştim. Selma dün öğleden sonra beni arayıp tatil planımızı iptal etmek istediğini söylediğinde yaşadığım hayal kırıklığı, bavulumu geri boşaltırken içimden gelen ”neden olmasın” sorusuyla yerini yeni bir merak ve heyecana bırakmıştı. Biraz kafamı dinlemek, kendi isteklerime odaklanmak, kimseye hesap vermeden davranmak belki de bana çok iyi gelebilirdi. Bu cesareti kaybetmeden bavulumu tekrar yerleştirmiş hatta fazladan yeşil şifon elbisemi de koymuştum.
Selma benim en iyi arkadaşımdı. Yollarımız Hacettepe Üniversitesi Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji bölümünde kesişmişti. Başlangıçta içe kapanık gibi görünse de tanıdıkça ne kadar iyi niyetli ve yardımsever biri olduğunu anlamıştım. İkimiz de ailelerimizden uzakta, üniversitenin yurdunda birbirimize destek olup, üzüntüleri de sevinçleri de paylaşmıştık. Mezun olduktan sonra Selma hastaneye yakın bir yerde eczane açtı. Masraflarını babası karşıladı. Ben de bir ecza deposunda işe girmiştim. Birlikte ev tutup aynı evde oturmaya başladık. Bütün kararlarımızda birbirimize danışırdık. Hoşlandığım ve evlenmeyi düşündüğüm bir adam vardı. Selma benim göremediğim yönlerini görmüş, onun ne kadar güvenilmez biri olduğunu göstermişti bana. Yol yakınken beni mutsuz olacağımı düşündüğü bir evlilikten döndürmüştü. Eczaneyi açtıktan dört yıl sonra babasını kaybetti. Annesiyle erkek kardeşini yanına çağırdı ve onlarla birlikte yaşamak istediğini anlayınca, ben bütün itirazlarına rağmen ayrı bir eve çıktım. Aradan beş yıl geçmesine rağmen aramızdaki arkadaşlık bağı hep çok güçlü kalmıştı.
Şemsiyenin gölgesi beni çoktan terk etmiş. Etrafımdaki insanların uğultuları zaman zaman dalga seslerini bastırıyor . Ensemde ve alnımda biriken teri havluyla sildim. Sabah şemsiyelerin altına sıra sıra dizilmiş şezlonglar , şimdi başı dönmüş, düzenleri bozulmuş, bazıları bir şemsiye altında toplanmış, kimi de dağınık vaziyetteler. Oturan, yatan, yiyen-içen , sırtında havluyla ne yapacağını düşünen , çocuğunun peşinden koşan insanlar sanki evlerinde gibiler.
Bugün deniz dalgalı. Şemsiye kenarlarında , ortalarında asılı mayolar, havlular, pareolar rüzgarla savruluyor. Simit, karpuz ve su satan genç oğlanlar, kapkara tenleri, zayıf bedenleriyle ortada dolaşıyor, eğilip doğruldukça cepleri para görüyor.
Selma dün beni aradığında sesi şen şakrak çınlıyordu:
”Bugün olanlara inanamayacaksın.”
”Anlatsana ne oldu? ”
”Öğle arasında Kızılay’a gidip tatil için kendime yeni bir mayo baktım. İstediğim modeli bulamayınca fazla vakit kaybetmeden bir şeyler yemek için dönerciye uğradım. ”
Konunun nereye varacağını tahmin edemediğimden ilgiyle dinlemeye devam ettim.
”Tavuk dönerle ayranımı alıp, beyaz fayansla kaplı bir duvara monte edilmiş masanın yüksek taburesine arkam kapıya dönük olarak oturdum. Yemeğimi yerken – soğan koymayın lütfen- diyen tanıdık bir sesle irkildim.”
”Kimmiş peki?”
”Hemen dönüp bakamadım, kalbim güm güm attı. Yediklerim boğazıma dizildi. Bu Hasan’ın sesiydi !”
”Nasıl olur , üç ay önce Viyana’ya dönmemiş miydi o?”
”Ben de öyle düşündüm. Benzetiyorum herhalde diyerek yavaşça başımı çevirip arkama baktım.”
”O muydu?”
”Hayır , onu göremedim ama umutlanmıştım yine de. İşe dönerken belki bir yerden karşıma çıkar diye etrafıma bakındım durdum.”
”Ah canım.”
”Eczaneye geldiğimde, kalfa bana çiçek getirdiklerini söyledi.Üzerinde kart falan yoktu. -Kimden?- dedim, -Bilmiyorum abla,söylemediler- dedi. İyice kafam karıştı. İçinde yedi tane kırmızı gül olan bu gizemli buketi vazoya koyarken dikkatlice bir ipucu aradım ama bulamadım . Bu olanlar aklımı o kadar kurcalamıştı ki dalgın dalgın ortada dolaştım durdum. ”
”Sonra ne oldu?”
”Bir saat kadar hiçbir şey olmadı. Sonra elinde pasta kutusuyla bir çocuk içeri girdi ve beni sordu. Kutunun üzerine -Gönderen bilgisi içindedir- yazılı bir not yapıştırılmıştı. Çocuğa teşekkür ederek onu yolladıktan sonra arka taraftaki depo kısmına geçip aceleyle açtım. Bu benim en sevdiğim krokanlı, bademli, çikolatalı pastaydı. Üstündeki beyaz çikolata tabakasında alt alta – Beni Affet , Seni Çok Seviyorum, Benimle Evlenir misin, Hasan – yazıyordu.
”Ciddi misin sen , gerçekten o muymuş ?! Ne kadar romantik.”
”Öyle heyecanlandım ki ne yapacağımı bilemeden boş boş etrafa bakındım. Bu sırada telefonum çaldı. Arayan oydu, ellerim titreyerek açtım. Benim için dönmüş. Bir hafta izni varmış, kararım evetse gidip işinden istifa edip gelecekmiş.”
”Yani Ankara’da yaşamayı kabul mu etti diyorsun?”
”Evet, dış ticaret yapan şirketlerle iş görüşmeleri de yapacakmış. Benimle yeni bir hayat kurmaya karar vermiş. Gittiğinden beri beni düşünüyormuş. Senden ayrılmakla büyük hata yaptım dedi… Ben, böyle bir mutluluğu bir daha yakalayabileceğimi sanmıyorum. ”
Sesi titredi, sustu, yutkundu.
”Senin için çok sevindim. Yeniden üzülmeni hiç istemem. İnşallah çok mutlu olursunuz.”
”Teşekkür ederim canım. Beni en iyi sen anlarsın zaten. Şeyy, tatil planımızı iptal etsek sorun olur mu?”
”Önemli değil canım, sorun olmaz.”
”Nikahımda şahidim olacaksın ama itiraz kabul etmem.”
Güldüm.
”Memnuniyetle olurum. Her şey gönlünce olsun.”
Tatil için tek başıma Didim’e yolculuk ederken biraz şaşkın ve ürkektim. İçimde tam adını koyamadığım bir burukluk vardı. Selma’nın hayatımda ne kadar büyük bir yer kapladığını farkettim. Birlikte yaptığımız planlar bir anda değişivermişti.
Şezlonga uzanmadan önce sürdüğüm güneş yağından burnuma kesif bir hindistan cevizi kokusu çarptı. Öff, denize girip ferahlamak, sadece deniz kokusunu hissetmek istiyorum. Gözlüğümü çıkarıp çantama attım. Ayağa kalktığımda bastığım kumlar çok sıcaktı, ayağımı yaktı. Hızlanıp sıçrayarak güçlükle kıyıya varmaya çalıştım. Son zamanlarda oldukça irileşen kalçalarımın ve göğüslerimin nasıl hopladığını düşününce utandım. Sağıma soluma baktığımda kimseyle göz göze gelmeyişim beni rahatlattı. Kalabalıklarda kaybolmak her zaman işime geliyor ancak içimde izlenme korkusu olduğunu da itiraf etmeliyim.
Bu akşam yemeğe giderken giyeceğim bol kesimli, rüzgarda uçuşan yeşil şifon elbisemle kimseyi umursamadan yürümenin keyfini çıkaracağım. Yemeğimi kendimle başbaşa yiyeceğim. Kadehimi , kimseye farkettirmeden yalnızlığıma kaldıracağım…
Kıyıya ulaştığımda, iki küçük kızla daha büyük bir oğlan çocuğunun kumdan kale yapmaya başladıklarını gördüm. Oğlan kovayla denizden su taşıyor, kızlardan biri dökeceği yeri gösteriyordu. Denizin içi kalabalıktı. Güneşin ışık oyunlarıyla parlattığı denizde irili ufaklı kafalardan az bir kısmı yüzüyordu. Çoğunluğu ayaklarının değdiği yerde serinlemek için duruyordu. Epeydir kıyıda bekleyen mavi mayolu şişman kadın nihayet büyük bir foşurtuyla kendini suya bıraktı. Gözler o tarafa çevriliyken yavaşça süzülüp başımı denize daldırdım.
Tijen Ergönen – edebiyathaber.net (4 Kasım 2015)