Fırtına öncesinin ironik sessizliği | Anıl Ceren Altunkanat

Haziran 1, 2016

Fırtına öncesinin ironik sessizliği | Anıl Ceren Altunkanat

ceren“Size kalan tek şey en sonunda hepimize kalan şeyin aynısı oluyor. İçimizde tuttuğumuz, büyüyüp içimize sığmayan, bize kim olduğumuzu söyleyen şeyler.”

Dünyanın merkezini merak etmiyorum. Hayır. Ama yüzeyini de merak etmediğim kesin. Ve merkez bir tür sığınak, bir tür ihlal edilemez yalnızlık sağlayacaksa, neden olmasın? Kendi yüreğimi duymamı sağlayacaksa derinlerin sessizliği? Yaşamdan kaçışı sonunda yaşama kavuşmaya döndürecekse toprağın derinliği? Neden olmasın?

“Toprağın altında yeni bir dünya kazmaya, üzerimizdekini doldurmaya çalışıyorduk.”

Kazdığımız toprak dolduracaksa yüreğimizin boşluğunu – doldurur mu? Toprağa sakladıklarımız, cesetlerimiz ve artıklarımız arındıracaksa yaşamımızı – arındırır mı? Toprağın sesi kendi sesimize ulaşmamızı sağlayacaksa…

Sağlar mı?

“Toprağın sesini uzun süre dinledikten sonra sesin kalbimden geldiğini ve söylediği şeylerin deşifre edilemez olduğunu fark ediyorum. Parmaklarımı yeni işlenmiş zemine daldırıp bir avuç toprak alıyor ve yeniden mutlu oluyorum, dünyadaki her şeyden, toprağın üzerindeki her şeyden daha mutlu.”

Toprağın üstü bir mezarlıktan farksızsa, neden mutlu etmesin yeryüzünün derinliklerinde bir dünya inşa etmek insanı? (Söz etmek mümkünse insanın mutluluğundan…)

Kevin Wilson’un kitabına adını veren “Dünyanın Merkezine Tünel Kazmak[1] öyküsünde bulduğunuz bir tür kaçış da olabilir, tuhaf bir inşa da. Her durumda öykülerin kinayeli bir itiraz barındırdığı şüphesiz.

Bu itiraz birçok farklı şekilde tüm öykülerde yer etmiş gibi. İlk öykü olan “Büyük İkame”de sevginin nasıl da bir tecim aracına dönüştürülebileceğini (ve aslında çoktan dönüştürüldüğünü) önümüze koyuyor Wilson. Her şeyin yeri doldurulabilir, her şeyin yedeği vardır – ve sevgi hariç değil. Yeter ki kredi kartınızın limiti üstünüzdeki toprağın ağırlığını atmaya elversin. Yeter ki zayıflığınız ve bencilliğiniz, doymaz eksikliğinizden bir alışveriş – yani doyum – aracı çıkarabilsin. Yeter ki sahte olanı gerçekle, var olmayanı eksiklikle ikame ettirmeye gücünüz yetsin, yetebilsin.

“Bir şeyin aslında hiçbir zaman gerçekten var olmadığını düşünmektense onun eksikliğini hissetmek tuhaf bir şekilde harika geliyor.”

dunyanin-merkezine-tunel-kazmak-kitabi-kevin-wilson-Front-1İkinci öykü, “Patlarsam Yanarsın” çok da farklı bir yerden vurmuyor insanı (ki bu darbenin şiddetini azaltmıyor). Yine yoğun bir eleştiri ve itiraz var. Ama bu kez çok yakıcı. Çok fantastik. Çok gerçekçi.

“Adımlarımı sayıyorum, çünkü mutsuz ve sıkıcı bir hayatım var. Her gün bir ayağımı diğerinin önüne atıp, attığım her adıma bir sayı vererek fabrikadaki işime yürüyorum. Bu beni sakinleştiriyor ve hayatımı görece tahammül edilebilir kılıyor.”

Sonra alev alev. Kendini yakan, olduğu yere düşen bir yangın bu. Çevreye zarar vermeyen, kendini doğuranı yutan alevler. Bir anda, bir kavrayış ya da yitiriş anında. “Annemle babam sadece bir saniyeliğine birbirlerine bakıp, artık birbirlerini sevmediklerini, beraber aynı durakta inmek istemediklerini fark ediyorlar ve patlıyorlar.”

Geride, kıvılcımını bekleyen başka bir yangın bırakarak. Çevreye zarar vermeyen mi dedim? Ateş asla yalnızca düştüğü yeri yakmaz.

 “Onunla konuşmaya çalışıyorum ama suratını kocaman sahte bir gülümseme kaplıyor. Belki de asıl peşinde olduğu budur diye düşünüyorum; kendini öldürme teşebbüslerinin ardından gelen ve dünyasının bulanık, sıcak ve yavaş döndüğü bu ufak anlar.”

Bir çarpıcı öykü daha: “Ivır Zıvır Müzesi.” Nesnelerle kurduğunuz ilişkinin yaşamla ilişkinize –  ve vice versa – nasıl yansıdığını düşündünüz mü? Yaşamınızın nesnelerden örülü olduğunu düşündünüz mü? Bir ıvır zıvır müzesinde yaşadığınızdan şüphelendiniz mi? Ve bu nesnelerin o yaşamı, yani bizzat sizin yaşamınızı, doldurmadığından endişe ettiniz mi? Ya da o yaşamı dolduran hiçbir şey olmadığından?

“Bu noktada yapıtla bir uzlaşmaya varıyorum, hayatınızdaki nesneler hayatınızı doldurup ele geçirmeye başlıyor, onları elden çıkarmadan ya da geride bırakmadan önce size verebilecekleri şeyler sınırlı.”

Nesnelerle kurduğunuz bir ikame ilişkisi mi? Yetmeyecek ki. Büyük ikame, merkeze inen tüneller, tüm o dehşetli patlamalar dolmaz bir boşluğu az da olsa sağaltmak için. Ivır zıvırlar içinde geçen ömre bir anlam katmak için. Bir şeyi olsun, yalnızca bir şeyi, gerçekten istemek için.

“Benimsediğiniz nesnelerin taşmaya başladığı bir nokta var ve böylece nihayet ilginç bir hal alıyorlar. Görüyorum ki, ne kadar sıradan olursa olsun, bir şeyin hayatınızı doldurmasına izin vermenin, durup ikamet ettiğiniz alana bakmanın ve bunu istiyorum demenin memnun edici bir yanı var.”

Var, olmaz mı? Ama yazıyı burada noktalamak haksızlık olur Wilson’a. Zira belki de en güzel cümlesini, tüm öykülerine sinen ironiye yakışır şekilde, “En Kötü Senaryo”da kuruyor:

“İnsanlar iyi şeylerin olmasını ümit etse de, kötü şeylerin olmasını bekler. İyi şeyler insanları tedirgin eder, fırtına öncesindeki sessizlik gibi.”

Anıl Ceren Altunkanat – edebiyathaber.net (1 Haziran 2016)

[1] Burada, sıklıkla gözden kaçan ya da önemsenmeyen bir çeviri hatasına değinmek zorundayım. Sözü edilen dünyanın değil, yeryüzünün merkezidir (Tunneling to the Center of the Earth). Bu tartışmanın yeri burası olmasa da arada büyük ve önemli bir ayrım vardır.

Yorum yapın