Gamze Güller, “Beşinci Köşe ve İçimdeki Kalabalık” öykü kitaplarından sonra “En Çok Onu Sevdim” kısa romanıyla beni sarmıştı. Taze çıkan “Durmuş Saatler Dükkânı”nı da büyülenerek okudum.
Okurken mekânlar gözümde canlandı: Belalı gemi, hastane koğuşu, lunapark, buzdan şehir, duran nehir, kalabalık sokaklar, ışıklı evler, acayip dükkân…
Sadece mekânlar değil karakterlerin iç dünyaları, kendi yerleri de. Çizip içine sığındıkları…
Tatlar, kokular sardı etrafımı. Betimlemeler içlerine girip yaşamamı sağladı. Bir örnek: Kalabalığı, sesleri, kokuları yararak ilerliyoruz. Etrafta birbirini bastıran onlarca şekerli, kıvamlı koku var. Neredeyse elle tutulacak kadar yoğun kokular. Isırsam çenemden aşağı akacak. Ağzımın içi yapış yapış oluyor. (“Post Mortem”)
Eksiksiz dokunmuş karakterlerle tanıştım: Hayali kadınlar, onları bekleyen adamlar, ışığa dokunup yananlar… Tayfa, falcı Melantha, dev çocuk, takıntılı yazar, meraklı çocuk, gazeteci kadın, Nefise Hanım…
Rüyalar, hayaller, belki gerçekler… Gerçek ne? Ya hayal? Rüya? Uzakla yakını ayırt eden ne? Zaman nasıl döner? Böyle sorular sordurdu bana kitap.
Her öyküyü ayrı hissettim. Yazarın duru, açık üslubu sayesinde.
Anlatmayacağım, hepsi sürprizli. Birkaç örnek vereceğim sadece.
“Hayatım Roman” pek güldürdü beni. Yazarın editöre ve sevdiği yemeklerin ürün yetkilisine yazdığı mektupların gittikçe keskinleşen dili, karakteri önce anlamama, sonra şaşırmama ve gözlerimin fal taşı gibi açılmasına yol açtı. Şaşkın kahkahanın ne olduğunu hatırladım.
Çocuk gözünden yazıldığından olsa gerek, “Cafer” sıcaklığıyla başka etkiledi beni. “Nehir”deki anne-çocuk diyaloğu, annenin anlattığı masal ve içindeki bilmece de: Hem döneri var hem kalkanı, hem ışığı hem karası, atışı var, vuruşu var, bir kahkaha tufanı…
“Lunapark!” diye bağıranlara sevgiler…
Kitaba adını veren “Durmuş Saatler Dükkânı” sona saklanmış. Öyle içine çekti ki beni, girdabında yuvarlandım. Kâh uykuya kâh büyüye aldandım. Bir boşluğa bir “tik tak”lara kaptırdım. Tam bir büyülenme…
Kendi bakışınızdan farklı anlamlar verebileceğiniz, şaşırtan öyküler.
“İşte bu!” dedirten satırlardan bazıları
Nerede ne zaman gördüğümüzü hatırlamadığımız şeyler görünür oluverir düşler âleminde. (“Rüyalarımın Kadını”)
Tam kapıdan çıkacakken, bekle, dedi Cafer. Al misketlerini, torba da senin olsun. Bende çok var. İçimde hafifçecik bir şeyler. Dışım dev, içim cüce döndüm eve. (“Cafer”)
Mademki birdir ölümle uyku, döner rüya tekerleği ölüme doğru. (…) Gözkapaklarının altında başka bir hayat var sanki. Gözlerini kapatınca dönüyor rüya tekerleği. Hangi hayat onun, bilmiyor. Uyumakla ölmek arasındaki o keskin çizgi. (“Rüya Tekerleği”)
Sözcükler ne zaman kaybolmaya başladı? Önce tınılarını yitirir gibi oldular. Ardından renklerini. Arada bir yerde dokularını kaybettiler. Kâğıt üzerinde başka, zihnindeki boşlukta başka. Nasıl oluyor da bir sözcük izini kaybettirebiliyor aklında? (“Sözcüklerin Tortusu”)
“Zaman acımasızdır çocuğum. Başa çıkmak için onun gibi olmak gerekir. Boşuna onun önünde koşmaya çalışmayın. Peşinden gitmeyi bilin.” (“Durmuş Saatler Dükkânı”)
Gaye Dinçel – edebiyathaber.net (15 Mayıs 2020)