Seda Uyanık’ın Osmanlı Bilim Kurgusu: Fennî Edebiyat adlı kitabı, Türk edebiyatı araştırmaları alanına iki önemli yenilik getiriyor. Bu yeniliklerden ilki edebiyat tarihlerinin kanonik okumalardan kaynaklanan bir eksiğini vurgularken diğeri edebiyat ile sosyo-kültürel ortam arasındaki ilişkiye ışık tutuyor.
Genel olarak modern Türk edebiyatı tarihinin, kanona girmiş eserlerden yola çıkılarak oluşturulması, ne yazık ki günümüzde dahi geçerliliğini koruyan bir durumdur. Bu doğrultuda modernleşmeyle birlikte ortaya çıkan ilk Türkçe romanlar günümüze kadar, aşırı Batılılaşma, züppelik, alafrangalık ve kadın özgürleşmesi gibi kavramlar üzerinden okunmuştur. Halbuki bu tarz bir okuma modern Türk edebiyatının köklerinin sadece bir kısmını ortaya çıkaran, eksik bir okumadır. Seda Uyanık, bu noksanlığa Osmanlı Bilim Kurgusu: Fennî Edebiyat adlı kitabıyla, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başındaki Türk edebiyatının aslında başka bir açıdan da okunabileceğini göstererek işaret ediyor. Ona göre modernleşme sırasında Osmanlı edebiyatında bir aşırı makineleşme ve aşırı endüstrileşme sorunsalı vardır. Bu sorunsal, o dönemdeki Osmanlı edebiyatında “fennî” olarak adlandırılan ve bilimi merkeze alan bir edebiyat türünün, metin merkezli bir yaklaşımla incelenmesiyle ortaya konabilecektir. Böylece Uyanık’ın çalışmasının temelini, günümüzdeki edebiyat tarihlerine alınmayan ve zamanında fennî olarak adlandırılan bu sekiz eser oluşturmaktadır: Ahmet Mithat Efendi – Fennî Bir Roman Yahut Amerika Doktorları (1888), Molla Davudzâde Mustafa Nâzım – Rüyada Terakki ve Medeniyet-i İslamiyye-i Rü’yet (1913), Celal Nuri İleri – Tarih-i İstikbal (1913), Yahya Kemal Beyatlı – Çamlar Altında Muhasebe (1913), Hasan Ruşenî Barkın – Ruşenî’nin Rüyası – Müslümanların Megali İdeası Gaye-i Hayâliyesi (1914), Refik Halid Karay – Hülya Bu Ya… (1921), Abdülhak Hamid Tarhan – Arzîler (1925) ve Behlül Dânâ –Makineli Kafa (1928).
Osmanlı Bilim Kurgusu: Fennî Edebiyat‘ta yukarıda adı geçen sekiz eser, dönemin sosyo-kültürel ortamını edebiyatla ilişkilendiren kapsayıcı bir giriş bölümünün ardından iki ana başlık altında değerlendiriliyor. İlk başlıkta Osmanlı fennî edebiyatında teknoloji ve modernizm arasındaki ilişkinin edebiyattaki yansımaları üzerinde duruluyor; ikinci başlıkta ise zaman ve mekân algısı üzerinden fennî edebiyatın, bilimi nasıl konumlandırdığı tartışılıyor.
Şimdiye dek çokça söylendiği üzere, modernleşme hareketleri sırasında Osmanlı aydınlarının Batı ile kurduğu ilişkinin temel meselelerinden birisi, Batı’nın bilimini ve teknolojisini almak bunun karşısında ise kendi geleneksel kültürünü ve ahlakını korumaktır. Seda Uyanık’ın kitabında ortaya koyduğu üzere Osmanlı fennî edebiyatı, Batı karşısında alınan bu tavrı net bir şekilde yansıtmaktadır. Çünkü Uyanık’a göre Osmanlı reformcuları açısından teknoloji ile modernizm arasında bir özdeşlik ilişkisi vardır; yani Batı’nın teknolojisine sahip olmak Osmanlı reformcuları tarafından modernleşmeye eş-değer olarak algılanmıştır. Bu yüzden de incelemede ele alınan romanların ortak noktası, gelenek ve ahlak karşısında teknolojinin nerede konumlandırılacağı sorunsalıdır. Ayrıca kitapta söylendiği üzere fennî edebiyat sadece bilimsel gelişmelerden yola çıkılarak değil, Jules Verne ve H. G. Wells gibi Batılı bilim kurgu yazarlarının tesiriyle de oluşturulmuştur.
Fennî anlatılardaki “teknoloji ve ahlak” sorunsalı birbirine zıt iki merkez dâhilinde ele alınmıştır: bunlardan birincisi Batı’nın teknolojisini sahiplenip, geliştirmiş ve aynı zamanda geleneksel-İslam kültürüyle ahlakını korumuş olan bir gelecek zaman Osmanlısıdır. Bu bağlamda gelenek, ahlak ve teknoloji aynı potada eritilmiş ve ortaya Batı’ya boyun eğdirmiş, dünya hâkimi bir Osmanlı Devleti çıkmıştır. Buna bir tezat teşkil eden ikinci görüş ise aşırı makineleşme ve endüstrileşme sonucunda insanî, dinî ve tarihî değerlerini yitiren bir gelecek zaman Osmanlısıdır. Görüldüğü gibi gelecek zaman, Osmanlı yazarlarının zihin dünyasında bazen olumlu bazense olumsuz bir kavram olarak yer almıştır. Her iki örnek de bizlere o dönemin bir zihin haritasını sunması bakımından oldukça önemlidir.
Kitabın sosyo-kültürel ortam ile edebiyat arasındaki ilişkiyi aydınlattığından yukarıda bahsetmiştim. Buna göre “fennî” terimini Osmanlı’ya pozitivizmin girişi doğrultusunda görmek gerekir. 19. yüzyıl sonundan itibaren Osmanlı reformcularını dünyadaki bilimsel gelişmelere karşı tamamen ilgisiz kişiler olarak düşünemeyiz. Charles Darwin‘in Türlerin Kökeni‘nin yayımladığı yıl olan 1859’dan iki yıl sonra Osmanlı’da evrimle ilgili ilk makale yayımlanmış, bunu izleyen yıllarda ve özellikle 20. yüzyıl başında bu konuda çeşitli tercümeler ve telif eserler ortaya konmuştur. Bunun yanı sıra aynı dönemde temel bilimlerin diğer alanlarıyla ilgili birçok kitap basılmıştır. Osmanlı Bilim Kurgusu: Fennî Edebiyat bu bağlamda toplumsal gelişmelere paralel olarak edebiyatın nasıl şekillendiğini göstermesi bakımından önemli bir çalışma. Çünkü Seda Uyanık’ın tespitleri sayesinde 1888 yılından itibaren (1870’lerde Jules Verne’in Osmanlıcaya çevirileri de başlamıştır) Osmanlı edebiyatının bilimsel alandaki gelişmeleri konu edindiğini görebiliyoruz.
Tüm bu noktalar göz önüne alındığında Uyanık’ın ortaya koyduğu yeni bilgilerden sonra, modern Türk edebiyatının kökenlerinin aslında sandığımızdan çok daha renkli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Osmanlı Bilim Kurgusu: Fennî Edebiyat bu açıdan bize, modern Türk edebiyatının tarihine dair oldukça yeni bir bakış açısının imkânlarını sunuyor.
Ercan Akyol – edebiyathaber.net (22 Temmuz 2013)