Söyleşi: Merve Koçak Kurt
Feyza Hepçilingirler’in“Off, Dilim!” kitabı, özellikle çocuklara ve gençlere hitap ediyor. Kitapta dilimizi kullanırken yaptığımız yanlışlara dair çok şey söylenmiş; söylenirken aynı zamanda o yanlışların doğruları gösterilmiş. Kırmızı Kedi Yayınları tarafından okura sunulan kitabıyla ilgili Hepçilingirler’e sorular yönelttik.
Kitabınızın adından başlayalım: “Off, Dilim!”… Sonundaki ünlem ve “off” sözcüğünün çift anlamlılığı dikkat çekiyor. Siz, neye dikkat çekmek istediniz peki?
Sözcüğünün Türkçedeki anlamı ile dilimizi “Of” çekecek duruma getirdiğimizi anımsatmak istedim. Bunu yaparken bütün elektronik aletlerimizdeki kapama düğmesi olarak göre göre kanıksadığımız İngilizcedeki “Off” sözcüğünü kullanmamın nedeni ise Türkçenin bütün kanallarını kapattığımızı, dilimizi durağan duruma, işlemez, çalışmaz duruma soktuğumuzu söylemeye çalıştım. Sondaki ünlem de bir çeşit imdat isteği aslında; bir çığlık.
“Gereksiz sözcük içeren tümceler, öğeleri eksik olanlar, istenenden farklı anlama gelenler, çeviri kokanlar, Türkçe söz dizimine uymayanlar…” … Daha başka hangi yanlışları yapıyoruz dilimizle ilgili?
Bir özenti rüzgârına kapılıp anlamını tam bilmediğimiz yabancı sözcükler kullanıyoruz. “Hafriyat” yerine “harfiyat” demekten tutun “bijuteri” yerine “bujiteri”, “panorama” yerine “panaroma” demeye kadar yanlış söylediğimiz sayısız sözcük var. “Yan profil”leri, “fulldolu”ları, “örneğin mesela”ları söylemiyorum bile. Mantık yanlışları yapıyoruz. Söylemeyi düşünmediğimiz sözler çıkıyor ağzımızdan. Sonrasında da “Ben yanlış söyledim” deme yürekliliğini bile göstermiyor; “Yanlış anladınız” deyip karşımızdakine atıyoruz dile hâkim olmamamızın suçunu. Örnek gerekirse… Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bir açıklama yaptı geçenlerde: “Cumhurbaşkanının görevi gazeteci tehdit etmek olmamalıdır” denmiş o açıklamada. TGC’nin söylemek istediği gerçekten, “Gazeteci tehdit etmek diye bir görev var ama bu görev cumhurbaşkanının görevi değil” midir? “Gazeteci tehdit etmek” diye görev olduğunu mu söylemek istedi cemiyet? İsterseniz siyasetten arındırıp dönüştürelim o cümleyi. “Bir öğretmenin görevi öğrenci dövmek olmamalıdır.” Aynı mantık yanlışlığı… Öyle değil mi? Öğrencileri dövmek diye bir görev var ama bu görev, öğretmenin iş tanımına girmiyor. Demek ki başkasının görevi… Öğrenci dövmek diye bir görev olabilir mi? Varsa önce buna karşı çıkmak gerekmez mi? Mantık yanlışlığı dediğim böyle şeyler işte…
Kitabınız, ilk gençlik çağına yönelik bir kitap gibi dursa da, büyük küçük herkese hitap ediyor. Dilimizi kuşaktan kuşağa aktarırken, nelere özen göstermeliyiz?
Bu bir övgü… Sağ olun. Ama bu kitapta önceliğim çocuklara, gençlere dilin önemini, dilimize karşı sorumluluklarımız olduğunu anımsatmak. Herkesin anadiline karşı sorumluluğu var. Kendi dilini yaşatamayan en iyi bildiği yabancı dilde bile bir dil gurbeti yaşar; dil sılasının özlemini çeker. Elbette başka diller öğreneceğiz. Ama unutmayalım: Hiçbir yabancı dil, anadilimiz gibi, kanımız, canımız kadar yakın değildir bize. Hiçbir yabancı dil, anadilimizin sınırlarını aşamaz, onu geçemez; ondan daha iyi bilinen bir dil haline gelemez. Gelmişse zaten o dil, anadilimiz olmuş demektir. Neye özen göstermeliyiz? Dilimize öncelikle sahip çıkmalı, sevilen ve korunan bir dil olarak aktarmalıyız gelecek kuşaklara. Zenginleştirerek, güçlendirerek, sağlamlaştırarak, içinde en rahat soluk alacağımız, yaşayacağımız ve yaşatmaya ant içtiğimiz bir dil olarak aktarmalıyız.
“Bir dilin sahibi olan gençler dillerinin yoksulluğundan yakınıyorsa benim içimden oturup ağlamak gelir. Bu dilin sahibi, yaşını başını almış olan bizler değiliz. Sizsiniz ve onlar.” diyor kitaptaki kahramanlardan biri. Gençlere neler düşüyor bu konuda?
Öncelikle dilleri zengin – yoksul diye sınıflandırmamak… Kendi dilimiz de dâhil hiçbir dili “yoksul” diye niteleyemeyiz. Bir dil, o dili konuşan halkın en büyük, en önemli icadıdır. Dilini aşağılamak o halkı aşağılamaktır. En ağır hakaret yerine geçer. Kendimizi de bu ağır hakarete layık görmeyelim. Öncelikle dilin ne kadar önemli olduğunu anlamalı gençler. Kendi anadillerini korumak ve yaşatmak konusunda azimli olmalı.
“Dili kim geliştirir? Bir dili yoksul bulmak kolaydır; ama unutulmamalı ki bir dilin yoksulluğu, o dili konuşanların ayıbıdır.” denmiş kitapta. Ben de tekrar sorayım: Dili kim, nasıl geliştirir?
O dille düşünen insanlar… Bilimciler, felsefeciler, yazarlar, şairler… Türkçenin terim bakımından sıkıntısına kendi alanlarında kullandıkları yabancı dildeki terimlere karşılıklar bularak o alanın uzmanları katkıda bulunabilirler. Tıp terimlerine doktorlar, hukuk terimlerine avukatlar… Buluyorlar da… Ama sonrası bir gönüllülük işi… Yabancı sözcük kullanarak havalı olmak yerine Türkçe sözcük kullanarak anlaşılır olmak bir yeğleme, bir tercih meselesi. Aslında söz konusu dil Türkçe ise bütün konuşanları tarafından zenginleştirilebilir. Çocuklar en kolay yoldan doğallıkla yaparlar bunu. “Fren” sözcüğünü bilmeyen bir çocuk, “Bu arabanın durduraçı yok mu?” diye sorduğunda kendisi farkında olmasa da dile yeni bir sözcük katmış olur.
“Dil yanlışları” üzerine kurgulandığı halde, doğru olanı göstermeye yönelik bir çabası da var kitabın. Bir yazar olarak, gençlere yönelik bu tip eserlerle neyi amaçladınız?
Hemen her kitabımda “Gözüm en çok gençlerde” deyip onları kazanmaya çalışıyorum. Gençlerin gözüne girmek için değil; somut gerçek ortada olduğu için. Bir dil ancak gençleri o dile sahip çıkarsa yaşayabilir. Ben bundan sonra kaç kitap yazabilirim? Ben yaştakilerin Türkçeyi savunması nereye kadar etkili olabilir? Bu davaya gençleri kazanamazsak dilimizin İngilizce karşısında yenilmesine, ezilmesine, erimesine, hatta ölmesine kayıtsız kalacağız ve dilimizi ölüme terk edeceğiz demek olur.
Söyleşi: Merve Koçak Kurt – edebiyathaber.net (3 Haziran 2015)