Distopyalar günümüz dünyasında var olan bir gerçekliği mercek altına alırlar ve bu böyle giderse ileride neler olabileceğini masaya yatırırlar. Hepsinde yer alan temel özellik insanca yaşam ve özgür seçim hakkının engellenmesidir. Bir üst akıl veya egemen güç sizin yerinize doğru bildiğini seçmektedir. Hangi işi yapacağınız, nasıl yaşayacağınız, hatta ne düşüneceğiniz bile artık iktidarın yönetimindedir. Bunun için en etkin araçsa gerçekliğin bükülmesi, gerçekle yalanın yer değiştirmesidir. (İçinde yaşadığımız zamana ne kadar da benzer.)
Farklı davranan, düşünen insanlar yok edilir. İnsanlar bir nevi iktidarın programladığı robotlara dönüşür. İşte Ray Douglas Bradbury de düşünmeyen bir eğlence toplumunu gözlerimizin önüne serer Fahrenheit 451 adlı eserinde. Kendi zamanının dünyasını taşır eserine. Fakat kitapta anlatılan bizim dünyamızdır aslında. Eseri bu kadar farklı kılan da budur: Zamansız dünya.
Her yazar kendi zamanının insanıdır. Konu bilim kurgu olunca zamanın çok ötesine dâhil olurlar ama. (Bizi de o zamanın içerisine alırlar.) Bu dünyayı yaratırken ki soruları da; …ya böyle olsaydı, keşke… ifadelerini tamamlamak içindir. “Geleceğin dünyası günümüzün dünyasından daha büyüleyicidir. Sizi uyarmaya, cesaretlendirmeye, hayal ettirmeye ihtiyacımız var. Yarından sonraki gün ve ondan sonraki tüm yarınlar üstüne yazmamızın sebepleridir bunlar” diyor Neil Gaiman. Onları tüm bunları yazmaya iten şey dert ettikleri kendi zamanlarında ki bir sorundur aslında. Bradbury, 2002’de The Associated Press’e, Fahrenheit 451 adlı eseri için “Gerçek, gerçeklere ve ayrıca kitap yakan insanlara olan nefretime dayanmaktadır” şeklinde açıklama yapar. Bu kitap umursamakla ilgilidir. Kitabında olay örgüsüne dâhil ettiği her kahramanıyla da zamansız insanın eleştirisini yapar okuyucusuna.
Soğuk savaş döneminde kaleme almıştır yazar eserini. Esin kaynağı televizyonun yükselişinden duyduğu kaygı ve kütüphanelere olan tutkusudur. Kalemin ve mürekkebin o muazzam buluşmasından duyduğu hazzı, her fırsatta dile getirir Bradbury. Gaiman, Bradbury’n kitaplara olan aşkını anlattığı bir aşk mektubu olduğunu söyler bu eseri için yazdığı önsözde Ne yazık ki çok direnmesine rağmen 2011 de Fahrenheit 451’in dijital biçimde çıkmasına izin vermesi de ayrı bir ironidir.
Kitap hakkında “İlk okuduğumda, yarattığı dünyayla ilgili kâbuslar görmeme sebep oldu.” der Margaret Atwood. Okuyucu kurgunun içinden çıktığında, zamansız bu dünyanın kendi zamanına benzediğini fark ettiğinde, tıpkı Atwood gibi bir kâbusun içinde bulur kendini. Çünkü var olan bir gerçekliği masaya yatırmıştır yazar. “…Bir odada dört duvarlı televizyon alıcısıyla oturuyorsun. … O sana ne düşüneceğini söyler, bangır bangır kafana sokar. Öyle haklı görünür ki. Vardığı sonuçları sana öyle peş peşe söyler ki zihninin itiraz etmeye, ne saçma demeye vakti olmaz.” Suçlu sandalyesinde de işte bu televizyon vardır. Televizyon duvarlarıyla örülü yanmayan (kitaplarla dolu olan evler yanar sadece) evlerde yaşayan, düşünmeyen, robotlaşan, mutlu oldukları algısını taşıyan insanların dünyasıdır onun yarattığı. Bu dünyada itfaiyecilerin görevi yangın söndürmek değil, yangın çıkarmaktır. Kitaplar yakılır, okumaya yeltenenlerse yok edilir. Gerekli değildir kitaplar. İnsanlara sorgulama yetisi kazandıran felsefe, edebiyat, sosyoloji yasaktır. Kitapta itfaiye amiri Beatty: “Bir insanın siyasi açıdan mutsuz olmasını istemiyorsan, bir meseleyi iki farklı açıdan sunma ki kaygılara kapılmasın; tek bir açıdan sun. Daha da iyisi, hiçbir açıdan sunma. Bırak savaş diye bir şey olduğunu unutsun. Onlara bir şeyleri yorumlamaları için felsefe ve sosyoloji gibi kaygan zeminli şeyler vermeyeceksin.” diye açıklar Montag’a.
Kitapların tutuşma sıcaklığı olarak bilinen Fahrenheit 451 den gelir kitabın adı. “Pazartesileri Millay, çarşambaları Whitman, cumaları da Faulkner kitaplarını yakıp kül ederiz; sonra da külleri yakarız. Resmi sloganımız bu.” Kahramanımız Montag, işini çok sevmekte hatta bu yakma işinden zevk almaktadır bile. Küçük bir kız çocuğu ile karşılaşır bir gün işten dönerken. Kız çocuğu o dönemin insanlarından çok farklıdır. Sisteme ayak uydurmuş diğer insanlar gibi değildir. Onu düşünmeye sevk eden ise küçük kızın sürekli sorgulayıcı tavrıdır. Ama ondaki asıl değişim yaşlı bir kadının kitapları için yanmayı göze alması ile olur. Acaba ne vardır bu kitapların içinde? Bu kadın ne için ölmeyi göze almıştır? “Bir kadının yanan bir evde kalmasına yol açtıklarına göre, kitaplarda bir şeyler olmalı…” İşte düşünmeye, sorgulamaya başlamıştır kahramanımız. “O kitapların her birinin ardında bir insan olduğunu ilk kez fark ettim. Bir insanın etrafındaki dünyaya ve hayata bakarak bazı düşüncelerini yazıya dökmesi için epey zaman gerek.” (19. yüzyıl Alman Edebiyatı’nın en önemli isimlerinden biri olan Christian Johann Heinrich Heine, Almansor kitabında, “Kitapların yakıldığı yerde, sonunda insanlar da yakılır” diye yazar.)
İnsanlar mutludur bu dünyada ya da öyle olduklarını düşünüyorlardır. Ama sorgulamaya başladıklarında her şey birden değişecektir. Nasıl sorusu nedenle yer değiştiğinde düzen birden bozulmaya başlayacaktır. Yazar işte tam da bu nedeni sordurmak ister bize. Kimsenin kimse ile konuşmadığı sadece ekranların izlendiği bir dünyada yaşayan Gay Montag adlı itfaiyecinin sorgulamaya başlamasıyla da çıkışı gösterir. Ama bu çıkış için birinin onun kulağına fısıldaması gerekir.
“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı hem aptallık, hem inanç devriydi hem de kuşku, aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi, hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana.” Tam da Dickens’in söylediği gibidir Bradbury’nin anlattığı zaman. Suçlu sandalyesinde televizyonun etkisinde kalan, düşünme yetisini kaybeden halk vardır. Fakat onları bu hale getiren iktidardaki gücün hiç mi suçu yoktur? Suçlu, birbirine benzeyen sıradanlaşan insanlardır. İnsanın kendisidir yazara göre.
“Hiç kimsenin suçluları dinlemeyeceği zamanda ben her şeyi çekinmeden yüksek sesle söyleyebilecek suçsuz insanlardan biriydim, fakat ben de sustum ve kendim de suçlu durumuna düştüm.” der Profesör Faber karakteri. Tüm olanlara sessiz kalan, tepki göstermeyen insanın pişmanlığıyla. Bradbury, aslında gizlenen Faber benim der. “İnsanların kulaklarına fısıldıyor ne yapmaları gerektiğini söylüyorum. Ama içimdeki yıkıcı benliğin yüzeye çıkmasına izin verirsem İtfaiye şefi de olabilirim “diye de ekler. Onun tüm çabası, ne olmak ve nasıl davranmak gerektiğinin kararının sadece insanın iradesinde olduğunu hatırlatmak içindir okuyucusuna.
Fahrenheit 451 sadece Bradbury’nin distopyası değildir aslında. Bizim dünyamız ve tarihimizdir. Zaman ise belirsiz değil bu zamandır. Yazarın yarattığı dünya şimdilerde yaşanmıyor mu sorusu gelir okuyucunun aklına. “Düğmeleri yok etmişler yerine fermuar koymuşlar. Hiç kimse sabahın köründe kendi düğmelerini iliklerken düşünen insan ister mi Montag? Fermuar yüzyılın icadı… Yetmedi sinemaları kapattılar tiyatroları boşaltılar. Yetmedi onun yerine televizyon duvarları ördüler. Televizyon duvarları ile insanları birbirlerinden ayırdılar. İçerik programlarıyla onları yalnızlaştırdılar. Hamlet’i öldürdüler.” yönetmenliğini Erdal Beşikçioğlu’nun yaptığı kitapla aynı adı taşıyan oyundan bu replik.*
Gerçekçi bakmayı sağlayan her şey bir kitaptır aslında. “İhtiyacın olan tek şey kitaplar değil, bir zamanlar kitaplarda olan şeylerin bir kısmı. Aynı şeyler günümüzde oturma odasında da olabilirdi. Aynı sonsuz detaylar ve farkındalık radyo ve televizyon alıcılarıyla iletilebilirdi ama iletilemiyor” diyor Ray Bradbury.
Şimdi bize de iki şeyi düşünmek kalıyor; kitap kâğıtlarını tutuşturmayı sağlayan bir sıcaklık derecesi düşünceyi ortadan kaldırmaya yeter mi? Fermuar gerçekten yüzyılın en büyük icadı mı?
Kaynaklar:
Fahrenheit 451, Ray Bradbury, İthaki Yayınları
(*Türkiye’de online olarak yayınlanan ilk tiyatro prömiyeri olarak bir ilke imza atan Erdal Beşikçioğlu’nun kitapla aynı adı taşıyan yeni oyunundan.)
Havanur Taflan – edebiyathaber.net (15 Ekim 2020)