Bir çocuk, 1944 yılında Brezilya’da, kocaman Atlantik ormanlarıyla kaplı bir vadide doğuyor ve çocukluğu bu vadide geçiyor. İnsanlara saldırmayan Güney Amerika timsahları ile dolu nehirlerde yüzüyor. 15 yaşına kadar hiç telefon görmüyor. Eşit koşullarda yaşayan insanların, zengin ya da fakirin olmadığı bir dünyada büyüyor. Babasının yetiştirdiği yüzlerce hayvanı birkaç yüz kilometre uzaklıktaki yerlere götürmek için, babası ile, günlerce süren yayan yolculuklar yapıyor. Doğanın eşsiz manzaralarını izlemek için bol bol vakti oluyor. Işığın deldiği yüklü bulutların görüntüleri ile büyüyor. İşte o çocuk, gün geliyor, dünyaca ünlü fotoğrafçı Salgado oluyor.
Sebastiao Salgado’nun yaşamını ve projelerini anlattığı Toprağımdan Yeryüzüne isimli kitabından öğreniyoruz bunları. Işığın deldiği o yüklü bulutlar için; “Bu ışıklar benim fotoğraflarıma da girdi. Aslında ben fotoğraflarımı çekmeden çok önce fotoğraflarımın içindeydim.” diyor Salgado. Çocukluğunda yaptığı, günlerce süren yayan yolculuklara dair ise “Bu yavaşlık fotoğrafın da bir parçasıdır.” diyor ve ekliyor; “İnsanların, hayvanların, hayatın hızına ayak uydurmalısınız. Dünyamız şu anda çok hızlı hareket etse de, hayat öyle hızlı akmıyor. Fotoğraf çekmek için hayata saygı duymalısınız.”
19 yaşındayken 17 yaşındaki Lélia Deluiz Wanick Salgado ile tanışıyor, evleniyorlar ve bu birliktelik tam bir hayat ortaklığı olarak bugüne kadar sürüyor. Lélia, Salgado’nun projelerinin fikir annesi, koordinatörü, sergileri düzenleyen ve organize eden kişi, tüm gezilerinde bazen yanında bazen uzağında en büyük destekçisi oluyor.
Aslında üniversitede ekonomi okuyan ve mesleki kariyerini de bu yönde şekillendiren Salgado, bir gün bir rastlantı ile fotoğrafla tanışıyor ve her şey değişiyor. 1973’te, çok parlak bir gelecek vadeden kariyerini bırakıyor ve fotoğrafçı oluyor.
Fotoğrafçı kimdir? En temel anlamı ile fotoğraf çeken kişi. Salgado, bu tanımı temel anlamının çok ötesine taşıyan sayılı fotoğrafçılardan biri. Çocukluğunun dünyası, gençlik döneminde katıldığı siyasi oluşumlar, piyasa ekonomisinin ve endüstrileşmenin, savaşın dünyaya ve insanlara yaptığı korkunç etki onu farklı bir fotoğrafçı olma yönünde tetikliyor.
“Bütün bu fotoğraflar varlar, çünkü hayat, benim hayatım beni bunları çekmeye sevk etti. Çünkü içimde beni oraya götüren bir öfke vardı.”
İlk projesi Diğer Amerikalılar. Çekimleri 1977-1984 yılları arasında 7 yıl süren bu projede, genç yaşta terk etmek zorunda kaldığı Brezilya’ya, kendi kültürüne yakınlaşmayı ve dünyaya Amerika kıtasında yer alan farklı kültürleri anlatmayı amaçlayan Salgado, Güney Amerika ülkelerinin büyük bölümünde yolculuklar yapıyor. Aynı isimle ilk kitabı yayımlanıyor. 1984’te küresel dengesizliğin sonuçlarını göstermek amacıyla Afrika’daki açlığı fotoğraflıyor. Salgado için bu fotoğraflar bu durumu kınamanın bir yolu. 1984’ten itibaren ayrıca 15 yıl boyunca Brezilya’da topraksız bırakılan insanların devletle mücadelesini fotoğrafları ile takip ediyor. Onların mücadelesine fotoğrafları ile katılıyor, fotoğrafları ile taraf oluyor. Çünkü; “Çeviriye ihtiyaç duymadan dünyanın her yerinde okunabildiği için fotoğraf çok güçlü bir dildir.”
Emeğe ve işçilere bir saygı duruşunda bulunmak için 1986-1991 yılları arasında dünyanın pek çok yerinde işçileri fotoğraflıyor. Endüstriyel süreçte insan emeğinin ortadan kalkması korkunç insani trajedilere neden oluyor, Göçler isimli projesinde bu durumu anlatıyor. Bu proje çekimleri sürerken dünyanın en utanç verici olaylarından Ruanda katliamı başlıyor, yaşananları tüm dünyanın bilmesi gerektiğini düşündüğünden kendini Ruanda katliamına tanıklık ederken buluyor.
“Hiç kimsenin kendini çağında yaşanan trajedilerden koruma hakkı yoktur, çünkü yaşamayı tercih ettiğimiz toplumda olup bitenlerden bir bakıma hepimiz sorumluyuz.”
Özellikle Göçler projesinde ve Ruanda da gördüğü trajediler insana ve yaşama olan tüm umutlarını yerle bir ediyor. Ama Salgado’nun en büyük şansı eşi Lélia. 1990’lı yıllarda Salgado’nun ailesi kendilerine büyük bir toprak parçası veriyor. 1500’lü yıllarda Brezilya’ya gelen Portekizlilerin yıkımı ile başlayan, sonrasında şehirleşme ve endüstrileşme ile hızla yok olan orman alanlarından bu toprak parçası da payını almıştır. 2001 yılında Lélia, bu büyük toprak parçasını yeniden orman yapabileceklerini fikrini ortaya atıyor. Dev bir proje başlatıyorlar: Instituto Terra yani Yeryüzü Enstitüsü. 2013 yılına kadar 2 milyon ağaç dikilerek farklı türde birçok ağaç türünün yer aldığı bir orman yaratıyorlar. Bir orman yaratmakla yetinmiyorlar; ekosistemi anlatmaya yönelik eğitim merkezi kuruyorlar, bölgeyi terk eden birçok hayvan türü geri geliyor, jaguarlar dahil!
Instituto Terra, Salgado’nun yok olan umutlarının tekrar doğmasına neden oluyor. Bambaşka çalışmalara imza atmak istiyor ve 2002 yılında Genesis projesine başlıyor.
“Göçler projem için insan türünün en sert ve şiddetli yönleriyle karşılaşmıştım ve artık kurtuluşa inanmıyordum. Ama Genesis’i gerçekleştirdiğimde fikrim değişti.
Her şeyden önce, gezegenle yüz yüze geldim. Dünyayı zaten dolaşmıştım ama bu sefer dünyanın içine girdiğimi hissettim.”
Genesis’e kadar insanları fotoğraflayan Salgado, dünyanın el değmemiş yerlerine, doğasına, hala varlığını sürdüren en ilkel kabilelerin bulunduğu yerleri çekmeye, insanoğlunun başlangıcını aramaya karar veriyor. 70 yaşına gelirken bu projeyi de tamamlıyor. 200 kiloluk dev bir kaplumbağayı fotoğraflamak için koca bir gün boyunca ona olan saygısını anlatmaya çalışan ve bunu başaran, bir iguanayı izlerken dünyadaki tüm canlıların aynı hücreden bugünlere geldiğinin kanıtını bulduğunu düşünen Salgado, bu proje ile öğrendiği en önemli şeylerden birini şöyle ifade ediyor: “Hayatım boyunca bana söylenen şeyin, yani tek ‘akıllı’ tür olduğumuzun yalan olduğunu keşfettim.”
Kitapta beni en çok etkileyen bölümlerden biri, 1979’da down sendromlu olarak doğan ikinci çocukları Rodrigo’ya dair anlattıkları oldu. Salgado gibi tutkulu bir fotoğrafçının hem projelerini gerçekleştirmek için dünyanın her yerine yolculuk eder durumda olması, hem de Rodrigo ve ailesi ile olan ilişkisini hiç aksatmadan, asla geri plana itmeden sürdürmesini takdir etmek için kelime bulamıyorum. Hele ki dünyanın hayranlıkla izlediği fotoğraflarında Rodrigo’nun etkisini ifade ettiği satırlar, büyük bir fotoğrafçı olabilmenin ardındaki insani duruşun önemini daha iyi anlatamazdı diye düşünüyorum.
“Eminim o olmasaydı fotoğraflarım farklı olurdu. Benim yüzlere farklı bakmamı, insanlara farklı yaklaşmamı sağladı.”
Salgado’nun birçok fotoğrafına da yer verilmiş olan Toprağımdan Yeryüzüne’de, sadece ünlü bir fotoğrafçının hayatı ve yaptığı işler anlatılmıyor. Kitapta, kendini fotoğrafla var etmeyi tercih edenler için çok önemli deneyimler ve tespitler var. Fotoğrafçılar için çok değerli bir kaynak. Diğer yandan, fotoğrafla ilgili olsun olmasın hepimizi ilgilendiren gerçeklere dikkat çekiyor Salgado; dünyanın nereden nereye evrildiği, hayatın anlamlandırılmasını sağlayan yaşam biçimleri, süregiden endüstrileşme ve teknolojik büyümeyi dengeleyen önlemler alınmazsa bizleri nelerin beklediğini de anlatıyor.
“Fotoğraf ne işe yarar?” çok tartışılan bir sorudur. Onca fotoğrafa rağmen, ne dünyanın acısı, ne savaşlar, ne hastalıklar, ne sefalet bitmiştir. Salgado’nun yaşamı ve projelerine baktığımızda bu sorunun en net yanıtını görebiliyoruz Onun fotoğrafları, fotoğrafın insanı ve dünyayı nasıl değiştirebileceğinin en somut kanıtı olarak insanlık tarihindeki yerini aldı diye düşünüyorum.
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (16 Mayıs 2017)