Söyleşi: Sibel Unur Özdemir
Fatma Yangın Ekşioğlu Kültür Bakanlığının 2016 yılında başlatmış olduğu “Edebiyat Eserlerine Destek” projesine Fırtına Vadisinde Macera isimli romanı ile başvurmuş ve yazım desteği almıştır. Bu romanı ile okurlarının kalbinde taht kurmuş, kitap dördüncü baskısını yapmıştır.
Çocuk edebiyatı alanında çeşitli eserler veren Fatma Yangın Ekşioğlu ile yeni romanı Vampir Kelebekler üzerine konuştuk.
Vampir Kelebekler oldukça ilgi çekici bir kitap ismi. Kitabın ismi, kapak resminin gizemi, arka kapakta verilen bilgiler beni oku diyor. Bu romanı yazmaya nasıl karar verdiniz? Esin kaynağınız ne oldu? Vampir Kelebekler’i yazma öykünüzü sizden öğrenelim.
Vampir kelebekler, Karadeniz Bölgesi’nde son yıllarda çoğalan, istilacı, zararlı bir böcek türü. Küçük bir kelebek görüntüsünde ama bildiğimiz narin kanatlı kelebeklere benzemiyor. Bilim insanları sert kanatlı, zıplayan bu zararlı böceğin aslında bir tür çekirge olduğunu söylüyorlar. Latince bir adı var tabii, şu an aklıma gelmiyor. Vampir kelebekler adı, bitkilerin öz sularını tıpkı bir vampir gibi emerek beslendiği için halkın verdiği bir isim. Bu böceğin tarımı olumsuz etkileyecek derecede, kısa zamanda aşırı çoğalması ilgimi çekti. Araştırmalar yaptım, insanların bu böceklerden duydukları rahatsızlıkları dinledim. Bu konu üzerinde bir kurgu yapabilir, çocuklar için bir roman yazabilirim diye düşündüm ve Vampir Kelebekler’i kurguladım. Kitabın çıkış noktası bu oldu. En çok da vampir kelebekler ismi beni cezbetti. Bir kitap adı olarak ilgi çekeceğini düşündüm ve kitabıma bu adı verdim.
Siz Latince bir adı var, aklıma gelmedi dediniz de yaptığım araştırmaya göre ricania simulans veya halk arasından bilinen adıyla vampir kelebek ya da yalancı kelebek, 1851 yılında keşfedilmiş bir çekirge türüymüş. Kendi kendime acaba biyolojik savaşın bir getirisi mi bu kelebekler, insan eliyle üretilmiş bir vampir hikayesi mi okuyacağız, diye düşündüm. Okuyunca tahminimin doğru olmadığını gördüm. Siz, kurguyu nelerden yola çıkarak yaptınız? Romandaki karakterlere nasıl karar verdiniz?
Kitabın adında vampir kelimesi olsa da içinde bilinen anlamda bir vampir yok. Az önce de bahsettiğim gibi bu, insanların verdiği yakıştırma bir isim. Bu zararlı böceğin yurdumuza nasıl geldiği konusunda birçok şehir efsanesi var. Bunlardan biri, sizin de söylediğiniz gibi bir biyolojik savaş yöntemi olarak, laboratuvarlarda üretilip yurdumuza bırakıldığı, bir diğeri Gürcistan sınırından geçerek ülkemize geldiği. Halk arasında bunlar gibi birçok söylenti kulaktan kulağa anlatılıyor. Ben bu söylentilerden farklı bir şeyler yazmalıyım diye düşündüm. İçinde, çağımızda çok konuşulan genetik bilimine de yer verdim ve ortaya böyle bir kitap çıktı. Romanda, yaptığım kurguya göre karakterleri seçtim. Kitap, on-on iki yaş çocuklara hitap ettiği için kahramanların da o yaş grubunda olmasının uygun olacağını düşündüm. Kalabalık ve gereksiz karakterler koymamaya özen gösterdim.
Kitabın baş karakteri Aydın’ın elleri, ayakları bağlı. Aç susuz. Hırsından, üzüntüsünden, korkusundan ağlıyor ve öleceğini düşünüyor. Bir yere kapatılmış. Okurda merak uyandıracak bir ilk sayfa ancak bu kadar karamsarlık çocuklarda travmaya yol açabilir mi?
Kitabın, okurun ilgisini çekmesi, merakını uyandırması için başlangıç olarak bu sahneyi seçmenin uygun olacağını düşündüm. Aydın’ın geriye dönüş yaparak olayların buraya nasıl geldiğini düşünmesiyle de asıl hikâyeyi anlatmaya çalıştım. Çocuklar bütün duygular gibi korkuyu ve karamsarlığı da öğrenmelidirler diye düşünüyorum. Okurken heyecanlanmalı, merak duymalı, bu durumda olan çocuklarla ilgili empati yapabilmelidir. Kitap az önce de söylediğim gibi on yaşın üzerinde olan okurlar için yazılmış. Bu yaştaki çocuklar genelde heyecan arayışındadırlar. Bir miktar adrenalin isterler. Lunaparklardaki tehlikeli oyuncaklara ilgi duymaları da bundandır. Böyle bir duruma düştüklerinde, durumu soğukkanlılıkla karşılayabilmeleri için bu duyguları öğrenmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu bir travma değil, ancak, karşılaşabilecekleri olaylara hazırlıklı olmalarını sağlayacak bir deneyim olabilir.
Karakonak’ı gayet detaylı bir şekilde tarif ediyorsunuz. Sizin hayatınızda böyle bir konak oldu mu? Bu konak köy halkı tarafından neden “uğursuz” olarak nitelendiriliyor? Aydın bunu anlayamıyor ve köy halkının sorgulamadan, araştırmadan bu kelimeye inandığını görüyor. Önyargılı olup bir söylentiye körü körüne inanmak doğru mu yanlış mıdır?
Herkes mutlaka bir kitapta, bir filmde veya bir yerde böyle konaklarla karşılaşmıştır. Benim büyüdüğüm yerlerde buna benzer konak tipi evler çoktu. İçinde yaşanılan konaklar olduğu gibi boş, terkedilmiş olanlar da vardı. Annemin büyüdüğü, dedemin evi de buna benzer bir konaktı. Küçükken terkedilmiş konaklar ilgimi çekerdi. Çocuklar, boş konakların içinde perilerin, cinlerin yaşadığını söyler, birbirlerini korkuturlardı. Tek başımıza önlerinden geçmeye korkardık. Bu konaklarla ilgili hayaller kurar, içinde yaşayanların hayatlarını, evlerini neden terk ettiklerini düşünür, merak ederdim. Kendimce o konaklarda yaşananlar hakkında kurgular yapardım. Kitaptaki Karakonak da böyle bir konak. İçinde yaşayan insanlar kötü olaylar yaşamışlar. Bu yüzden terk edilmiş, viran kalmış. Sahiplerinin yaşadıkları kötü olaylar yüzünden uğursuz olarak nitelendiriliyor. Oysa yaşanan olayların konakla bir ilgisi yok. Önyargılı olup bir şeyi araştırmadan körü körüne inanmanın doğru olmadığını kitabı okuyunca anlıyoruz zaten.
Çocuklara yardımlaşma, imece, misafirperverlik gibi kavramları anlatırken köyün güzelliklerinden de bahsediyorsunuz. Hatta ailemiz ve özellikle Aydın köyü çok seviyor. Çağımız çocuklarının teknoloji ile nasıl içli dışlı olduklarını düşündükçe büyük şehirden gelen Aydın’ın bilgisayar, cep telefonu olmayan köyde bu kadar mutlu olması beni şaşırtıyor doğrusu. Aydın neden köyü bu kadar çok sevdi?
Günümüzde bilgisayar, cep telefonu, tablet gibi teknolojik aletler maalesef sadece çocukları değil, hepimizi olumsuz etkiliyor. Aydın ve ailesi bulundukları şehrin dışına tatillerde dahi çıkamayan, genellikle evde yaşayan, ekonomik durumlarının yetersiz olması nedeniyle, sosyal hayatı çok zayıf bir aile. Şehirlerin kalabalığı ve insan çeşitliliğinin, güvenlik açısından tehlikeli olduğu bir gerçek. Açık havada, doğayla iç içe, arkadaşlarla rahatça oynayabilecekleri, güvenli ve doğal bir ortam onlar için çok farklı ve mutlu olabilecekleri bir yer. Köylerde de arzu ettikleri ve ihtiyaç duyduklarında bu teknolojiyi kullanabilmeleri mümkün. Artık bilgisayar ve cep telefonu bütün köylerimizde var ve kullanılıyor ama insanlar bunlara daha az ihtiyaç duyuyorlar. Çünkü yapabilecekleri daha güzel şeyler var.
Sayfa 43’de “Yazar değil mi, hayalperestin biri işte.” diye bir cümle dikkatimi çekti. Kitaptaki bu cümle tuhaf adamla alay etmek, onu küçümsemek için söylenmiş. Yazarların hayal dünyalarının geniş olması gerek konu bulmada gerek kurguyu oluşturmada gerekse karakter belirlemede onlara avantaj sağlamaz mı?
Elbette yazarlar, hayal kuran, hayallerinin doğrultusunda kurgular yapan, karakterler yaratan insanlardır. Hayal kuramayan bir insan kurgu yapamaz. Bu sözü söyleyen kişi, kitap okuyan, araştıran, doğruların peşine düsen biri değil. Bir söylentiyi araştırmadan körü körüne inanan, gerçek hayatta çok sık rastladığımız bir karakter. Olayı araştıran kişinin daha çocuk olmasına rağmen, köye tatile giderken kitaplarını da götüren Aydın olduğunu görüyoruz zaten.
Tuhaf adam, annesinin ölümünün rövanşını almak için annesiyle eş zamanlı yaşamamış olan insanlara yüklediği suç nedeniyle içinde büyüttüğü intikam duygusuna esir oluyor. Tuhaf adamın/Ümit’in intikam almak için -kendince ne kadar haklı sebebi olursa olsun- köy halkını yok etmek istemesi doğru bir davranış biçimi midir?
Ümit, hasta ruhlu bir karakter. Davranışları, köy halkına düşmanlığı bu hastalığından kaynaklanıyor. Annesinin ve ailesinin başına gelen olaylarda köylülerin bir suçu yok ama hasta olduğu için sağlıklı düşünemiyor. O köyde yaşayan herkesi suçlu olarak görüyor. Zaten sonunda bütün bunlar anlaşılınca tedavi görmesi için hastaneye yatırılıyor.
Aydın ile Ahmet’in merakını uyandıran vampir kelebeklerin sırrını Koca Nine’den öğreneceklerini sanmıştım ama öyle olmadı. Neden Koca Nine’den öğrenemediler bu sırrı?
Koca nine yaşından ötürü unutkan biri. Bazen çok eski olayları net olarak hatırlayabilirken yakın zamanda yaşananları anımsamıyor. Hatta tam hatırlayıp bir şeyler anlatacakken Ahmet’in annesi odaya gelince dikkati dağılıyor ve söyleyeceklerini unutuyor. Koca Nine’de genellikle yaşlı insanlarda görülen normal unutkanlık var.
Aydın merakına yenildi ve tek başına tuhaf adamın peşine düşmek zorunda kaldı. Bir okur olarak Ahmet ve Ayla’nın da iş birliği içinde olmasını arzuladım. Birlikten kuvvet doğar, derler ya… Acaba üçü birlikte o konağa gitselerdi Tuhaf adam Aydın’ı yakalayabilir miydi?
Belki dediğiniz gibi olurdu ama o zaman kurgu farklı bir yönde ilerleyebilirdi. Ahmet çocukluğundan beri kendisine anlatılanlardan, daha doğrusu anlatılmayanlardan dolayı Karakonak’a gitmekten ürken, korkan bir çocuk. Aydın’ın ısrarlarına rağmen gitmek istemiyor. Ayla, çok aktif bir çocuk değil. Yaş itibarıyla da daha küçük Ev ortamında büyümüş, utangaç, bir fotoğraftaki sert bakışlardan bile korkacak kadar naif bir karakter. Aydın’a yardımdan çok ayak bağı olabilecek biri. Ümit, güçlü kuvvetli bir adam. Çocukların yakalayabilecekleri biri değil. Ayrıca Aydın’ın yalnız gitmesi, yakalanması, okuyucuda bir heyecan yaratacağı için böyle olması gerektiğini düşündüm
Tuhaf adam iyi yetiştirilmiş, Güzel imkanlara sahip olmuş. Yurt dışına genetik bilimi okumak için gitmiş ama intikam ateşiyle yanmaya başlayınca okulu yarım bırakıp Kara Konak’a yerleşmiş. Öğrendiği bilgileri insanlığın yararına değil de zararına kullanmayı tercih etmiş. Açıkçası bu tuhaf adamın hikayesi beni üzdü. Doğduğunda bütün bebekler masum. Yaşadıkları hayatlar, maruz kaldıkları olaylar kişiliklerinin gelişmesinde rol oynuyor. Siz bu karakteri oluştururken bu unsurları düşündünüz mü?
Elbette düşündüm. Tüm ailesini kaybetmiş, annesinin geçmişte yaşadıkları onu çok etkilemiş ve yaralamış. Bütün olanlardan sorumlu tuttuğu insanlardan intikam almaya yemin etmiş. Ümit, psikolojisi iyi olmadığı için sağlıklı düşünemeyen hasta biri. Onu bu hâle getiren, ailesinin ve kendisinin yaşadığı olaylar. Belki de tedavi olup köyüne, Karakonak’a dönecektir.
Kitap uyarlamalarının sinemaya aktarılması hususundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? Vampir Kelebekler’i beyaz perdede görmek ister misiniz?
İsterim tabii. Okuduğum birçok kitabın filmini izledim. Bazı kitapların sinemaya uyarlanırken çok değiştirildiğini, okuduğum kitapla izlediğim filmin çok farklı olduğunu gördüm. Gönlüm kitaplarımın okunmasından yana ama maalesef kitap okumayı çok sevmeyen bir toplumuz. Okumayı sevmeyenlere de ulaşabilmek için kitaplarımın sinemaya aktarılmasını isterim. Eminim bütün yazarlar bunu ister.
Söyleşimizin sonuna geldik Fatma Hanım. Bu güzel söyleşi için size teşekkür ediyor ve Vampir Kelebekler’in yolunun açık olmasını diliyorum.
Sorularınızdan kitabımı dikkatli okuduğunuzu anlıyorum. Güzel bir söyleşi oldu. Emeğiniz için teşekkür ederim.
edebiyathaber.net (13 Aralık 2023)