Fernando Aramburu’nun Anayurt yapıtı aslında bizler için de çok hassas olan bir konuyu işaret ediyor: Türkler, Kürtler veya belki de sadece Kürtler… Evet, yazar yapıtta İspanya’yı, Bask’ı, ETA’yı ve bunların bir şekilde çerçevelediği iki aileyi ve bu ailenin bazı fertlerini odağına almış görünebilir, ancak yapıtı okurken ister istemez kendimizden de izler buluruz, yaşadığımız yerden, ki kendi adıma ben çok şey bulduğumu itiraf etmeliyim.
“O zaman bana işaret ettiğini fark ettim. Elini, beni selamlamak istermiş gibi, göğsüne yakın hizada sallıyordu. Ve bana bakıyordu ama doğrudan değil. Nasıl açıklasam. Başı yana dönük ve kocaman bir gülümsemeyle, şiddetli bir gülümseme, dudaklarının kenarında biraz tükürük vardı ve gözlerini kısmıştı. İlk bakışta tanınmaz haldeydi, sana yemin ederim. Sanki kasılıyormuş gibiydi, anladın mı? Neyse, Arantxa’ydı. Felç geçirmiş. Ne olduğunu hiç sorma. Sokağın karşısına geçip sormaya cesaret edemedim.”
Alıntıladığım bu bölüm romanın da en önemli karakterlerinden biri olan Bittori’in ağzından. ETA’nın eylemlerinin aktif olduğu bir dönem. Kocası gibi kendisi de Basklı ve çocuklarıyla taşrada rahat denilebilecek bir hayat sürerler. Buraya kadar her şey normal görünür, hatta sıradan bir öyküyle karşı karşıya kaldığınızı bile düşünebilirsiniz, ama yine de acele etmeyin derim.
Bittori ile Miren arkadaştırlar, kocaları da öyle ve ayrıca komşudurlar. Birbirlerine gidip gelirler, birbirlerinin dertlerini dinler, birbirlerinin sorunlarına ortak olmaya çalışırlar. Miren’in başka bir ülkede keyif çattığı sanılan bir oğlu ETA’ya katıldığı öğrenilir. Ve militanlar Bittori’nin iş adamı kocasından örgüt için mali destek talep ederler. Bittori’nin kocası bunu yapar, ancak istenen miktar artırılarak tekrar edilecektir. Ve ayrıca kendisi ve ailesiyle de ilgili bilinmesi gerek tüm bilgiye sahiptirler ve onu ailesiyle tehdit etmekten de çekinmezler. Ve sonuç: Bittori’nin kocası öldürülür.
Bu yapıtta dikkat etmememiz gereken şey, en azından bizlerin; İspanya, ETA ya da militanların yaptıkları eylemler değil. Ya da koca ve baba olan bu adamın aile mezarlığına değil de yaşadıkları yerden uzakta başka bir mezarlığa gömülmesi de değil, nefret bir şekilde almış başını gitmişti. Miren’in kızı Arantxa’nın nasıl felç geçirdiği de değil. Ama ister istemez şu soru insanın aklına takılıyor: İnsanlar birbirlerini bunca severken neden aniden birbirlerinden nefret etmeye başlayabiliyor?
İnsanın bir yakınını kaybetmesi acıdır, sahip olduklarının elinden alınması da öyle; ama kayıplarının sevdiklerinin veya tanıdıklarının elinden olması daha da acıdır.
Bittori ile Miren birbirlerini severdi, kocaları da öyle.
Arantxa Miren’in kızı, artık bakıma muhtaç felçli kızı ve yıllar sonra, bu sokakta ve Bittori selamına karşılık vermez. Ya da onun deyişiyle: “Sokağın karşısına geçip sormaya cesaret edemedim.”
Bittori’nin kafasındaki soru şu: Tetiği çeken parmak ya da kocasını öldüren silah Miren’in oğluna ait olabilir mi? Bunu öğrenmek için yıllarca yaşayıp terk ettiği yere geri döner.
Yapıt birçok karakteri içinde barındırır, monologlar ve karşılıksız diyaloglarla dolu. Hiç kuşkusuz her karakter tek tek üstünde durulup incelenmeye değer. Ama bunlar başka yazıların konuları.
Sonuç olarak okur, Bittori’nin peşine takılıp hikâyesinde yol alırken coğrafyanın ve sorunlu toprakların ne lanetli şey olduğunu bir kez daha kavramaya başlar. Ve insanlar birbirini ne kadar sevip sayarsa bile acının ve nefretin ne zaman ve kimler tarafından kapılarını çalacağını asla bilemeyeceğini de. Yani diyeceğim şu ki, buradaki asıl mesele nefret değil, büyük acılara rağmen insanların birbirini bir daha nasıl kucaklayacağıdır, Aramburu bu yapıtında belki de bu sorunun yanıtını arıyordu.
Kaynak: Anayurt, Fernando Aramburu, Çev: İdil Dündar, Kafka Kitap
edebiyathaber.net (31 Ocak 2020)