Türkiye edebiyatının önemli yazarlarının fotoğraflarını evlerinde, çalışma masalarında ve sevdiği mekanlarda fotoğraflarını çekip, İFSAK’ta müzik eşliğinde edebiyatseverlere sunan, daha sonra da yazarlarla söyleşiler yapan Lütfi Özgünaydın’ın İFSAK’taki bu ayki konuğu ödüllü yazar Adnan Binyazar oldu. Lütfi Özgünaydın, Adnan Binyazar’la hayatı, romanları ve edebiyat üzerine konuştu.
Sizin yaşamınızı Masalını Yitiren Dev romanından biliyoruz. Yazmaya nerede ve nasıl başladınız?
1968 yılından bu yana yaşadıklarımı yazma isteğim depreşiyordu. 26 sayfalık ilki, Mehmet Seyda’nın 1969 yılında hazırladığı Edebiyat Dostları adlı kitabında yayımlandı. Sonra, Milliyet Sanat Dergisi’nde de kısa bir yazı çıktı. Kitabın önsözünde yer alan Ahmet Muhip Dıranas’ın sorusu o dergideki yazıyla ilgilidir.
Nerdeyse otuz yıl, olayı romanlaştırıp yazmak istedim. Her girişimde de kalem elimde kalıyordu. Kadın her şeyini yitirir, ama kimseye onuruna el sürdürtmez. Annem, babamın ona çektirdiği eziyetleri anlatmazdı; anlatılmasını da istemezdi. O nedenle yazma isteği duyduğumda birden duraksayıverirdim. Annem, bir sabah, İstanbul’da kardeşim Gürhan’ın yanındayken, yatağında ölü bulundu.
Hayatı gibi sessiz soluksuz bir ölüm!
Berlin’de duydum öldüğünü. İlk uçakla yola çıktım. Gökyüzünün 1700 kilometrelik, üç saat süren yolunun her saniyesinde annemin ardından yazacaklarımı düşünüp planladım. Berlin’e döndüğümde de kaleme sarıldım. Üç ay içinde yazılmıştı roman. Yayın dünyasının gelişimine büyük emeği geçen Can Yayınları’nın kurucusu Erdal Öz, romanı bir iki hafta içinde yayımladı.
Edebiyat toplumu ne oranda etkiler, bireyi ne oranda geliştirir?
Edebiyat, okuyan bir toplumda düşünceyi, duyguları bilince erdirmenin kaynağıdır. Bu bilince eren yazar, büyük oranda üstlendiği sorumluluğu yerine getirmiş olur. Yoksa ömrünü öbür yaratıklar gibi bir nesneye dönüştürür. Sanatçısından, yazarından, düşünüründen beslenmeyen bir toplumda haksızlığa, adaletsizliğe, baskıya, işkenceye direncin yerini, kadere boyun eğme anlayışından doğan eylemsizlik alır.
Edebiyatın sanatlar üzerinde ki etkisi var mıdır?
Sanatsal yaratının amacı; insana kendi gerçeğini kavratmak, içinde yaşadığı dünyanın içinde başka bir dünyanın da var olduğunun ayrımına vardırmaktır. İnsanı tekdüzelikten kurtarıp onu beğeni sahibi kılmada da yazarın etkisi büyüktür.
Tarih, boşuna, “Önce söz vardı” diye başlamaz. Beyin, dili zorlamasa; dil, anlatımı yaratmamış olsaydı, insan kendi dışındaki güzelliklerin varlığını duyumsamaz, bugün sanat diye bir edimden de söz edilemezdi.
İnsan, “söz”le başladı yaratmaya.
Fotoğrafçılık; demiri, plastik parçaları bir araya getirip onu “göz” gibi kullanma sanatıdır. O parçacıklar, gözün gördüğünü aktaracak duyarlığa erdirildiğinde sanatlaşıyor. Fotoğrafçı, gözüyle, herkesin görmediğine görünüm kazandırır. 25 Nisan Perşembe günü İfsak’ta yaptığım konuşmada da değindim buna: Sunduğunuz gösterimde ben kendimi “kendim” olarak değil, fotoğrafçının gözüyle algıladım. “Kendime dışarıdan baktım” demiştim.
Edebiyat duyguyu geliştirir mi? Düşünce yapısı güçlenir mi?
Edebiyatın temel işlevi, duygu alanlarını inceltip, insanı bir düşünce varlığı olarak yeniden yapılandırmaktır. Sanatsal bir edim olarak da, edebiyat, ona olguları düşünsel derinlikleriyle kavratan, kendini yansıtma yolları açan en etkili anlatım aracıdır. İnsana düşen, yazılanları okuyarak, kendine o dünyada bir yer açmak, her kitapla duyguyla, düşünceyle yeni bir dünya kurulduğunun bilincine ermektir.
Edebiyatın ne olduğunu kavramak için Mario Vargas Llosa’nın şu sözünü bir yere yazmak gerekir:
“Edebiyatın insanlar arasında kurduğu kardeşlik bağı, onların diyaloğa girmelerini, ortak bir köken ve ortak ereğin bilincine varmalarını sağlayarak, tüm zaman engellerini aşar. Edebiyat bireylerin, yaşamlarının tüm özellikleri içinde, tarihi aşamalarını sağlamıştır: Cervantes, Shakespeare, Dante ve Tolstoy’un okurları olarak, zaman ve mekânı aşarak birbirimizi tanırız ve aynı türün üyeleri olduğumuzu duyumsarız; çünkü bu yazarların yapıtlarını okurken inanlar olarak neyi paylaştığımızı, bizi birbirimizden ayıran engin farklılıkların ötesinde hepimizde ortak olanı öğreniriz.”
Edebiyatla ilgilenenler, yazar olmak isteyenler sizce hangi kitapları okumalıdır?
Her ay klasiklerden birini, bunun yanında günün öne çıkan o düzeydeki kitaplarından birini okumalı. Bana kalırsa, bugüne değin Don Quijote’yi, Madam Bovari’yi, Suç ve Ceza’yı, Ölüler Evinden Notlar’ı, Savaş ve Barış’ı, İlahi Komedya’yı, Romeo ve Juliet’i, Hamlet’i, Sefiller’i, Yabancı’yı, Yaşlı Adam ve Deniz’i, Fareler ve İnsanlar’ı, Aşkı Memnu’yu, İnce Memed’in dört cildini… Bunlara eş tutulacak kitapların onlarcasını okumayan, eline kitap almamış sayılır.
Bu projeyi nasıl buluyorsunuz? Yazarlarla yapılan söyleşiler toplum için bir kazanç mıdır?
Proje, yalnızca yazarlara yönelik yapısıyla değil, fotoğrafçılık açısından da önem taşıyor. Proje, bir yönüyle de sanatla edebiyat arasında bir dayanışma edimidir.
Yazar, yaşadığı çağın sorumlusu olmakla kalmaz, o, ayrıca bir söz üreticisidir; dünyayı sözcüklerin gözünden algılar. Yazarla okur arasında bu açıdan bir duygu, düşünce bağı kurulması, toplumun algı düzeyini de yüceltir.
edebiyathaber. net(7 Mayıs 2018)