Çocuklarımız için her zaman en iyisini isteriz. Daha dünyaya gelmeden nitelikli bir hastanede, iyi bir doktor gözetiminde doğmalarını planlarız. Doğumundan sonra yemesi-içmesi, giyinmesi, bilişsel gelişimi için titiz bir şekilde çalışırız. Okul dönemi geldiğindeyse en iyi okulları hedefleriz. İyi bir eğitim alsın, iyi bir iş sahibi olsun, yeterinden fazla geliri olsun, rahat bir yaşam sürsün. Uzun sözün kısası çocuğumuzun geleceğini hep biz planlarız, projelendiririz. Ona sorulan, “büyüyünce ne olacaksın?” sorusunu bile biz yanıtlarız “… olacak” amcası/teyzesi diye. Kendisine tercihini, hayalini sorsak da tatmin olacağımız bir yanıt gelmezse, aklını çelmeye çalışırız. Ona yakıştırdığımız mesleğin güzelliklerini sıralarız art arda. Yani onlar bizim projelerimizdir. Sonuçta hedeflerimizi tutturursak kendimizi de başarılı sayarız çünkü.
Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan Kathryn Erskine’ın kaleme aldığı “Festival Mühendisi” tüm bu davranışlarımızı sorgulatan bir kitap. Böyle düşünmeyen/davranmayan ebeveyn sayısı yok denecek kadar az olduğundan genelleme yaparak söylüyorum, hepimize “durun, kendinize çekidüzen verin, bir silkelenin” diyor yazar.
Kathryn Erskine Türkçe’deki bu ilk romanında çocuklarımıza uyguladığımız meslek seçimi baskısını ele almış. Ebeveynlerin davranışlarını mizahi bir dille eleştirmiş. Bunu yaparken de farklılıkları, umudu, dayanışmayı yüceltmiş.
Kitaptan söz etmek gerekirse: Mike, sorumluluk sahibi bir çocuktur. Babası ise akademisyen. Ve babasının tek isteği kentin dâhilerini toplayan liseye oğlunun da girebilmesi ve bu lisenin öğrencisi olmasıdır. Fakat Mike’ın sayılarla arası iyi değildir. Aksine babasınınsa hayatı matematiktir. Akademisyen baba işi gereği sık sık yurtdışı seyahatlerine çıkar. Mike ise başının çaresine bakmak zorundadır bu süreçlerde. Yine bir yaz tatili döneminde babası yurtdışına çıkacaktır ve yine Mike onunla gidemez. Onun adresi büyük yengenin yanıdır. Büyük yenge oldukça yaşlı, söylenenleri yanlış anlayan ve bununla birlikte çılgınca araba kullanan biridir. Arabanın adı da var. Tyrone! Bunu özellikle belirtiyorum çünkü Tyrone benim de Pazar günlerim için düşlerime aldığım klasik bir Ford Taunus. Merak edenler için arka kapakta ışıl ışıl duruyor, Sadi Güran’ın çizimi, Yeşim Paktin’in tasarımıyla…
Mike’ın büyük yengenin yanında geçirdiği bu yaz tatili, heyecan dolu günlerin birbirine eklenmesiyle geçer. Bu küçücük kasabada tanıştığı insanlar onu çok etkiler. Fakat etkileşim iki taraflı olur. Çünkü Mike’ın kasabadaki varlığı da buradakilerin yaşamını değiştirmeye başlamıştır. Kitaptaki diğer karakterler de yaşam hikâyeleri ile okuru etkiliyor. Yazar, okuru kitabın içine çeken bir kurgu oluşturmuş.
Kitabın sonunda Mike’ın akademisyen babasının ağzından dökülen şu tümcelerin başka bir önemi olduğunu düşünüyorum: “Annenden… İnsanlarla iletişim yeteneğini almışsın. (Bu arada Mike’ın annesi vefat etmiş) Bu bende olmayan bir özellik. Matematik öğrenebileceğin bir şey ama sosyal yetenekler, insanları anlamak, ne söylemen gerektiğini bilmek… Bunlar beni aşan şeyler.”
Kitabı okuyan çocuklar bir anlamda kendi ebeveynlerini göreceklerdir Mike’ın akademisyen babasında. Ebeveynler ise (mutlaka okusunlar) davranışlarını gözden geçirmeleri gerektiğini anlayacaklardır. Kitabı bitirip kapağını kapattığımda kendime böyle davranmama konusunda söz verdim. Ne kadar tutabilirim bu sözü bilemiyorum. Çünkü çözüm dönüp dolaşıp sisteme geliyor ve orada düğümleniyor. O düğümü çözebildiğimiz gün sanırım hepimiz çocukların arzuladığı ebeveynler olabiliriz. Ama yine de bırakabildiğimiz kadar ipleri gevşetelim. Onlar yollarını bulacaklardır.
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (22 Ağustos 2016)