Fıtratta sevişmek var mıdır? Sevgi Soysal’ın mezarı başında | Gönül Kıvılcım

Aralık 4, 2014

Fıtratta sevişmek var mıdır? Sevgi Soysal’ın mezarı başında | Gönül Kıvılcım

gonulkZincirlikuyu Mezarlığı’nın sakin bir köşesinde uyuyor. Yaban otlarını hatırlatan bir ağaç bitmiş mezarının üstünde. Bir hafta gecikmeli bir ziyaret bu. Onunla konuşasım var. Hayata dair nice kederli, alaylı, süzgün, dural kelimeyi içimizde büyüten yazara, nereden çıktı şimdi bu fıtrat diyesim var kulak verirse.

Konuştuğumuz dilin, denizleri, balıkları, gökyüzünü, geceyi, gündüzü, bozkırı anlatan yakamozlu, pullu, yanar döner, laciverdî onca güzel kelimesi varken niye fıtrat? Kadınla erkek yaradılıştan eşit değilmiş. Kadınla erkek eşittir demek, fıtrata tersmiş. Sen de kadınsın işte, üstelik kadın yazar, halden anlarsın,  hele bir yol dinlesen, diyesim var ona.

… sevişen iki kişinin soluğu dağılır, bulamaz birbirini. Bir iş hanında, becerikli bir avukatın iyi döşenmiş yazıhanesinde sevişmek gibi. Niçin orada da sevişilmesin? Bir yazıhaneye sevişmek için gidilmez… Öyle ya, balayı için bir otele gitmenin tek anlamı değil mi bu? Bir  avukat yazıhanesine sevişmeye geldik. Her şeye mecbur olmak kötü olabilir. Ama sevişmeye mecbur olmak? (Yürümek)

Dilde epey sakil duran kelimelerle konuşmaya mecburuz bir süredir. Sakil bir sevişme gibi bu. En kötüsüdür malum. Beden uyanmışken, bıraksan tüm doğallığıyla kendi tezatına akacakken, bırakamamak. Öteki bedende tökezlemek. İleri gidememek. Gece ve gündüz gibi yakışırlar oysa birbirlerine. Kadın ve erkek. Kadın ve erkeğin çıplak bedenleri. Uyumludur yan yana. Ya da seven iki beden. Fark etmez cinsiyetleri.

Kızgın ateşe düşen bir damla suya benziyor bu kelime. Fıtrat. Oysa her şey yolunda gitse, tabularla, yasaklarla dağlanmasa zihinler, kadınla erkek eşit olacak sevişirken. Eşit olmalıdır. Burada başlar her şey. Çıplakken.

20141202_105538Toprak örtmüş çoktan üstünü. Genç kızlık soyadıyla Sevgi Yenen, Selanikli bir baba ve Alman annenin altı çocuğundan üçüncüsü. Bir şehir gibi ada ada yapılanmış Zincirlikuyu Mezarlığı’nın A adasında arıyorum onu. Kırmızı su bidonu, yeşil naylon fırçasıyla mezarlık bahçıvanı düşüyor önüme. Anma var herhalde, diyor.

Evet, onu sık sık anıyorum bugünlerde. Sait Faik’in Burgaz Adasındaki müze evini oğlumla ziyaret edip dönerken örneğin. Müstehcenlik gerekçesiyle toplatılan “Yürümek” düşüyor vapurda aklıma. Kendi teyzesinden yola çıkarak yazdığı “Tante Rosa” sonra.

Kadınlar. Yasaklarla, ayıplarla, günahlarla anılan. Kadın erkeğin mahremidir, kadın erkeğin sınırıdır, öyle mi Sevgi Soysal? Sabah gün doğarken uyanıp sonbahar renklerine bürünmüş avluya karşı çayımı yudumlarken konuşuyorum onunla.

Mezarını bulmak istediğim kişinin adını söylüyorum bahçıvana. Sevgi Soysal. Adlardan bir ad işte. Ölümlü hepimiz gibi. Kırk yıllık ömrüne üç hikâye kitabı, üç roman, bir anı kitap, üç çocuk sığdıran Sevgi Soysal. Burada, bu beyaz mermer taşlar arasında bir yerde yatıyor. Bahçıvan kolunu sağa doğru açıyor: Bak, bu da yazar. Ömer Seyfettin’in kabrinin başucundayız. Diyet, diyor kalbim. Mezarlık bahçıvanı bunu duymuyor. Yürüyorum.

Yarattığın karakterlerle kütüphanemin raflarında yaşayan sen Sevgi Soysal, bahçıvanın işitmediklerini duyuyor musun? Ne diyetler ödeyerek geldik biz bugünlere. Akıl sağlığını yitirdi bazıları, bazıları sevdiklerini, bazıları evliliğini, yuvasını, aşkı. Kadın ya da erkek özgür olabilmek içindi hepsi. Şimdi diyorlar ki, fıtratta özgürlük yok. Halbuki biz ölümden korkmadık, çemberin içine kapatılmaktan, dışarıyı bilememekten, riya dolu bir yaşamı sürdürmekten, yaşarken kanat çırpamamaktan korktuğumuz kadar. Kucağımda senin romanın, mezarının önüne konmuş, yeni sayılabilecek tahta bir sıradayım. Aylardan aralık. Ayların en karanlığı. Yağmur damlaları ha düştü ha düşecek. Acele etmeliyim. Giderek bir kabuskente dönüşen Mecidiyeköy’den kaçarak evime dönmeliyim.  Bir ben yaratmalıyım, her gece istemeden kocasının altına yatan, üç çocuk doğuran, erkeğin mahremi olan bir ben değil, erkeğin sevgilisi olan, ona el uzatan, ona dokunan bir ben.

Her sancıyla hatırlıyordu koğuşu. O yüz binlerce, binlerce denebilecek kadar çok kadının yattığı; bacakları açık, kanlı pamukları ve leğenler arasındaki kadınları Öteki kadınları… Benim doğumum, benim acım, benim çığlığım demenin anlamsızlığını. (Yürümek)

Toplumsal dertlerle kendi dertlerimiz arasına sıkışıp kalmak. Müstehcenlikle içgüdüler arasına. Açık saçık değil, açık seçik yaşamak ve düşünmek. Kadınla erkeğin fıtratında sevişmek vardır, bunu korkmadan dile getirmek. Kitaplarımız toplatılacak olsa da. Bu ülke bizi sevse de sevmese de. Hatırlasa da hatırlamasa da. Hayatından memnun olmayan kadınların ve adamların yazarıydın sen. 22 Kasım’mış meğer ölüm yıldönümün. Bir dahaki yıl buluşmak, kaldığımız yerden hayatın tik taklarını sayarak, utandıklarımızı anlatarak, artakalanları yazarak devam etmek üzere.

Gönül Kıvılcım – edebiyathaber.net (4 Aralık 2014)

Yorum yapın