Ferzan Özpetek’in Can Yayınları’ndan çıkan “Sen Benim Hayatımsın” adlı ikinci romanında unutulmaz bir aşkın çerçevelediği ilginç yaşamlar, sıcak dostluklar ve özel anılar Roma gibi farklı bir sahnede sunuluyor.
Düş gücü ile süslenmiş gerçek ve renkli bir yaşam öyküsünden yansıyan olaylar ve duygular, esere otobiyografik bir özellik de katıyor.
Yazmak eyleminin iç dökme, rahatlama ve bir çeşit terapi yerine de geçmekte olduğu savının, kitabın girişinde yer alan ithaf cümlesi ile bir kez daha doğrulandığını görüyoruz: “Korktuğumuz şeyleri uzaklaştırmak için yapabileceğimiz tek şey, onları anlatmaktır.”
En az yazmak kadar okumanın da terapi yerine geçtiğini düşündüğümüzde yazarın benzer bilinçle kurduğu cümlelere şahit oluyoruz: “…hiç tanımadığın insanların sana teşekkür etmesi harika bir şey. Duyduğum mutluluk onların mutluluğu. Tanımladığım acılar, her insan farklı bir ad verse de aynı şiddette yaşanan acılar.”
Nitekim çoğu, aile bağlarını aşan dostlukların, muhteşem aşkların, renkli gerçeklerin yanı sıra can yakan onulmaz acıların, kayıpların ve bunların sonucunda yaşanan korkuların dile getirildiği eserde, yüzleşme satırları da yer alıyor. Böylelikle Ferzan Özpetek’in ilk romanı “İstanbul Kırmızısı”ndaki içtenliği, özgüveni ve dolayısıyla kendini aşmışlık yönüyle tekrar karşılaşıyoruz.
Kendi deyişiyle “mesleki deformasyon” olarak nitelendirdiği “Sinema karakteri yarata yarata bazen gerçek ile kurmaca arasında ayırım yapamayan” bir yönetmen, belki de bu sayede yaşadıklarını çok hoş bir roman haline getiriyor: “Benim işim, biliyorsun, öykü anlatmak. Onları yaratmıyorum, sadece yeniden kurguluyorum. Böyle düşünmek hoşuma gidiyor… Böylece tıpkı yaşamın kendisi gibi saçma ve gerekli konuları işliyorum.” Bu bakış açısıyla Ferzan Özpetek, edebiyat dünyasındaki tarzını da ortaya koymuş oluyor.
“Her film, biten bir aşk hikâyesidir aslında.” deyişi ise hem yönetmen hem yazar hem de âşık bir adamın yaşamının özet cümlesi olacak kadar çarpıcı…
Bir gece yarısı sevgiliden gelerek telefon ekranını ve kalbini aydınlatan “Sen benim hayatımsın.” cümlesiyle yola çıkan yazar, roman süresince âdeta uzun bir mektup yazarcasına sevgiliye seslenerek tüm ortak yaşanmışlıklarını ona bir kez daha hatırlatma yaklaşımıyla farklı bir anlatım tarzını da seçmiş oluyor.
Ferzan Özpetek’in, tamamı birbirinden renkli arkadaşlarıyla birlikte oturdukları bir apartmanda geçen yaşamları, bir aile apartmanı sıcaklığını andırıyor. Geniş, ilginç bir aile apartmanı ve yaşanan çılgın, güneşli günler…
Yazarın “Mumyalar” olarak adlandırdığı eşcinsel dostları ile olan anıları, onların gerçek anlamda birer dost olduklarını gösterecek kadar sıcak ve duygulu. Bu yaşanmışlıkların anlatımları sırasında cinsel tercihten önce insan olmanın önemini kanıtlar nitelikte hassas bölümlere de şahit oluyoruz.
Karşıt cinslerin aşkları, eş cinsellerin aşkları, bunlarla yan yana süregelen duygu yoğunlukları; yaşanan mutluluklar, acılar, yapılan fedakârlıklar…: “Bir erkekle farklıdır, biliyorsun… İstek ve cinselliğin dışında, seni saran ve koruyan yaygın bir suç ortaklığı vardır, bazı dengeler dokunulmadan bırakılır; sadece yeniden tanımlanır. Ama bir kadınla ansızın sana ait alan değişir, ritmin önce genişler, sonra daralır. Bir heyecan fırtınasıdır…”
Ferzan Özpetek, yaşandığında iz bırakan aşk çeşitlerini de sıralıyor: “Yıllar süren arkadaşlıklardan sonra fark edilerek başlayan aşklar, bomba gibi patlayan, etraftaki her şeyi yerle bir eden, ne olduğunu anlamana fırsat vermeden kapanması olanaksız yaralar açarak doğup ölen aşklar, sevginin nazik gücünü tutkunun ateşli gücüyle birleştirmeyi bilen aşklar.”
Eserin ana teması olan ve yürek burkacak kadar hüzünlü bir şekilde sona eren büyük aşk, son cümleyle romana imzasını atıyor: “Sadece çılgıncasına âşık olanlar, bir insanı sevmenin ne demek olduğunu bilir. Ben biliyorum.”
Ve “Teşekkür” bölümünde yer alan, roman boyunca adı meçhul kalan sonsuzluktaki sevgiliye sesleniş, bu imzanın üzerine vurulan bir mühür niteliğinde…: “Herkesten çok Simone’ a teşekkür ederim. Simone, sen benim hayatımsın.”
Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (10 Aralık 2015)