Söyleşi: Ecem Seyran Bulut
Yazar Fatma Nur Kaptanoğlu ile “Kaplumbağaların Ölümü” adlı öykü kitabı, yazma süreci, yazarlık disiplini ve yoldaki kitabı hakkında söyleştik.
Yazar olarak yazma sürecinizde en çok önem verdiğiniz eylemler nedir?
Yazmak uzun bir yol. Durmak, nefes almak ve gözlemlemek yazarın belki de en çok ihtiyacı olan eylemler. Ben bu eylemlerin hemen hemen hepsini yapmaya gayret ediyorum. Tekrara düştüğümü anladığım her an kendimi metinden uzaklaştırıyorum. Metne uzaktan da yakından da bakmıyorum. Birbirimize zaman vermek gibi düşünebilirsiniz. Günlük hayatıma devam ediyorum, çalışıyorum, çevremdeki kişilerle vakit geçiriyorum ancak tüm bunları yaparken sürekli düşünüyorum. Dilimi, dilde aşabildiklerimi ve bunu metne ne kadar yedirebildiğimi. Ne zaman kendimi ikna ediyorum, o zaman metne dönüyorum. Yazmasam da yazmayı düşünmek, en azından benim için bir çalışma şekli.
O zaman yazma sürecinin sizin için zorlu olduğunu söyleyebiliriz?
Yazma sürecinin kolay olduğunu söyleyen bir yazar olabileceğini sanmıyorum. Yazmak kolay değil, yazdığını yayımlatmak hiç değil. Yazmak başlı başına sıkıntılı bir süreç. Bunu daha önce başka bir söyleşimde de dile getirmiştim, yazarın biraz da olsa huzursuzlukla yaşamayı kabul etmesi gerekiyor. Çünkü yazmak, yazarı rahatlatmıyor aksine içinde yaşadığı o huzursuzluğu bu kadar alelade dile getirebildiği ve okuyucu karşısında çıplak kalma cesareti gösterebildiği için geriyor. Bir yandan da bu cesaret yazara, yerine hiçbir şey koyulamayan bir haz veriyor. Kendi içinde çelişkiler barındıran hem muhteşem hem de korkunç bir duygu.
Bir metne başladığınızda metnin kurgusu, olayları, finali bir iskelet halinde belli oluyor mu yoksa yolda mı öğreniyorsunuz?
Bu soruya şu şekilde yanıt vermek istiyorum, hem evet hem de hayır. Bir metne başlamadan önce onun iskelet halini kafamda oturtmak, karakterlerimin isimlerini belirlemek, kullanacağım tekniklerin en uygun yerleri için kırmızı noktalar koymak her zaman yaptığım bir şey. Hatta bir metnin yazma sürecinden çok başlangıç ve fikir süreci beni daha çok yoruyor. Bir öykü konusu için aylarca düşünebilirim, o öykü karakterinin ismini bulmadan öyküye başlamayabilirim, tuhaf gelebilir belki ama o öykünün yazma eylemine geçmesi için hayattan tesadüfler bekleyebilirim… gibi birçok maddelerim oluyor. Bunlar aslında beni güçlü metne yaklaştıran reçeteler. İskeletsiz başladığım öyküler de oluyor elbette ancak o öykülerde bazen yoldan çıkabiliyorum, rotamı kaçırabiliyorum. Bu sefer de en başta yapmam gereken durmak, dinlenmek, nefes almak süreçlerini metnimin tam ortasındayken gerçekleştiriyorum. O zaman da işler biraz karışıyor 🙂 Ne anlatmak istediğimi keşfetmeden yazmaya başlamak beni dilden de uzaklaştırabiliyor ki bu benim en son isteyeceğim şey. O nedenle düşüncelerimi ve hayatın içinde keşfe çıktığım yerleri olgunlaşmış bir şekilde ele almak ve yazmayı düşünmek ama sürekli düşünmek bana daha sağlam adımlar attırıyor.
Kaplumbağaların Ölümü’nde de bu süreçlerden geçtiniz mi?
Elbette. Üstelik bu halimden daha da toyken 🙂 Hala da toyum ve biliyorum ki bunun bir sonu yok. 50 yaşına da gelsem yazmak bana her an bambaşka şeyler kazandıracak. Ancak ilk kitabın telaşı, heyecanı ve toyluğu hiçbir kitabımda olmayacak. Bu hem yürek ezen hem de gülümseten bir durum. Kaplumbağaların Ölümü’nde yukarda bahsettiğim süreçlerin hepsini yaşamış ve çoğunu anlayamamışım bile. Belki heyecandan, belki gösterdiğim cesarete duyduğum tedirginlikten belki de aslında tüm bunlara çok fazla anlam yüklemekten. Her şeyin sonunda hatalarla, başarılarla, şaşkınlıklarla çok güzel olan tek bir şey var: Yaratma cesareti.
Son olarak ikinci kitap ne zaman desek?
İçime fazlasıyla sinen bir ikinci kitap oldu. Neredeyse tamamı bitti. Dinlenme, sindirme ve okuma sürecindeyim. Bir sıkıntımız olmazsa, hayat izin verirse sonbahar diyebiliriz ikinci kitap için.
edebiyathaber.net (12 Nisan 2019)