Yaşam şeklimizin, acılarımızın, yoksunluklarımızın neredeyse birebir örtüştüğü Latin Amerikalı halklarla itirazımızı, hüzünlerimizi, sevinçlerimizi dile getirme biçimimiz de kuşkusuz benzeşecektir. Berna Durmaz’ ın öykülerinin düşsel olandan yola çıkarak gerçekliğe ulaşan anlatım biçimi yerel kültüre de ışık düşürmesi sebebiyle Latin Amerikalı öykücüleri anımsatıyor.
Durmaz‘ ın son öykü kitabı “Bir Fasit Daire” öncelikle ismi ile ilgi çekiyor. Kitabı okuyup yazarın anlatı dünyasına girdikten sonra öykülerinin de farklı anlam açılımları yaratabilecek isimleri (Gelinde bir uçurum s 86, Şişenin içinden baktım eşyaya s 46) yazarın dil işçiliğini görünür kılıyor.
Berna Durmaz öykülerini, insanlık tarihi kadar eski, edebiyatta sayısız romana, öyküye konu olan “zulüm” çevresinde kuruyor, hem de hiç tekrara düşmeden. Okur olarak, öykülerin hangi zamanda geçtiğine ilişkin bir saptama yapamıyorsunuz. Yazar bu seçimiyle zulmün, insanlığın neredeyse tüm temel dertleri gibi zamandan bağımsız olduğunun altını çizmek istemiş diye düşünüyorsunuz. Bu açıdan bakıldığında konu, atmosfer, öykü kişilerinin seçimi ve dilinin uyumu kadar yazarın biçimsel olarak da anlatının özünü korumaya gösterdiği özen dikkat çekici. Kitabı oluşturan öyküler de bir fasit daireyi andırıyor. İlk öyküde Cemafer’ in ölümle yaşam arasındayken öngördüğü, son öyküde gerçekleşir ancak döngüsellik bununla sınırlanmaz. Öyküler zaman dizimsel değildir. Gelişigüzel sıralanmış duygusu hissedilir ama bana kalırsa Durmaz ince ince işlediği, yerel dili kullanarak ayrıntı zenginliğiyle şenlendirdiği öykülerini kılı kırk yaran bir özenle sıralamış olmalı.
Berna Durmaz, öyküleri arasında birbirinin devamı ya da tekrarı duygusu uyandırabilecek bir ilişki kurmuyor. İncelikli, ancak has öykü okuru tarafından fark edilebilecek şekilde her bir öykü birbirine incecik bağlarla tutturulmuş; sıraları değiştirilerek farklı okumalar yapmak da olanaklı.
Öykülerin hemen hepsinin mekânı Kel şehri. Yazar, küçük şehirlerde yaşayanların birbirine eklemlenmiş yazgılarına, Çingenelerin kimliğinde ötekileştirilenlerin hayatlarına ışık düşürüyor. Kasabalılar da aslında dışladıkları Çingeneler kadar toplumsal kurallar tarafından ötekileştirilmiş, sıkıştırılmıştır. Hasret’in yaşadığı kasaba sıkıntısı, annesinin Hasret’i evlendirme tutkusu, çeyizin, düğünün hayatlarındaki yaşamsal önemi, Hasret’in babasının çıkışsızlığı, alkole sığınması bildik konulardır ama bu öykülerin yanındaki Cemafer’ in, Zarif’in, Müşür’ ün, Topuz’un sıradışı yaşamlarının öyküleri “Bir Fasit Daire” yi kapatır. Berna Durmaz, kendileri gibi giyinmeyeni, yaşantıları benzeşmeyenleri, eline kalemi alıp iki satır yazanı dışlama, ve yargılamaya dayalı bir sosyal yaşamı görünür kılarken bütün bunlara Çingenelerin hayatlarının şenlikli olduğu kadar da hüzünlü hikâyesini ekliyor. Yerel söyleyişler, devrik cümleler, deyimler, özgün benzetmeleriyle öykü dilini varsıllaştırıyor. Okudukça yazarın dilinin öykü kişilerinin diline dönüştüğünü hissedebiliyorsunuz.
“Ne yüzler ne insanlar gelir geçer de bir zulüm kalır yeryüzünde. Bir fasit dairedir zulüm, kuyruğunu yutmuş yılan… Döner döner tekrarlanır, döner döner tekrarlanır, döner…” (s 24) Kitabın ilk öyküsünde ölmüş ama ruhunu teslim edememiş Cemafer’ in son sözleridir bunlar. “Bir Fasit Daire“yi bitirdikten sonra Bena Durmaz’ın “Tepedeki Kadın” ve “Bir Hal Var Sende” de yer alan öykülerini dönüp yeniden okuma isteği duydum. Öykü tutkunu okura da bunu önerebilirim. Berna Durmaz‘ı dönüp dönüp okumak, keşfedeceğiniz farklı ayrıntılar ve alacağınız edebiyat lezzeti düşünülecek olursa hiç de boşuna bir uğraş olmayacaktır. Zulüm kadar yaşam da bir fasit dairedir. Dönüp dolaşıp aynı yere çıkmak dayanılmaz olur kimi zaman. Edebiyat belki de kendi fasit dairenizi bir yerinden kırabilmenin, sıkıştığınız yerden taze bir soluk alabilmenin yolu; hiç değilse umududur.
Aysun Kara – edebiyathaber.net (30 Haziran 2014)