İletişim Yayınlarından, Feride Çetin’in ilk kitabı Duyulur Dünyanın Şakası çıktı. Onu, aslında oyuncu kimliğiyle de tanıyoruz. Perihan Mağden’in İki Genç Kızın Romanı adlı kitabından uyarlanan İki Genç Kız adlı sinema filmindeki performansıyla ödül almış bir oyuncu. Şimdi ise edebiyatçı yönüyle karşımızda. Metaforlarla süslediği, okuyucunun hayal gücünü harekete geçiren küçük oyunlar yaptığı, yer yer fantastik evrenlere daldığı ve bu toplumun her daim ihtiyacı olan mizahı da elden bırakmadan anlattığı on öyküden oluşan bir çalışma sunuyor bizlere. Çetin’le edebiyat dünyasına merhaba dediği ilk kitabı Duyulur Dünyanın Şakası, edebiyat anlayışı, fantastikle olan ilişkisi, okuyucusundan üstlenmesini istediği rol ve çocukluk-çocuk olmak hakkında konuştuk…
Sizi tiyatrocu kimliğinizle tanıyorduk. Edebiyatla sinema ve tiyatro arasında nasıl bir ilişki var? Öykülerinizde bunları birbirine oldukça yaklaştırıyorsunuz.
Tiyatroda tecrübem az, bir kimlik edinmek gerekiyorsa da sinemacı olarak anılmayı tercih ederim. Her ikisinde de metin en önemli hareket noktası. Bu disiplinler arası farkları bilmek gerekli elbette. Ancak günümüzün görsel metalar üzerine inşa edilen sanat ortamında, aralara derin çizgiler çizilmesinden ya da sinema veya edebiyatın her birinin başına onları gözetecek bekçiler dikilmesinden uzak duruluyor. Bugün beş altı saniyelik projeksiyon internet performansları dahi, bizi bekleyen bağdaşık üretim modellerine dair ipucu veriyor.
Tiyatrocu karakterleriniz de var; Perviz Öztokat gibi. Onun öyküsünde sinema ve tiyatronun günümüzde aldığı biçime de birtakım eleştiriler getiriyorsunuz. Dolayısıyla öyküyü aynı zamanda bir hiciv aracı olarak kullanıyorsunuz. Bu durumdan yola çıkarak edebiyat anlayışınıza dair bir şeyler söylemek ister misiniz?
Perviz Öztokat’ın hikâyesinde gerçek hayattan isimler yer alsa da güncel bir meseleyi anlatmayı hedeflemedim. Benzer karakterlere yıllar öncesinde, Nahid Sırrı’nın ya da Hüseyin Rahmi’nin romanlarında rastlarız. Stefan Zweig’in Dünün Dünyası’nda da Birinci Dünya Savaşı’ndan evvel Avrupa’daki aktörlere ilişkin benzer tespitlerini etkileyici bulurum. Perviz Bey’in hikâyesini benim için eğlenceli kılan, statü takıntısı ve önemli biri olma arzusunun meslek aşkından önce gelmesi. Bu öyküyü yazma fikri, Amerikalı yazar John Cheever’ın Elmalar Diyarı adlı müthiş öyküsündeki yaşlı baş şairin üzerinden kendine sapladığı zalim okları fark edince doğdu. O anlamda kendi mesleki takıntılarımdan yola çıktım ben de. Ama Perviz Bey yolunu şaşırmış bir karakter değil, o kendini yılmaz bir sahne neferi olarak yetiştirmiş, dolayısıyla Al Pacino’dan üstün olduğunu düşünmesini anlaşılır buluyorum.
Tarihsel göndermeler de yapıyorsunuz, Ayastefanos’ta Rus Abidesinin Yıkılışı gibi. Bu göndermelerle okuyucuya daha aktif bir rol verdiğinizi söyleyebilir miyiz?
Abidenin yıkılışı bir sembol elbette. Bunun izini sürmeyi seven okur için ilgi çekici olabilir.
Bazı karakterleriniz çocuk. Çocuk olmayan karakterlerinizin de genelde çocukluğuna değiniyorsunuz. Nedir çocukluğu ya da çocukları önemli kılan?
Çocukluk dönemi bizi ömür boyu takip eder. Eşyaların maddi yönleri değil, anlamları değerlidir çocuklukta… Bu dönemi mutsuz geçirip hızla büyüyüp yetişkin olmayı seçsek bile kanatlarımızın var olduğu o evreyi için için özlemeye devam ederiz. Çünkü ancak o zaman aşka sımsıkı sarılmış ve hafızamızı dolduran renkler, sesler ve kokulara hayranlıkla yaklaşmışızdır. Az ama değerli anılar bizi tabiata bağlamıştır.
Çocukları anlatınca, iş masalsı ve fantastik bir hal alıyor. Üslubunuzda bu yönde bir değişim görülüyor. Sizin fantastik olanla ilişkiniz ve bunların öykülerinizle olan ilişkisi nasıldır?
Fantastik edebiyatın, Kafka ile bittiğini iddia eden Todorov’un aksine, türün şiirsel okumalara yatkın olduğunu düşünürüm. Sansürle en kolay başa çıkabilecek türdür bu; sisteme karşı çıkmaya hevesli gençlerin, yaşadığımız hayatın sahteliğini görüp fantastik edebiyata sarılmalarını ve doğaüstü olaylar sayesinde kafesten çıkma cesareti bulmalarını anlamlı buluyorum.
Yaşam ve ölüm üzerine yazılmış, tanrıyı mizahi bir dille sorgulayan eserlerin çoğunlukla bu türlerden çıkışından dolayı; kütüphanemde Ursula K. Le Guin’den Neil Geiman’a fantastik ve bilim kurgu edebiyatı ağırlıkta…
Çocukların ardından biraz da yetişkin karakterlerinize değinebiliriz. Onlar da norm dışına çıkarak fantastikleşiyor. Nevvare, Ekin Kadın… Bu yolla, aslında ilginç bir biçimde, hem toplumsal eleştiriler getiren hem de kullanılan dil açısından fantastik olan öyküler yazıyorsunuz. Bu ikisi nasıl bağdaşıyor?
Nevvare ile Ekin’in başına gelenler sadece bu toplumun değil, tüm dünyaların aynası… Önemli dönüm noktaları yaşıyorlar ve ruhlarında geriye ittikleri ötekilerle hesaplaşıyorlar aslında. Bunu en elverişli biçimde fantastik anlatıyla dile getirebildim. Umarım dilimi bu yönde geliştirebilirim.
Söyleşi: Ayfer Duygulu – edebiyathaber.net (28 Mayıs 2015)