Yakın zamana kadar sadece emekçilerin kutladığı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü içi boşaltılarak Dünya Kadınlar günü adı altında üretmeye değil, tüketmeye yönelik bir ticari etkinliğe dönüştürüldü. Sadece 8 Mart mı? Yine emekçilerin bayramı olan 1 Mayıs da, dinsel anlamı olan 14 Şubat Aziz Velantine ya da “sevgililer günü” de aynı bakış açısının açık emellerine alet edildi. Merkez Bankasındaki görevini bırakıp eline silahını alan, yayılmacı sömürüyle savaşamaya çıkan Che’yi öldürmekle yetinmeyen “emel” onun ölüsünden, (hediyelik eşyadan postere) merkez bankası gibi para basıyor.
Sinek öldürür gibi, kadın cinayetlerinin işlendiği, şiddet ve cinsel istismarın normal yaşamın tuzu biberi sayıldığı her güne karşılık yılda bir kez kadın oldukları vurgulanan, anımsanan kesim edilgenleştirilerek hediye bekleyen, bir çiçekle gönlü alınan birey konumuna itilirken varoluşlarının anlamı da kayıyor.
Kadın sorunu, insanlığın var olduğu günden bu yana süren en eski kavgası. Sürekli “devrimden sonraya” ötelendiği için “Dünya Kadınlar günü” herkesin hesabına geliyor. 8 Mart’tan 8 Mart’a bile gündeme gelmeyen kadın sorununa gerçekçi bakış sunanlardan biri Erich Fromm’du.
Fromm İsa Dogması adlı yapıtında neredeyse bütün insanlığın dolap beygiri gibi dönüp durduğu noktaya değiniyor. İki cins arasında doğuştan kaynaklanan farklılıklar olduğunu, bunların kişilik ve alın yazısında temel farklılıklara yol açtığını savunan ve çok eskilere dayanan düşünceyi ele alıyor. Eski Ahit’e göre kadının özelliği ve kaderi “kocana istek duyacaksın, seni o yönetecek”, erkeklerinki ise “alın teri dökerek çalışacaksın ve acı çekeceksin” olarak tanımlanmaktadır. Kutsal kitap insanın Tanrı’nın suretinde yaratıldığını söylüyor. Ancak erkek ve kadının gösterdiği ilk itaatsizliğin sadece cezası olarak, ahlaki sorumluluklar bağlamında eşit oldukları varsayılmış ve karşılıklı olarak çatışma ve ebedi farklılıkla da lanetlenmişlerdir. Bu görüşlerin temel farklılık ve benzerlikleri yüzyıllardır tekrarlanmış, bazı dönemlerde ve bazı felsefi ekoller tarafından bu görüşlerin bir yönü, bazıları tarafından diğer yönü ön plana çıkarılmıştır.
İnsanlığın ilerlemesindeki hız ve bakış açısı, kadın konusunda hep birkaç adım geride ilerliyor. Fromm, modern psikolojinin de bundan payını aldığını ifade ediyor. Örneğin Freud’un görüşüne göre cinsler arasında değişmesi mümkün olmayan kişilik farklılıkların sebebi anatomik farklılıktı. Freud Napolyon’un bir sözünü şu şekilde özetler: “anatominin kadınların kaderi” olduğunu söyler. Freud’a göre küçük bir kız, erkeklerde bulunan üreme organının kendisinde olmadığını fark edince büyük bir şok geçirir ve derinden etkilenir. Sahip olması gereken bir şeyi kaybetmiş olduğu hissine kapılır, erkekleri kaderin kendisini mahrum bırakmış olduğu bir şeye sahip olmaları nedeniyle kıskanır. Normal gelişim süreci içerisinde aşağılık kompleksi ve kıskançlık duygularından, erkeklerde bulunan üreme organının yerine kocasının, çocuklarının ve sahip olduğu başka şeyleri ikame ederek kurtulmaya çalışır.”
Toplumsal olarak zararlı olabilecek farklılıkların bulunmadığı gerçeğini kanıtlamanın hiçbir farklılık bulunmadığı anlamına gelmeyeceğini savunan Fromm, toplumsal farklılıkların etkisinin biyolojik farklılıklardan çok daha fazla olduğunu, biyolojiden kaynaklanan farklılıkların bu farklılıkları ortadan kaldırabileceğini veya tersine çevirebileceğini düşünüyor. Cinsler arasındaki kişilik farklılıkları direkt olarak kültür tarafından belirlenmediğine göre hiçbir zaman kayda değer değişikliklere yol açmazlar.
Freudculukla suçlanan Fromm aslında körü körüne kesin inançlı biri değildi ve Freud’u eleştirirdi. Kadının bağımlı olma, hayal kırıklığına uğrama ya da onu beklemeye zorlayan bir rolü oynama endişesi Freud’un yoğun olarak vurgulamış olduğu bir arzunun, erkeğin cinsel organına sahip olma arzusunun ortaya çıkmasına yol açmaktadır.
Cinsler arasındaki farklılığın insanoğlunun değişik gruplara bölünmesinin en eski ve en ilkel temelini oluşturduğunu ifade eden Fromm, kadın ve erkeğin ırkın ve ailenin devamıyla, cinsel arzularının tatmin edilmesi için birbirlerine ihtiyaç duyduğunu söylüyor. Ancak iki değişik grubun birbirlerine ihtiyaç duyduğu durumlarda ahenk, işbirliği ve karşılıklı olarak ihtiyaçların giderilmesinin yanı sıra mücadele ve uyumsuzluk da ortaya çıkmaktadır. Cinsler arasındaki cinsel ilişkinin karşıtlık ve düşmanlık potansiyeli taşımaması neredeyse mümkün olmazdı. Erkekler ve kadınların birbirlerini sevme kapasitesi bulunduğu gibi birbirlerinden nefret etme kapasitesi de bulunmaktadır.
Kadınların hedef tahtasına konulup erkeklerin göz ardı edilmesine de karşı çıkıyor Fromm. Genellikle kadınların erkeklere oranla daha kibirli oldukları söylenmekle birlikte, aslında bunun tersinin geçerli olabileceğini savunuyor. Önemli olan miktar farklılığından çok kibirliliğin niteliğidir. Erkek kibirliliğinin en önemli özelliği ne kadar iyi bir “performansa” sahip olduğunu göstermek ve bunu kanıtlamaktır. Başarısız olmaktan korkmadığını ispat etme arzusunu taşımaktadır, bu kibrin erkeğin bütün faaliyetlerini etkilediği anlaşılmaktadır. “Kadına karşı nefret” üzerine yoğunlaşıyor, Fromm. Erkeğin kadına karşı temkinli yaklaşımının ve onun tarafından aşağılanma korkusunun yarattığı başka bir sonucun kadından potansiyel olarak nefret edilmesi olduğunu vurguluyor. Bu nefret duygusu savunma işlevi de olan bir mücadeleye katkıda bulunmaktadır. Bu mücadele kadın üzerinde hâkimiyet kurmaya, onun üzerinde güç kullanmaya ve onun kendini güçsüz ve aşağılanmış olarak algılamasına yöneliktir. Erkek bunu başaracak olursa kadından korkmasına gerek kalmayacaktır… Eğer kadın erkekten, öldürülmekten, dayak yemekten ya da aç bırakılmaktan korkuyorsa onunla alay edemez.
Başa dönen Fromm değişimin perdesini de aralıyor. Kadınlar başlangıçta kendilerini erkeklerden daha üstün kılan bir özelliğe sahip olmalarına rağmen erkekler daha sonra yok edici güçlerini kullanarak bu durumun üstesinden gelmişler, zihinsel yeteneklerini kullanarak teknik üretkenliğin temelini oluşturmuşlardır. Daha önceki aşamalarında büyüyle çok yakından ilişkili olan bu durumu erkekler düşünce gücüyle geliştirerek maddi nesneler üretmeye başlamış, zaman ilerledikçe teknik üretim potansiyeli artarak doğal üretime olan bağımlılığı ortadan kaldırmıştır. Ancak doğal farklılıklardan kaynaklanan kişilik farklılıkları bu türden değildir. Bunun nedeni bir gerçeğe dayanmaktadır, cinsler arasındaki eşitlik cinsler arasındaki farklılıktan daha derindir, kadın ve erkek her şeyden önce aynı potansiyelleri, aynı arzu ve istekleri, aynı korkuları paylaşmaktadır. Onlar arasındaki doğal farklılıklar onları farklı kılmamaktadır. Onlara esasen birbirine benzeyen kişilikleri verir, kişilikleri arasındaki farklılıklar şu veya bu eğilimi ön plana çıkarmak gibi, sadece dış görünüşte farklı şeyleri vurgulamaktadır. Cinsellikten kaynaklanan farklılıkların herhangi bir toplumda erkekler ve kadınlar arasındaki rol dağılımında çok önemli bir etkiye sahip olmadığı anlaşılmaktadır. Günümüzde cinsler arasında farklılıklar bulunmakla birlikte bunları aynı cinsten kişiler arasındaki kişilik farklılıklarıyla karşılaştırdığımız zaman cinsler arasındaki farklılıkların çokta önemli olmadığı anlaşılmaktadır. Cinsiyet farklılıkları ne türden iş olursa olsun iş yapma kapasitesini etkilememektedir.
“Farklı ama eşit” olmak farkındalığına çağrı Fromm’un düşünceleri.
Yaşar Öztürk – edebiyathaber.net (7 Mart 2018)