Söyleşi: Lütfi Özgünaydın
Çok uzun zamandır bir araya gelmek için düşlediğimiz birlikteliği cumartesi sabahı gerçekleştirdik. Sağ olsun Feridun Andaç geldi, kahvaltı yaptık, sonrasında söyleştik.
Türk Edebiyatı’nın bugünkü durumunu nasıl değerlendirirsiniz?
Bugününün edebiyatına edebi verimine dönüp baktığımda da ister istemez Cumhuriyet’in ilk yıllarına, Yakup Kadri, Halide Edip, Reşat Nuri Gültekin, Sadri Ertem, Sabahatin Ali’nin, Sait Faik’in yazdığı yıllara dönmek gerek; yirmili otuzlu kırklı yıllara dönmek gerekir.
Ülkemizde edebiyatın gelişimi Türkiye’nin siyasal toplumsal ekonomik gelişme seyrine paralel olarak biçimlenegelmiştir. Bu neden böyle olmuş? Eğitim belirleyici öğe… Cumhuriyetle birlikte okur yazar oranı artmış. Köy enstitülerinin kuruluşu ile artmış. Köy enstitüleri sosyolojik bir olgudur da. Neden böyle bir olay; toplumun yüzde sekseni tarıma dayalı bir ortamda yaşıyor. O kesimimin eğitilmesi gerekiyor, her insanın bir meslek sahibi olması tarımsal alanda gelişmesi gerekiyor. Üretim için eğitim gerekli. Bunun sonucunda bir edebiyat filizlendi, yaygın eğitimin artması ile birlikte okur yazar oranı arttı.
Toplum kitaplarla ne zaman buluştu, dünya edebiyatı ne zaman toplumla buluştu?
Hasan Ali Yücel zamanında tercüme bürosu kurularak özel yayınevlerinin yapamayacağı çeviriler yapıldı. Kitaplar basıldı. Türkiye birden dünya kültürleriyle karşılaştı, edebiyatı ile karşılaştı, Tolstoy’la karşılaştı, Cervantes’le karşılaştı. Mevlâna’yı okudu, Sadi’yi okudu, Arap klasiklerini, Latin klasiklerini okudu, Shakespeare’i okudu. Bu büyük bir hamle. Bir kültür atlası oluşturuldu aslında. Bunun içinden yazarlar çıktı kaçınılmaz olarak. Sadece edebiyatçı çıkmadı müzisyen de çıktı ressam da çıktı bilim insanı da çıktı. Edebiyatın kökleri ve damarları var. Bugün yazı yazan insanın bunu görmesi oradan beslenmesi kaçınılmaz. Yaşanan olaylarını özümsemesi, oradan beslenerek bugünün dünyasını anlaması için kaçınılmaz olandır üstelik.. Sait Faik i okumak, Yaşar Kemal’i okumak onlar gibi yazmak değildir. Onlardan öğrendiklerinizle onlar insana nasıl bakmış eşyaya nasıl bakmış ağaca nasıl bakmış toprağa nasıl bakmış doğaya nasıl bakmış… Ve nasıl anlatmışlar. Yaşar Kemal’i okuduğunuzda bunu görüyorsunuz. Bugün Cervantes’i okuyarak, Çehov ile Balzac okuyarak, Dickens okuyarak düzene/aileye insanın toplumsal yapısına bakarak edebi bir yolculuğa çıkabilirsiniz ancak… Oradan edindiklerinizle kendi edebi dünyanızı kurabilirsiniz.
Bugünün edebiyatçısının böyle bir belleğe sahip olması gerekiyor. Elias Canetti’nin bir sözü var. Diyor ki; yaşadığı çağın/zamanın gerçeklerine ilgi göstermeyen, gerçeklerini bilmeyen bir yazarın bugüne dair anlatacak hiçbir şeyi yoktur. O “Körleşme” romanını yazmaya başladığında otuzlu yılların başlangıcında faşizmi ayak seslerini hissettiği için yazdı.
Fakir Baykurt bir roman yazdı, “Amerikan Sargısı” diye; bugünün okur- yazarı, belki yazıp edenlerin bile çoğunun farkında olmadığı temel gerçeklik var o kitapta. Bugün Amerikan hegemonyasının dünyayı nasıl işgal ettiğini en ironik bir şekilde anlatılmasıdır. Edebiyatın ne yapabildiğini oradan görebilirsiniz. Onun “Kaplumbağalar” romanına dönerek de ülkeniz gerçekliğini öğrenirsiniz…
Yaşar Kemali okuduğunuzda doğanın nasıl yozlaşmaya, kirlenmeğe başladığını, nasıl tüketildiğinin öyküsünü okuyorsunuz. Yaşar Kemal cinayet romanı yazmıyor ki, sadece feodalitenin çöküşünü anlatmaya çalışmıyor ki. Sait Faik okumadan İstanbul’u tanıyabilir misiniz. Yaşar Kemal demişti ki, ben Sait Faik okuyarak İstanbul’a bakmaya, görmeye başladım.
Son yıllarda sizce öne çıkan yazarlar kimlerdir? Kadın yazarlar mı erkek yazarlar mı daha öndedir?
Bugünün edebiyatına baktığınızda kadın yazarların daha duyarlı, meseleleri irdeleyerek daha da yoğun yazdıklarını görüyorsunuz. Mine Söğüt, Müge İplikçi, Latife Tekin ve Şebnem İşigüzel’i okuyorsanız eğer ülkenin birçok gerçekliğine de tanık olabiliyorsunuz edebiyat aracığıyla. Bugün ülkenin en önemli sorununun kadın istismarını, çocuk istismarını, emek sömürüsünü, çevrenin tahribatını, siyasal kültürel yozlaşmayı ailenin ve toplumsal çözülmenin toplumu nasıl yaraladığının hikâyesini ele aldıklarını görüyorsunuz. Yazdıklarına yansıyanlar günümüz insanını/toplumunun meseleleridir…
Yazarlar insana, doğaya, mekana giderek, dokunarak yazmalıdır.
Bu virüs nedeniyle insanlar özellikle yaşlılar eve kapandı. Neleri okusunlar? Gelişmeye çalışan insanlar neleri okusun?
Yaşadığımız kabustan arınmak ve iyimser bakmak için, dünyayı daha iyi algılama o bilince taşıyabilme için klasikleri dönüp okumalarını öneririm. Çehov okumaları lâzım. Sait Faik’e dönmeleri kaçınılmaz; hayata dair, iyimserliğe dair, yaşama dair o kadar güzel şeyler anlatır ki. Yaşar Kemal’in “Kuşlar da Gitti “ romanını, “Deniz Küstü” romanını “İnce Memed”i okumalarını öneririm.
Edebiyat sadece meseleleri göstermez insana kendini iyi hissetme duygusunu aşılar. Şunu öneririm Kapanıp Cervantes’ in “Don QUIJOTE”unu okusunlar. Shakespeare’in, Çehov’un oyunlarını okusunlar. Sadece tiyatro için yazılmamıştır bunlar. “Othello”yu, “Kral Lear”i okusunlar. Albert Camus’nün “Veba”sını okusunlar. Veba salgın hikâyesini anlatır; o salgın karşısında insanın umudunu direncini aşkını mücadele ruhunu hayata iyimser bakışını iyileri kötüleri anlatır. Şu ânda belki de okunması gereken roman Albert Camus’nün bu romanıdır. Çehov’un “Altı No’lu Koğuş” öyküsünü, Tolstoy un “Diriliş” romanını, Balzac’ın “Vadideki Zambak”, Stendhal’in “Kızıl ve Kara”, Flaubert in “Duygusal Eğitim” romanlarını okusunlar.
İnsanlar eve kapanıp televizyon denen salgına ruhlarını teslim etmek yerine kitaplara kendilerini verirlerse hem kirlenmeden hem de o salgından arınarak çıkarabilirler diye düşünüyorum.
edebiyathaber.net (19 Mart 2020)